Kriter > Siyaset |

Seçim Dış Politika İçin Milat


Cumhurbaşkanı Erdoğan, erken seçim yoluyla dış politikadaki gücünü pekiştirmek ve Türkiye’nin istikrarını zayıflatmayı amaçlayanlara karşı önleyici bir hamle yapmış oldu.

Seçim Dış Politika İçin Milat

18 Nisan Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için sandık başına gideceğini açıkladı. Aslında pek çok kişi Türkiye’nin çeşitli nedenlerle erken seçim yapmasını bekliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın toplantısında açıkladığı gibi Türkiye 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve Suriye iç savaşı nedeniyle hem içeride hem de dışarıda ciddi güvenlik tehditlerine maruz kaldı. Daha da önemlisi Nisan 2017’deki anayasa halk oylaması sonrasında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve güvenlik dengesini bozmadan yeni bir hükümet sistemi kurmaya yönelik Ankara’nın yoğun bir mesaisi vardı. Ekonomik gerekçeler bir kenara bırakılacak olursa erken seçim kararı sadece iç siyaset değil aynı zamanda bölgesel siyasette yaşanan gelişmelerle oluşan belirsizliklere yönelik bir reaksiyon olarak ortaya çıktı. İç siyasi istikrar ve iktidar konsolidasyonu dış politikanın etkin bir şekilde işletilebilmesi açısından son derece önemli.

Ancak erken seçim kararının arkasındaki stratejik nedenler çok boyutlu ve Türkiye’nin mevcut dış ve güvenlik siyasetini etkileyebilecek nitelikte. Karar, Türkiye’nin Suriye sınırındaki kısa vadeli stratejik ve askeri angajmanları için birçok fırsatın yanı sıra riskleri de beraberinde getiriyor. Özellikle PKK’ya karşı terörle mücadelenin içerideki gidişatını etkileme potansiyeli olmasa bile bölgesel seyrini etkileyebilir. Tam da bu noktada seçimler sonrasında Türkiye’yi yoğun bir dış politika ajandası beklediğinin hatırda tutulması gerekiyor. Söz konusu ajandanın içinde birçok başlık var. Bu başlıkların seçim sonrasında değişen hükümet sistemiyle birlikte daha farklı bir düzlemde işleyeceğini dikkate alarak dış politikada hedef ve stratejilerin belirlenmesi gerekiyor. Türkiye’nin Suriye’deki asıl meydan okuması henüz tam olarak ortadan kalkmış değil. Meydan okuma aynı anda stratejik düzeyde aynı perspektife sahip olduğu aktörlerle taktiksel ayrışma, taktiksel düzeyde uyum içinde çalıştığı aktörlerle ise stratejik bir ayrışma yaşıyor olmasıdır. Bu iki durumun oluşturduğu zorluğun hissedildiği iki örnekten biri PKK/YPG diğeri ise Suriye iç savaşıdır. Zorluk tam olarak bu iki bloğa dahil olmadan kendi özerk stratejisini geliştirebilmesidir. Peki, bu özerk stratejiyi Türkiye’nin uygulama imkanı var mı? Bu sorunun hemen verebileceğimiz kolay bir cevabı yok. Daha ziyade Türkiye’nin seçenek ve imkanlarından bahsetmek doğru olabilir.

Fransa’ya Dikkat!

Seçim kampanyası sırasında ve sonrasında Türkiye özellikle ABD, Fransa ve İngiltere tarafından yönetilen “sınırlı füze saldırısı”nın birçok belirsizliğe yol açtığının farkında olarak hareket etmelidir. Bu Suriye’de oluşan güvenlik sorunlarının çok daha fazla dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır. Sınırlı saldırı tahmin edildiği gibi sadece kimyasal silah merkezlerini hedef alarak Esed rejiminin askeri kapasitesine neredeyse dokunmamıştır. Bu nedenle sürmekte olan Astana süreci, Türkiye’nin PKK ile mücadelesi ve PKK/YPG konusunda Ankara ile Washington arasındaki mevcut siyasi kopma dikkate alınarak Suriye krizine ilişkin gelinen nokta daha dikkatli bir şekilde okunmalıdır.

Yakın zamanda Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un çıkışı Türkiye’nin stratejik önceliklerinin Fransa ve Suriye’deki diğer uluslararası aktörler tarafından nasıl zayıflatılmaya çalışıldığını gösteren çarpıcı bir örnektir. Macron “Bu müdahale ile Rusya ve Türkiye’yi bu konuda ayırdık” diyerek doğrudan Türkiye’nin Rusya ile artan yakınlaşmasını hedef almıştır. Bu çıkış sadece Türkiye ile Rusya arasındaki Suriye sahasında varılan mutabakat değil aksine Türkiye-Rusya yakınlaşmasının bölgesel siyasette ortaya çıkarabileceği sonuçlardan endişelenildiğinin bir göstergesi niteliğindedir.

Fransa’nın özellikle Doğu Suriye’de PYD-YPG’nin kalıcılığını sağlamlaştırmak için stratejik çıkarlarını yeniden yapılandırmak amacıyla yeni bir oyuncu haline gelmesi konusundaki artan istekliliği -ABD’nin de PKK ortaklığı düşünüldüğünde- Türkiye’ye ek bir maliyet yükleyebilir. Bu ister istemez Fransa’yı Suriye sahasında Türkiye’ye rakip bir ülke haline dönüştürecektir. Bahsettiğim stratejik öncelikler ile taktiksel gereklilikler arasındaki makası daha da açabilir. Fransız inisiyatifinin Suriye krizinin çözümüne dair Avrupacı kanadı temsil eden stratejisi ile geleneksel rolünü yeniden canlandırmak için hayati gördüğü “Kürt stratejisi”nden oluşan iki boyutu söz konusudur. Her ikisi açısından da ABD’yi Suriye’de tutmak hayati görünmektedir. Kimyasal silah saldırısından önce Trump’ın Amerikan askerlerini Suriye’den çekeceğine kimse ihtimal vermemişti. Ancak Macron, Trump’ı çekilmeme konusunda kendisinin ikna ettiğini duyurdu. Bu bize Fransa’nın her durumda Suriye için bir hesap yaptığını gösterir niteliktedir. Fransa’nın PKK/PYD konusundaki tavrı ise ABD ile benzer bir görüntü sergilemektedir. DEAŞ ile mücadelenin askeri ayağının tamamlanması, etkin yerel yönetim modelinin kurulması ve siyasi geçiş sürecinde PYD ya da başka bir oluşum adı altında PKK’nın Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabileceği “otonom bir bölge”yi kontrol eden yapı olarak varlığını sürdürmesinin garanti altına alınması Fransa’nın bundan sonraki Suriye stratejisinin ana sütunlarını oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Öncelikleri

Tam da bu noktada Türkiye’nin yeni dönemde özellikle de seçimler sonrasında Astana sürecini daha fazla önemsemesi gerekiyor. Astana bağlamında varılan uzlaşıyı sağlamlaştırmak Türkiye’nin en önemli öncelikleri arasında yer almalı. Türkiye’yi Suriye’de ilgilendiren birçok konu arasından PKK/YPG meselesine odaklanılsa da bunun kadar Türkiye’nin ulusal güvenliğini yakın bir gelecekte ilgilendirecek en önemli başlıkların arasında Suriye’deki anayasa çalışmaları ve politik sürece (büyük ölçüde Esed’siz) geçiş yer almalı. Çünkü her iki başlık da Suriye’de PKK’nın kaderini belirleyecek ölçüde önemli.

Astana ve devamındaki Soçi ve Ankara üçlü zirvelerinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Zira Türkiye bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir anayasanın oluşmasını isterken diğer taraftan da muhalefeti hem askeri hem de siyasi olarak ayakta tutacak formülün hayata geçmesi için çabalıyor. Daha da önemli olan Türkiye’nin söz konusu zirve içinde en kritik aktör olmasıdır. Yani Türkiye olmadan bu sürecin devam etmesi oldukça zor görünmektedir. Çözüm masasında oturan aktörlerin çeşitlendiği bir durumda Türkiye’nin kendi tezlerini kabul ettirmek için çaba sarf edeceği diplomatik zeminin çeşitlenmesi daha zorlaşmaktadır. Yani Astana süreci eğer Cenevre’ye uzanacaksa öncesinde Türkiye’nin elde ettiği askeri ve siyasi kazanımların korunması ve bu şekilde daha fazla oyuncunun olduğu bir platforma taşınması gerekmektedir. Bunun yolu Rusya ve İran ile varılan uzlaşının Batı’ya rağmen devam ettirilmesidir.

Türkiye -İran ve Esed rejimi rahatsız olsa bile- Rusya ile mutabakat üzerinden anayasayı, ABD ile mutabakat ile de gelecekte Rusya’nın pek mutlu olmayacağı demokratik bir seçimin yapılmasını gerçekleştirmek istiyor. Bu hedef Türkiye’nin Suriye siyasetinin bel kemiğini oluşturan PKK ile mücadelede kolaylaştırıcı bir faktör olarak daha fazla işe yarayacaktır. Rusya, Türkiye ve İran aralarındaki farklılıklara rağmen Astana sürecinde yakalanan konsensüsü devam ettirmek istese de ABD ve Fransa başta olmak üzere diğer aktörlerin bu süreçten memnun olmadıkları oldukça açık. Bu nedenle kısıtlı füze saldırısına Astana süreci penceresinden bakmakta da fayda var.

Seçimden sonra ortaya çıkacak yeni siyasi yapının özellikle etkili karar alma süreci ve AK Parti ile MHP arasındaki yeni siyasi uzlaşı açısından Türkiye’nin terörizme karşı devam eden mücadelesini ve Suriye’de alacağı inisiyatifleri kolaylaştırması beklenmelidir. Erken seçimin zamanlamasının arkasındaki önemli nedenlerden biri stratejik konuların söz konusu olduğu dış politikadır. Kuzey Suriye’deki Türkiye’nin mevcut askeri stratejisi zaman kaybına tahammül edemez. Çünkü Türkiye’nin zaman kaybetmesi PKK/YPG’ye daha fazla stratejik ve politik ilerleme sağlayacaktır. Ancak seçim kampanyası için iki aylık bir dönem Türkiye tarafından tolere edilebileceğinden bu dönemde özellikle PKK’nın Menbiç’ten çıkarılması konusu Washington ve Ankara arasındaki görüşmelerle devam edecek gibi görünmektedir. Dolayısıyla iki aylık seçim kampanyası süreci dış politikaya fazla bir maliyet oluşturmayacaktır.

Suriye krizinin birçok uluslararası aktörün yer alacağı yeni bir yöne doğru hızla dönüşebileceği konusunda ortak bakış açısı söz konusu. Türkiye’nin iç siyasetine dair artan tartışmanın devam etmesi Ankara’nın uluslararası platformdaki mevcut stratejik konumunu zayıflatabilir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan erken seçim yoluyla dış politikadaki gücünü pekiştirmek ve sadece PKK terörüne karşı Türkiye’nin stratejik kararlılığını korumak değil aynı zamanda ülkenin istikrarını zayıflatmayı amaçlayanlara karşı da önleyici bir hamle yapmış oldu. Bu hamlenin dış politikada Türkiye’nin elindeki imkanları daha fazla kullanması için 24 Haziran seçimlerinin yeni bir kırılmayı işaret ettiğini söyleyebiliriz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası