Suriye’de kalıcı siyasi barışı hedefleyen Soçi sürecinin Dördüncü Üçlü Zirve Toplantısı Başkan Erdoğan, Putin ve Ruhani’nin katılımıyla 14 Şubat 2019’da Rusya’nın Soçi kentinde gerçekleştirildi. Bu toplantı Suriye sorununa silahlı seçeneğin dışında siyasi bir çözüm bulunabilmesi adına 2016’nın son gününde başlatılan ateşkesin siyasi zeminde pekiştirilmesi ve ona bir doğrultu kazandırılmasını ifade eden sürecin parçasıdır. Ocak 2017’de başlayan, ateşkes ve barış sürecinin teknik altyapısını oluşturmaya matuf Astana sürecinin yüksek düzeyde siyasi karar alma mekanizması türünden tamamlayıcısı olan Soçi zirveleri bugüne kadar hayata geçirilen kararlarıyla Suriye’deki barış sürecinin taşıyıcısı olmuştur. İlk kez Kasım 2017’de Türkiye, İran ve Rusya liderlerinin Soçi kentinde bir araya gelmesi sonucu “Soçi süreci” adını alan toplantılar serisi daha sonra Ocak 2018’de yine Soçi’de ve Eylül 2018’de Tahran’da yapılmıştır.
Süreç boyunca üç liderin inisiyatifleri, kişisel iradeleri ve siyasi tasarrufları barış yönünde atılan adımlarda belirleyici olmuştur. Diğer bir ifadeyle Suriye’de kalıcı barışın tesisi üç liderin almış olduğu tarihi sorumluluk neticesinde konuşulabilen bir imkan haline gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dördüncü Zirve’de yaptığı konuşmada kalıcı barış imkanına dair “Siyasi çözüm umutları hiç bu kadar filizlenmemişti” ifadesini kullanması sürecin somut başarısını göstermesi açısından dikkate değerdir. Öte yandan Türkiye yakalanan bu harmoninin siyasi ve askeri çıktılarını kendi ulusal güvenliği açısından işlevsel kılmayı başarabilmiştir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları Soçi sürecinin Türkiye açısından en somut kazanımları olmuştur. Türkiye’nin diplomatik alanda izlemiş olduğu siyaset doğrudan sahada sonuçlarını vermiş ve burada elde ettiği kazanımlar da diplomatik alanda elini güçlendirmiştir.
Diğer taraftan üçlü mekanizmanın iki üyesinin –bölgenin en önemli iki devleti olan– Türkiye ve İran olması bölge dışı aktörlerin tasarruflarını sınırlayarak bölgenin kendi iç dengelerini bulabilmesinin yolunu açan önemli bir faktördür. Dolayısıyla “Soçi ruhu” yalnızca Suriye barışına değil genel anlamda Ortadoğu barışına da katkı sunacaktır. Nitekim İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de zirvede yaptığı konuşmasında bu konuya dikkat çekerek bu üçlü mekanizmanın başka konularda da iş birliği yapabileceğini belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beşinci Üçlü Zirve için Türkiye’nin ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu belirtmesi de hem bir sonraki zirvenin adresini işaret etmiş hem de üçlü mekanizmanın sürekliliğine dair beklentileri kuvvetlendirmiştir.
Zirve’nin Gündemi
Daha önceki zirvelerde olduğu gibi bu zirvede de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması üç liderin de vurgu yaptığı ortak nokta olmuştur. Bu mesaj herhangi bir dış gücün teşvik ve desteğiyle Suriye’yi bölmek isteyen PYD-YGP gibi terör unsurlarına izin verilmeyeceğini göstermesi bakımından önemlidir. Diğer taraftan yine üç ülkenin de üzerinde ittifak ettikleri bir husus ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den askerlerini çekme kararının olumlu bir gelişme olduğu yönündedir. Elbette bunun gerçekleştirilebilir olup olmadığı üzerine farklı söylemler de ön plana çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın kendi ekibi içerisindeki çatlaklara dikkat çekerken İran Cumhurbaşkanı Ruhani de ABD’ye olan güvensizliklerini bir kere daha vurgulamıştır. Şüphesiz çekilme kararının duyurulmasının ardından şu ana kadar bu yönde ciddi bir gelişmenin yaşanmaması liderlerin bu ihtiyatlı tavırlarında pay sahibi olmuştur.
Türkiye açısından zirvenin en önemli sonuçlarından biri güney sınırlarında oluşturulmaya çalışılan terör koridoruna yönelik alınacak önlemlere ilişkindir. Zirveden bir gün önce İran’ın Sistan ve Belucistan vilayetinde gerçekleştirilen ve kırk civarında kişinin hayatını kaybettiği terör eyleminden dolayı başsağlığı dileklerini ileten Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Türkiye hem de İran’ın teröre karşı mücadeleyi kazanacaklarını söylemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne suretle olursa olsun Türkiye’nin güney sınırlarındaki terör yapılanmalarına müsaade edilmeyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca Fırat’ın doğusu ve Münbiç konularını da gündeme getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan bu bölgeler temizlenmeden Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamanın imkansızlığına dikkat çekmiştir. Bunun yanında Türkiye’nin operasyonlarının yalnızca ve yalnızca Türkiye’nin güvenliğini ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaya yönelik olduğunu bir kere daha ifade ederek “Bu toprakların sahibi Suriye halkıdır” şeklinde konuşmuştur.
Bu konuda İran ve Rusya’nın aynı frekansta yer almaları da dikkate değer bir gelişmedir. Hem Putin hem de Ruhani Türkiye’nin güvenlik endişelerini anlayışla karşıladıklarını ifade etmiştir. Ruhani, Türkiye’nin Kürtlerle bir probleminin olmadığını vurgulayarak bu minvaldeki karalama kampanyalarına itimat etmediklerini dolaylı olarak belirtmiştir. Ruhani ve Putin’in teröre karşı mücadele konusunda Suriye yönetimiyle iş birliği yapılması gerektiğini söylemeleri ve bilhassa Putin’in Adana Mutabakatı’nı yeniden gündeme getirmesi ise Türkiye’yi Suriye yönetimiyle diyaloğa yöneltmeye matuf söylemlerdir. Türkiye bu noktada kendi ulusal çıkarlarını ve Suriye’de tesis edilecek meşru bir yönetim yapısını esas almaya devam edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önceki toplantılarda gündeme getirilen “anayasa komisyonu” çalışmalarının hızlandırılması gerektiğine ilişkin yapıcı eleştirileri de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Suriye hususunda güvenlik dışındaki en önemli gündem maddesi ise mültecilerdir. Mülteci meselesi güvenlik meselesiyle yakından ilişki içerisinde olmakla birlikte ekonomik boyutuyla da Türkiye’yi alakadar etmektedir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan bugüne dek 35 milyar doların Türkiye’nin kendi cebinden harcandığını dikkatlere sunmuştur. Bu konuda verdiği sözleri tutmayan BM ve AB’yi de eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de barışın inşa edilmesinin Suriyeli mültecilerin güven içerisinde evlerine dönmesinin koşulu olduğunu belirtmiştir. Aynı doğrultuda Körfez ülkelerini de eleştirilerinin hedefine koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ülkelerin silahlanma konusundaki harcamalarına karşılık mültecilere yönelik katkılarının olmadığının altını çizmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin 3,6 milyon mülteciye ev sahipliği yaptığını, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları neticesinde güvenliği sağlanan bölgelere de 310 bin mültecinin geri dönüşünün sağlandığını sözlerine eklemiştir.
Güvenli Bölge Önerisi
Soçi zirvesinde tüm taraflar kendi perspektiflerinden Suriye sorununa çözüm önerilerini sunmuşlardır. Bu anlamda Rusya ve İran, İdlib konusunu gündeme getirerek şehrin terörist unsurlardan tamamen temizlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle Putin’in İdlib’deki çatışmasızlığın “geçici bir çözüm” olduğuna dair sözleri yakın gelecekte şehre yönelik askeri operasyon yapılacağının habercisidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da İdlib konusunda Rusya ile yapılan iş birliği sonucunda sağlanan huzur ortamının korunması gerektiğini söyleyerek geçen yıl ilan edilen İdlib muhtırasını hatırlatmıştır. Erdoğan, İdlib’deki terörist unsurlara karşı kayıtsız kalınamayacağını ancak şehrin –Halep’te yaşandığı gibi– bir insanlık dramına sahne olmaması gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Dolayısıyla Türkiye teröre karşı mücadele edilirken sivil halkın zarar görmemesi ve kontrollü olunması gerektiğine dair uyarılarını yinelemiştir.
İdlib’e yönelik olası bir operasyonla birlikte gündeme gelen konulardan bir diğeri de güvenli bölge konusudur. Özellikle ABD’nin askerlerini Suriye’den çekme süreci sonrası ülkenin kuzeydoğusunda oluşacak boşluğun terörist gruplarca doldurulmasını istemeyen Türkiye orada bir güvenli bölge oluşturulması konusunda kararlı olduğunu bildirmiştir. Soçi’deki üçlü zirve öncesi Putin ile yaptığı görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD ile bu konuda görüşme halinde olduklarını ve Rusya ile de “eş güdümlü” hareket etmek istediklerini söylemiştir. Soçi zirvesinin ardından da yine Cumhurbaşkanı Erdoğan güvenli bölgenin yalnızca Türkiye’nin kontrolünde olması gerektiğini ifade ederek bir anlamda Moskova’nın Ankara’nın güvenli bölge konusunu Suriye yönetimine devretmesine ilişkin fikrine karşı çıkmıştır. Savunma Bakanı Hulusi Akar da güvenli bölgeyi yalnızca Türkiye’nin oluşturması gerektiğini vurgulamıştır. Güvenli bölge konusunun Türkiye ve Rusya arasında çözüme kavuşturulmayı bekleyen konulardan biri olduğu anlaşılmaktadır.
Zirvenin genel olarak bölgesel ve uluslararası konjonktür açısından önemine odaklanıldığında ise ABD-İsrail-Körfez aksına karşı Türkiye-Rusya-İran aksının başarı gösterdiği görülmektedir. Bu karşılaştırma Soçi zirvesine karşılık Varşova zirvesi şeklinde de özetlenebilir. Soçi zirvesiyle aynı gün Varşova’da İsrail’in öncülüğünde toplanan İran karşıtı ülkeler bölgesel ve uluslararası istikrarsızlığa katkıda bulunmak için çabalarken Türkiye, Rusya ve İran ise bölgesel ve uluslararası barış için gayret gösterip sonuç almaktadır.
Genel anlamda zirveden çıkan sonuca bakıldığı zaman Türkiye’nin en başından beri Suriye’deki askeri varlığına gerekçe olan güvenlik endişelerinin meşruluğunun Rusya ve İran tarafından da teyit edilmiş olduğu görülmektedir. 2016’nın son gününde başlayan ateşkesten beri devam eden barış sürecinde nihai sonuca her geçen gün daha da yaklaşıldığı gözler önüne serilmiştir. Barış sürecinin garantörü olan üç ülke –Suriye’de kendilerini ve birbirlerini ilgilendiren meselelerde farklı yaklaşımlara sahip olsalar da– çözüm masasını mümkün kılan zemini ayakta tutan ortaklıklarını pekiştirmiştir. İş birliğinin bundan sonra da devam edeceği hatta muhtelif alanlara yayılabileceği ifade edilmiştir. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda gerçekleştireceği operasyona, Suriye’nin kuzeydoğusunda oluşturulacak güvenli bölgeye ve İdlib’in temizlenmesi sürecinde sivillerin zarar görmemesine odaklanacağı anlaşılmaktadır.