Kriter > Siyaset |

Cumhur İttifakı Yerli Anlayışın Yansıması


Toplumsal planda ortaya çıkan “kolektif bilincin” giderek siyasi bakımdan da yeni bir oluşuma, Cumhur İttifakı diye isimlendirilen siyaset anlayışına dönüşmesiyle başta parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş gibi tarihsel önemi yüksek reformlar gerçekleştirilmiştir.

Cumhur İttifakı Yerli Anlayışın Yansıması
AK Parti Kahramankazan mitingi, Ankara, 26 Şubat 2017

Cumhur İttifakı’nın hangi şartlarda ortaya çıktığını tartışmadan ve tarihsel misyonunu kavramadan onu bir seçim meselesi olarak ele almak şüphesiz eksik ve yetersiz olacağı gibi bu şekilde siyasal manasını kavramak da mümkün olmayacaktır.

Türk siyasal hayatında temel sorunun bir başka ifadeyle temel siyasal bölünmenin kültürel eksende ortaya çıktığını söyleyip bu yönde bazı tezler ileri sürmekteyim. Nedir bu siyasal bölünmeler diyerek meseleye yakından bakıldığında işin “yerli olmak” ve “Batıcı olmak” gibi bir farklılaşma ekseninde şekillendiğini görmek mümkündür.

Batılılaşma ideolojisinin İmparatorluğun son döneminden itibaren farklı adlarla anılan akımlar şeklinde görüldüğünü, siyasi partiler tarafından temsil edildiği halde yerli tavrın ise çoğu kere savunmacı bir konumda kaldığını tespit etmek zor değildir. Çünkü Batılılaşma başlangıcından itibaren devlet merkezli ve topluma müdahale aracı olan bir ideoloji halinde tezahür etmiştir.

İmparatorluğun son yüzyılından itibaren devletin resmi elitleri tarafından “toplumu değiştirme” aracı haline getirilen Batılılaşma ideolojisinin giderek devlet ideolojisi halini almasının imparatorluk dönemi içindeki gerekçesi açıktır: Batı karşısında askeri mağlubiyetler yaşayan, toprak kaybeden devleti kurtarmak için devletten başlayarak bütün toplumu Batı’ya benzetmekten başka yol kalmamıştır. Düz mantıkla bakıldığında bu anlayışı bugün de savunanlar kendisini haklı gösterecek birçok gerekçe söyleyebilirler ki zaten söylemektedirler.

Oysa “Batılılaşma sorunu” böylesine basit yalınkat bir mesele değil politik, kültürel, ekonomik ve nihayetinde toplumsal bir meseledir. Politik bir meseledir çünkü devlet-toplum ilişkilerini yeni bir biçimde düzenlemek maksadına sahiptir. Bunun anlamı devleti, toplumu yeniden düzenleme gücü ve hakkı olan bir “özne” dolayısıyla toplumu nesneleştiren bir anlayış şeklinde açığa çıkmaktadır.

Peki, devlet denilen yapıdaki iktidarı belirleyecek unsur ya da unsurlar kimlerdir? Klasik sistemde sultan veya hakan iktidarı tarihsel kimliği içinde belli bir meşruiyete dayanarak toplumun muhtelif zümreleriyle kurduğu ittifakla yönetmektedir. Bu meşruiyeti sağlayan tarihsel miras, siyasal gelenek, dini inançlar, örfi ve şeri hukuk gibi birçok kaynak bulunmaktadır. Bunların bağlı olduğu muhtelif kurumlar vardır ve bunların tamamı bir toplumsal tasavvuru üretmektedir.

Burada devletin dayandığı güç ilişkilerinin askeri ve sivil bürokrasiyi dengeleyecek düzeyde yapılaşmış olması çok önemlidir ki imparatorlukta bürokrasiyi ve askerleri dengeleyecek mekanizmalar klasik dönem boyunca karşılaştığı sorunları çözerek devam etmiştir. Bürokrasinin devlet içindeki konumunun değişmesinde Batılılaşma politikaları ve ideolojisinin önemli bir rolü olmuştur. Batılılaşma yönündeki reformlar bürokrasiyi adeta “kendisi için bir sınıf” politik güç haline yükselterek sultan karşısında siyasi bir zümreye dönüştürmüştür.

 

Yerli Olmak

Bu süreç Türkiye’de siyasal farklılaşmalara Batıcı bürokratik kadrolar ve onların karşısında sivil halk tabakaları olarak yansıyacaktır. Dolayısıyla bürokratik kadroların devlet içinde örgütlenmiş olmaktan kaynaklanan gücü karşısında sivil halkın içine kapanarak kendi kültürüne dönük Batılılaşma politikalarına karşı geliştirdiği tutumlar önemlidir.

Batıcı/bürokratik kadrolara karşı sivil halkın muhtelif unsurlarınca geliştirilen siyasal tavırlardan birincisi muhafazakarlık, ikincisi yenileşmeci muhafazakarlık veya muhafazakar modernleşmecilik, üçüncüsü de tutuculuk denilebilecek içe kapanmacılıktır ki bunların hepsinin temel özelliği yerli olanı koruma endişesine dayanmaktadır.

Türkiye siyasetinde “yerli olanı koruma” kapsamında ortaya çıkan siyasal fikir, akım ve partilerin varlık alanı bulması kolay olmamıştır. Çünkü Batılılaşma politikaları devletin resmi yaklaşımına dönüşünce halka karşı zorla uygulanan bu anlayışın karşısında durmak oldukça zordur. Devlet zor yoluyla toplumu Batılılaştırmak için kaçınılmaz olarak otoriter baskıcı bir yapıya kavuştukça antidemokratik düzen başka hiçbir anlayışa tahammül göstermeyecektir.

Bir anlamda imparatorluk sürecinde ortaya çıkan Meşrutiyet’te parlamentonun açılışıyla başlayan sürecin o günkü şartlar içinde demokratikleşmeye dönük güçlü bir harekete dönüşmemesinin sebepleri arasında bu olayın önemli bir rolü olduğunu söylemek isterim. Konunun asıl problem haline gelmesi ise Cumhuriyet döneminde açığa çıkacaktır.

Cumhuriyet döneminde Batılılaşma siyasetinin bilhassa Batıcı bürokrasinin Ankara’da bütünüyle iktidarı ele geçirmesiyle devlet kaçınılmaz bir şekilde otoriterleşme sürecine girerek –bilindiği gibi– Tek Parti Dönemi diye bilinen baskıcı bir siyasal rejim oluşmuştur.

Meseleyi bu tarihsel bağlam içinden ele alarak konuyla ilgili şu hususun altını çizmek gerekmektedir: Devlet içinde bürokratik kadrolar yerli kültürü tasfiye edip kendi anladıklarınca Batılı bir toplum kurmak istedikçe antidemokratik siyasal yapıyı giderek tahkim etmişler ve rejim otoriter baskıcı bir biçime bürünmüştür. Bunun sonucu kendi halkına karşı mücadele eden bir devlet ve kendi kimliğini korumak için ya içine kapanan bir halk ya da buna karşı yerli bir çıkış yolu arayan –korumacı/muhafazakar olarak isimlendirdiğim– kültürde muhafazakar, ekonomik ve toplumsal hayatta yenilikçi-kalkınmacı arayışların ortaya çıkması olmuştur.

Bu olaylara paralel gelişen iki farklı dinamiği daha ele almak gerekir ki bunlardan ilki bu sürecin uluslararası boyutudur. Batılılaşma siyaseti neredeyse kaçınılmaz olarak dış politikada Batı’ya karşı teslimiyetçi ve giderek Batılı karar merkezlerinin çizgisine hapsolmuş bir dış politikayı netice vermiştir. Diğeri de bilhassa çok partili hayatın başlamasıyla birlikte ilk demokrasi tecrübesiyle ortaya çıkan askeri darbelerle devletin antidemokratik yapısının teminat altına alınması girişimleridir.

Bir başka ifadeyle Batılılaşma siyasetinde antidemokratik rejim ve kurumlar, dışarıya bağımlı ilişkiler ve askeri darbeler arasında kurulmuş bir ittifak ve bunlara karşı durmaya çalışan muhtelif sivil yapılar söz konusudur. Fakat bu yapılar birçok yönden devlet karşısında onunla bütünleşmiş ideolojik ve politik yapı karşısında oldukça güçsüzdür, en azından bu güçsüzlük süresi oldukça uzundur.

Burada yerli olmanın demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve Batı karşısında bağımsızlıktan yana çeşitli yaklaşımların ortak paydası olduğu söylenebilir.

 

Neyin Bekası?

Son yirmi yılda yaşanan gelişmeler bir bakıma toplumsal değişme süreçleriyle bütünleşerek bu yapısal durumu ittifakın dayanağı ve zemini haline dönüştürmüştür. Bilhassa bu aşamada on beş yılı aşan AK Parti iktidarlarının uyguladığı siyasetlerle toplumsal değişim eğilimlerini icraata dönüştürüp toplumsal ile siyasalı devletin bütün katlarına taşıdığını ve büyük bir reform yarattığını tespit etmek gerekir.

Tam bu tarihsel aşamada Türkiye’ye yönelik iki önemli saldırının farklı bir boyutta ortaya çıkması tesadüf değildir: Birincisi uzun yıllardır Türkiye’ye ayak bağı olarak oluşturulmuş bulunan etnik terörün bölgesel sorunlarla bütünleştirilerek ülkenin bir bölgesini işgal etme girişimi ve terör saldırıları, ikincisi de 15 Temmuz darbe girişimidir.

Bu olaylar birçok bakımdan tarihsel dönüm noktasına gelindiğini göstermiştir. Toplumsal değişim süreçleriyle bütünleşerek bir çeşit sarmal ilişki içine giren siyasal hareketin (AK Parti hareketinin) demokratikleşme süreciyle “devletin iktidar alanları”nı halka açması sonucu sivil unsurların demokrasi sayesinde güç kazanması yoluyla yüz yılı aşan statükonun hegemonyasının birçok düzlemde sarsıldığı ve yıkılmaya başladığı ortaya çıkmıştır.

Batıcı bürokratik iktidar zümrelerinin devlet üzerinden kurdukları ideolojik, politik ve ekonomik iktidar alanlarının hızla tasfiye edilmesi “darbe dinamiği” diye ifade edilen mekanizmayı harekete geçirmiştir. Fakat o zamana kadar başarılı olan müdahale ve darbe girişimlerinin hepsi geriye püskürtülmüştür. Bu durumda doğrudan doğruya demokratik süreci istikrarsızlaştıran terör eylemleri devreye sokulmuştur. Terör örgütleri yıllar boyunca demokrasi sayesinde hükümet kurmuş partileri zayıflatmak, çaresiz durumda bırakmak ve müdahaleye zemin hazırlamak üzere hareket etmiştir. Bunlar arasında etnik terör hadisesinin farklı bir işlevi olduğu anlaşılmaktadır ki o da onlardan beklenenin sadece demokratikleşme sürecini kesintiye uğratmak değil doğrudan ülkeyi bir bölünme tehdidinde tutmak ve Türkiye’nin kontrolden çıkması durumunda iç savaş yoluyla parçalanması gibi işlevleri olduğu anlaşılmaktadır.

Bu mekanizmanın işlemediği ya da bu yolla hedefe ulaşılamayacağı anlaşıldığında devreye sokulacak aracın ise Soğuk Savaş yıllarında örgütlenmeye başlayan ve “cemaat” olarak bilinen paralel bir faşizan yapılanma olduğu ortaya çıkmıştır.

15 Temmuz herhangi bir cemaatin devlet içinde iktidarı ele geçirmek üzere darbe yapma girişimi değil doğrudan doğruya bürokrasi ve askeri cuntalar üzerinden Türkiye’yi kontrol altında tutan, bağımlılık ilişkileri kurmuş, Batı sisteminin toplum ve devlet içindeki örgütlenmelerinin NATO karargahına bağlılığı bilinen Gladyo yapılanması eksenindeki girişimidir. Amacı FETÖ vasıtasıyla Türkiye’nin bağımsızlığına son vermektir.

15 Temmuz Türk siyasi tarihinde yeni bir siyasal oluşumun –aynı zamanda farklılaşmanın– ortaya çıkmasının zeminini tarihsel bölünme çizgisinde yeniden harekete geçirmiştir. Yerli kültür, ekonomik kalkınma, bağımlılıktan çıkma, demokratikleşme gibi hedeflere ulaşarak kendi modernliğini kurmak isteyen milliyetçi ve muhafazakar siyasi yaklaşımlar bu süreçte yeni bir ittifak içine girecektir. Milletin “beka sorunu” yaşaması karşısında bir anlamda gelecekte var olma iradesini ortaya koyan bu yaklaşımın aynı zamanda bağımsızlıkçı bir tavır olduğu açıktır.

Toplumsal planda ortaya çıkan bu “kolektif bilincin” giderek siyasi bakımdan da yeni bir oluşuma, Cumhur İttifakı diye isimlendirilen bir siyaset anlayışına dönüşmesiyle başta parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş gibi tarihsel önemi yüksek olan reformları gerçekleştirdiği görülmüştür.

Bugün Cumhur İttifakı denilen yeni siyasal anlayışın arkasında bu ülkede 19 ve 20. yüzyıllarda yaşanılan travmalara yerli kültür üzerinden verilen siyasal bir cevap olarak, Türkiye’nin Batı karşısında içine düştüğü bağımlılık ilişkilerinin tasfiye edilmesi, kalkınması ve yaşama iradesini savunan toplumsal bilincin siyasete yansıması vardır.

Beka sorunu Türkiye’de belediye seçimlerinde herhangi bir adayın kazanıp kazanmamasıyla ilgili değil Cumhur İttifakı’nın temsil ettiği bağımsızlık ve var olma iradesine karşı Türkiye’yi güçsüzleştirmek, kontrol altına almak, bölmek, neokolonyalizme tabi kılmak isteyenler karşısında siyasal bir tavrın başarılı olmasıyla ilgilidir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası