Covid-19 salgınının ekonomide, sosyal alanda ve iş gücü piyasalarında bugün birçok değişikliğin yaşanmasına neden olan belli etkilerini görmekteyiz. Bundan sonra da bu etkilerinin devam edeceği görünmektedir. Üretim biçimleri ve iş yeri kavramı belirgin bir biçimde değişecektir. Bu dönemde yerli ve milli üretim artacaktır. Bu durum Türkiye’nin son yıllarda artan sanayileşme hamlelerinin ilerlemesi için yeni fırsatlar oluşturacaktır. Kamu hizmetleri önem kazanacak ve özellikle sosyal güvenlik sistemlerinin kamusal ağırlığı artacaktır. Pandemi sürecinde refah devletlerinin bazılarının sistemlerinin çökmesi “refah devleti” anlayışında sorgulamalara neden olacaktır. Sosyal politikalarda ve sosyal yardımlarda hem revizyon yapılacak hem de yeni bir dönem başlayacaktır. Çalışma hayatında dijitalleşmenin etkisinin daha fazla görülmesiyle iş hukukundan üretim biçimlerine çalışma düzeninde çeşitli değişiklikler yaşanacaktır.
Salgının ekonomik etkileri aynı zamanda iş gücü piyasalarını ve çalışma hayatını derinden etkilemektedir. Salgının arz ve talep yönlü etkilerinin yanı sıra finansal piyasalara da ciddi darbe vurduğu görülmektedir. Özellikle salgının ilk dönemlerinde nüfusun önemli bir kesiminin üretim ve tüketim ağından çekilmesi arz ve talep yönlü bir etki oluşturmuştur. Bir taraftan üretim aksadığı gibi diğer taraftan da talep daralmış, sonuçta işçilerin iş yerlerinden uzaklaşmasına neden olan bir durum ortaya çıkmıştır.
Salgının Etkilerini Belirleyecek Faktörler
Salgınla mücadele nedeniyle sağlık harcamaları artarken karantina uygulamaları nedeniyle kamu gelirleri azalmıştır. Faaliyetleri durdurulan iş yerleri nedeniyle bazı ekonomik faaliyetler de durma noktasına gelmiştir. Ayrıca devletler salgının ekonomik ve sosyal etkilerinin azaltılması için büyük meblağlı ekonomik paketler açıklamıştır. Tüm dünyada kurtarma paketleri için 8 trilyon dolar, Türkiye’de ise 250 milyar TL ayrılmıştır. Salgının etkisinin ne zaman giderileceği, aşı ve ilaç çalışmalarının ne zaman tamamlanacağı bilinmediği için salgının ekonomiyi ve dolayısıyla iş gücü piyasalarını ne kadar daha etkileyeceğini tahmin etmek kolay değildir. Bu nedenle salgının etkilerini çeşitli senaryolar çerçevesinde yorumlamak gerekir. Ayrıca küresel bir sorun olan salgının ekonomik ve sosyal etkilerinin ancak küresel bir toparlanmayla mümkün olacağını ifade etmemiz gerekir. Mesela salgının etkilerinin önümüzdeki 1-2 yıl gibi kısa vadede ortadan kalkacağını varsayarsak iş gücü piyasalarında toparlanmanın ancak salgının etkisi kalktıktan sonraki yılda olacağını söyleyebiliriz. Elbette salgın öncesi normale dönmeyi belirleyecek başka faktörler de olacaktır. Bunlar paketlerin etkileri, toparlanmanın hızı, tüketici davranışlarındaki değişiklik, üretim yöntemlerindeki değişim, salgının kontrole alınma süresi ve ikinci dalganın durumu olarak sıralanabilir.
Salgının çalışma hayatını da önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. Salgınla birlikte, kısa çalışma ödeneği, nakdi ücret desteği, sosyal yardımlar ve uzaktan çalışma gibi kavramlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Öncelikle bu süreçte sıkça kullanılan “uzaktan çalışma” ya da “evden çalışma” kavramlarının bizim çalışma kültürümüze ne kadar uygun olduğunu tartışmak yerinde olacaktır.
Uzaktan Çalışma
Sanayi devrimine kadar ev ile iş genellikle aynı mekanda olmuştur. Aileyi oluşturan her bir fert bir anlamda işi paylaşarak yapılan işe az ya da çok katkı sağlamıştır. Sanayi devrimiyle iş ve ev hayatı birbirinden ayrılmıştır. Pandemi döneminde ise uzaktan çalışma sistemiyle bazı işlerin yeniden evlere taşındığını görmekteyiz. Bu durum bir anlamda geçmişe dönüş olarak da yorumlanabilir. Bu durum “Çalışma hayatında sanayi devrimi öncesinde olduğu gibi ‘ev ile işin aynı mekanda’ olduğu günlere geri mi dönüyoruz?” sorusunu akıllara getirmiştir. Bundan önce cevabını aramamız gereken soru ise Türkiye’de çalışma kültürünün uzaktan çalışmaya uygun olup olmadığıdır.
Pandemi nedeniyle çok sık kullanılan uzaktan çalışma, İş Kanunu’nda 2016’da yapılan değişiklikle çalışma hayatımıza girmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesine göre uzaktan çalışma; işçinin, işveren tarafından oluşturulan iş organizasyonu kapsamında iş görme edimini evinde ya da teknolojik iletişim araçları ile iş yeri dışında yerine getirmesi esasına dayalı ve yazılı olarak kurulan iş ilişkisidir. Kamu kurum ve kuruluşlarında ise uzaktan çalışma pandemi sürecinde Cumhurbaşkanlığı genelgeleriyle uygulama imkanı bulmuştur.
Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre “genellikle evden çalışma” oranı Avrupa Birliği’nde ortalama yüzde 5.2 iken Türkiye’de ise bu oran yüzde 2.2 seviyelerindedir. Hollanda, yüzde 14’lük oranla bu alanda en üst sırada yer alırken, son sırada yüzde 0.3’lük oranla Bulgaristan yer almaktadır. AB’de kadınlar, erkeklere oranla evden çalışmada daha yüksek paya sahiptir. Türkiye’de istihdamdaki kadınların erkeklere oranla daha çok evden çalışmayı tercih ettikleri görülmektedir.
Uzaktan çalışma, mekandan bağımsız çalışma imkanı vermesi, zaman konusunda esnek olması, yolda zaman geçirilmemesi, iş yeri ve ofis maliyetlerini azaltması gibi nedenlerle tercih edilen bir çalışma biçimidir. Ancak sosyalleşme eksikliği, fiziksel aktivite eksikliği, iş ve hayat dengesini sağlayamamak, iş ve aile dengesini sağlayamamak, mesai kavramının ortadan kalkması ve mahrem alanda her an çevrim içi olmak gibi bazı dezavantajları da vardır.
Uzaktan Çalışma Türkiye’de Yaygınlaşır mı?
Pandemi süreci başladığından bugüne artık çalışma hayatının tamamen değişeceği ve işlerin büyük ölçüde evden yapılacağı gibi bir iddia dillendirilmektedir. Uzaktan çalışmanın yaygınlaşması için ülkemizde çalışma kültürünün ve aynı zamanda şirket ya da kurum kültürünün buna uygun hale gelmesi gerekir. Covid-19 riski ortadan kalktığında çalışma hayatında dijitalleşmenin daha da gelişeceğini ancak evden çalışmanın daha yavaş ilerleyeceğini düşünüyorum. Çünkü bizim çalışma kültürümüz genel olarak farklı özellikler taşımaktadır. İşverenlerin uzaktan çalışma ve uzaktan çalışanlar konusunda tecrübe seviyesi önemlidir. Bunu Türkiye’nin bir süre tecrübe etmesi gerekir. Ayrıca bizim işverenlerimizin önemli bir bölümü, çalışanı iş yerinde görmek istemektedir. Bu nedenlerle evden çalışmanın bir miktar artsa da yaygınlaşmasının kısa sürede mümkün olmayacağını düşünüyorum. Hatta bazen çok ileri yorumlar yapılarak bundan sonra tamamen evden çalışılacağı ifade edilse de bunun kısa vadede olması mümkün değil. Bugün Avrupa’da evden çalışma oranında ilk sırada olan Hollanda’da bile evden çalışma oranı yüzde 14’tür. Ayrıca her sektör uzaktan çalışmaya uygun değil. Mesela online pazarlama, yazılım geliştirme, destek veya satış gibi alanlarda, dijital gazetecilik ve basın yayın alanında çoğu iş evden yapılabilir. Ancak imalat sektörü, tekstil, tarım, otomotiv üretimi, ekip halinde yapılan işlerde uzaktan çalışma çok mümkün görünmemektedir.
İş Gücü Piyasalarının Durumu
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) en güncel iş gücü istatistikleri, 10 Eylül’de yayınlanan Haziran 2020 verileridir. Bu veriler Mayıs, Haziran ve Temmuza ilişkin 12 haftalık bilgileri içermektedir. Buna göre Türkiye iş gücü piyasasında; iş gücü sayısı 30 milyon 632 bin, istihdam 26 milyon 531 bin ve işsizlik yüzde 13,4’tür. Sanayi sektörünün toplam istihdamdaki payı yüzde 20 (5 milyon 297 bin işçi), hizmetler sektörünün ise yüzde 55’tir (14 milyon 590 bin işçi). İstihdamın yüzde 75’i sanayi ve hizmetler sektöründedir. İstihdamın yaklaşık 20 milyona ulaştığı ve salgının en fazla etkilediği hizmetler ve sanayi sektörüne ilişkin istihdam politikaları geliştirilmelidir.
Türkiye’de kısa çalışma ödeneği uygulaması, işten çıkarmaların belli şartlar dışında yasak olması ve nakdi ücret desteği, salgının iş gücü piyasalarına etkilerini tam olarak analiz edebilmeyi zorlaştırmaktadır. Ancak salgının başlangıcından itibaren 3 milyon 579 bin kişiye (18 milyar 690 milyon TL) kısa çalışma ödeneği verilmesi, 1 milyon 976 bin kişiye (4 milyar 398 milyon TL) nakdi ücret desteği verilmesi salgının iş gücü piyasalarını önemli boyutta etkilediğini göstermektedir. Türkiye bu etkinin risklerini azaltmak için doğrudan işçilere ve ihtiyaç sahiplerine Sosyal Koruma Kalkanı çerçevesinde şimdiye kadar 35 milyar TL ödeme yapmıştır.
İş Gücü Piyasalarında Riskler ve Yapılması Gerekenler
1929 Büyük Buhranı ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya benzeri krizleri yaşadığında devlet kontrolü artmıştı. Kriz yönetiminde önce ekonomide düzeltmeler gerçekleştirildi ve sonra sosyal refah devleti oluşturuldu. Nihayet devlet kontrolünü denetleyen sivil toplum ve demokratik kurumlar oluştu. Bu çerçevede ülkemizde önümüzdeki dönemde kamunun etkisinin daha da arttığı bir dönem olacaktır.
Salgının etkilerinin birkaç yıl sürmesi ihtimali özellikle turizm sektöründe hem istihdamda hem de ülkemizin cari açığını azaltan turizm gelirlerinde dramatik düşüşlere neden olacaktır. Türkiye 2019’da 51 milyon turist ağırlamış ve 34,5 milyar dolar gelir elde etmişti. Bu yıl ise ilk yedi ayda 5.5 milyon turist ağırlandı. Turizm sektöründe aşı bulunsa dahi psikolojik nedenlerle seyahat etmenin önümüzdeki yıllarda da azalacağı düşünülmektedir. Bu durum iş gücünün önemli ölçüde etkilenmesine neden olacaktır.
Covid-19 salgını, virüslerin konvansiyonel silahlardan daha çok zarar verebileceğini göstermiştir. Bu nedenle yeni dönemde savunma sanayi yatırımları kadar sağlık sektörüne ve tıbbi ürünlere yapılan yatırımlar da stratejik önem kazanacaktır. Bu bakımdan özellikle istihdamın daraldığı sektörlerden potansiyel olarak gelişecek sektörlere iş gücünün uyum sağlayacağı mesleki eğitimler yapılmalıdır. Mesela turizm sektöründe çalışan işçilere mesleki uyum eğitimleri verilerek gelişen tıbbi ürün ve sağlık sektöründe çalışmasına imkan sağlayacak zemin oluşturulmalıdır.
Burada dünyanın birçok ülkesi gibi Türkiye’de işsizliği önlemek, reel sektörü ayakta tutmak, salgınla mücadele eden sağlık sistemini sağlam tutmak gibi temel hedefler gözetmektedir. Dünyada ekonomik faaliyetlerin durması, büyümeyi azaltacak ve işsizliği artıracaktır. Her ne kadar büyüme noktasında Türkiye diğer ülkelerden pozitif olarak ayrışsa da büyümenin azalacağı ve işsizliğin artacağı açıktır.
Pandemi sürecinde faaliyetleri tamamen ya da kısmi olarak durdurulan iş yerleri nedeniyle bazı firmaların kapanacağı ve bu nedenle işsizliğin artacağı görülmektedir. Salgının etkisinin azalıp normale dönüldüğünde kapanan firmalardan bazıları tekrar açılmayabilir. İşini kaybeden her işçi yeniden iş bulamayabilir. Üstelik bu dönemlerde işsiz olan gençlerin, yaşlıların ve kadınların iş bulması daha da zorlaşmaktadır. Piyasalardaki durgunluk dönemlerinin ekonomi üzerinde kalıcı hasarlar bırakmasına “histeresis etkisi” ya da “histeri hipotezi” denilmektedir. Salgının iş gücü piyasalarında histeri etkisi oluşturmasını engelleyecek tedbirlere yoğunlaşmak gerekir. Bütün mesele salgın öncesi var olan istihdam sayısına ve üretim seviyesine nasıl geri döneceğimizi planlamaktır.
Salgın sürecinin Türkiye açısından bazı fırsatları da mevcuttur. Türkiye’nin genç nüfusunun olması, nitelikli bir iş gücüne sahip olması, imalat sanayindeki imkan ve kabiliyetleri doğrudan yabancı yatırımları çekebilecektir. Zira Çin’e ve bazı Asya ülkelerine dayalı tedarik zincirlerindeki alternatif arayışlarında Türkiye öne çıkabilir. Eğer bu fırsat değerlendirilebilirse ülkemiz büyüme ve istihdamda önemli yükselişler yakalayabilecektir.