Türkiye’yi 15 Temmuz darbe girişimine taşıyan sürecin siyasi argümanlarının başında “diktatörlük” iddiası yer alıyor. Tıpkı Libya, Mısır, Suriye ve Saddam dönemindeki Irak gibi, Türkiye’de de darbeye zemin yaratmak için hazırlanan diktatörlük söylemini üreten, yayan ve Batı’ya da pazarlayan kişi ve gruplar alt alta yazıldığında darbenin doğrudan ve dolaylı bileşenlerini de listelemiş oluruz. Bu listede HDP’nin “nadide” bir yeri bulunuyor.
“Diktatör” iddiasının takriben 2010 referandumundan itibaren dillendirilmeye başladığını söyleyebiliriz. O zamanlar “otoriterleşme eğilimi”, “tek adamlığa gidiş” gibi görece yumuşak bir söylem piyasaya yeni sürülüyordu. Gezi ayaklanmasından itibaren ise Erdoğan’ın adı net biçimde “diktatör” olarak ilan edildi.
Kısaca hatırlarsak; 2013 başında yeni adımlar atılmış, PKK 8 Mayıs’ta silahlı unsurlarını sınır dışına çekmeye başlamış ancak Gezi Parkı Şiddet Eylemleri patlak verince durdurmuş ve henüz HDP kurulmamıştı. Demirtaş’ın Gezi’yle ilgili ilk açıklamaları “darbe” iması içerdiği için sol çevrelerden yoğun tepki almıştı.
Ekim sonunda HDP kuruldu. Aynı yılın sonunda patlayan 17-25 Aralık operasyonlarına da HDP çevresi kuşkuyla yaklaştı. Hatta Öcalan açıkça, “Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir” diyerek 17-25 Aralık’ı mahkum ediyordu.
Ne olduysa bundan sonra oldu. 2014 başından itibaren HDP, hükümete karşı sert muhalefete başladı (Şimdi öğreniyoruz ki 2014 başında ve Ekim ayında PKK ile FETÖ arasında, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında görüşmeler yapılmış). Haziran’da HDP’nin başına Demirtaş ve Yüksekdağ getirildikten üç ay sonra ise HDP’nin çağrısıyla 52 yurttaşımızın katledildiği 6-8 Ekim olayları patlak verdi.
Darbeye Giden Yolun Taşları Döşenirken HDP
HDP artık, Erdoğan’a karşı topyekun yürütülen düşmanca muhalefetin koçbaşıydı. 7 Haziran seçimleri arefesinde yürütülen ve ana akım medya, CHP, tüm sol gruplar, aydınlar ve Batı’dan da desteklenen “Seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasıyla köprülerin çoktan atılmış olduğu anlaşıldı. Nitekim seçimlerden hemen sonra başlattıkları “hendek savaşı”, sadece Erdoğan ve hükümetle değil Türkiye ile de köprülerin atıldığının ilanıydı. 7-8 bin kişinin öldüğü söylenen hendek savaşları sırasında ürettikleri sayısız yalan ve dezenformasyon haberle Erdoğan’a “diktatör” sıfatını ve Kürtleri katleden savaş suçlusu imajını yamamaya çalıştılar. Böylece BM veya NATO’nun Türkiye’ye müdahalesi meşru hale getirilmiş olacaktı. Bu arada “Saray gladyosu”, “Saray’ın savaşı” gibi akla ziyan söylemler üretmekten de geri durmadılar.
Kısacası HDP, 15 Temmuz darbe girişimine giden yolun taşlarını döşeyen önemli aktörlerden biri oldu. Ancak bu sürecin sonunda iki şeyi kesin olarak kaybettiler: Birincisi Kürtlerin desteği. Çatışmasız, normal bir hayata dönmek için destekledikleri parti, kapılarının önünde çukurlar kazıp çocuklarını öldürtünce Kürtler desteği kesti. Şimdi pek çok HDP yöneticisi Güneydoğu sokaklarında yüzü yerde geziyor, istenmiyor, kovuluyor.
İkincisi de Türkiye partisi olma fırsatı. Daha iki sene önce ana muhalefete aday gösterilen parti, şimdi kimsenin yan yana durmak istemediği, kendi tabanının bile uzaklaştığı marjinal bir örgüte dönüştü. Hele de darbe girişiminin akamete uğratılması karşısında takındığı tutum HDP’yi toplumda istenmeyen bir noktaya sürükledi.
HDP Sınıfta Kaldı
Demirtaş, 15 Temmuz’u sessizce Diyarbakır’da karşıladı. Diğer partilerden 100 kadar vekil, bombalar altındaki Meclise koşarken, tek bir HDP’li vekil gitmedi. Bunu da, “O gece bir vekilimizin başına bir şey gelse çok farklı olaylar gelişebilirdi” diye zavallı bir açıklamayla geçiştirdiler. Bütün Türkiye’de ve HDP’nin yüzde 70-80 oy aldığı yerlerde halk tereddütsüz sokağa dökülürken HDP sokağa çıkmama çağrısı yaptı. Darbe ve ona karşı sokağa çıkanlar için sarf ettikleri yüz kızartıcı sözler ise arşivde.
Demirtaş şöyle diyordu ilk günlerde:
“Sivil darbecilere karşı başka bir grup darbe girişiminde bulunmuştur… İlericiler, aydınlıktan yana olanlar kendi geleceğimizi birlikte yaratamazsak IŞİD zihniyeti darbeci girişimi fırsat bilecek adımlara girişebilir.”
“IŞİD’çi bir kafa, bir güruh, HüdaPar’lısıyla, AKP’lisiyle bütün dinci, gerici gruplar meydanlarda güç gösterisi yapıyor ve demokrasiden ne anladıklarını da gösteriyorlar. Hiç kimseyi bu ülkede yurttaş olarak bile görmek istemiyorlar. Özellikle darbe girişimi sırasında suçu, günahı olmayan zavallı erlere bile neler yaptıklarını görüyorsunuz.”
Yüksekdağ’ın ifadeleri de pek farklı değil:
“Erdoğan muhalefete darbe yaptı. İç savaşa her zamankinden yakınız.”
“Darbeye karşı mücadele adı altında sokağa çıkan linç grupları, sokaklarda gördükleri kadınları hedef haline getirdi.”
“Halk darbeye karşı sokağa çıksın diye devletin tüm olanaklarını kullandılar.”
7 Ağustos’ta Yenikapı’da muhalefet liderleri, Genelkurmay Başkanı, sanatçılar, kanaat önderleri, gayrimüslim dini liderler ve dünya demokrasi tarihine geçecek kadar büyük bir insan seliyle düzenlenen tarihi mitingi bile alayla karşıladılar. Demirtaş eline mitingden bir fotoğraf alıp ekranlarda, “Yeni ittifakınız buysa biz yokuz” dedi. Artık baraj altına düşmüş oy oranıyla ülkenin geri kalan yüzde 90’ına karşı konuştuğunun bilincinde değilmiş gibiydi. Ama zaten oraya çağrılmadığını, bundan da pek kimsenin rahatsız olmadığını görmüyordu.
Kısa süre sonra (bu sürece dahil olmanın şart olduğunu görüp) kendi (güya) darbe karşıtı mitinglerine çağrı yaptılar. Ama hendeklerden beri olduğu gibi birkaç yüz parti üyesinden gayrısını toplayamadılar. Oysa mesela Cizreliler, daha ilk dakikalarda tankların ve zırhlı araçların önüne atılıp darbeye tıpkı Türkiye’nin geri kalanında olduğu gibi “dur” demişlerdi. Tüm Kürt şehirlerinde de demokrasi mitinglerine binlerce insan katıldı. HDP bu sınavda da Türkiye karşıtı cephede saf tutarak sınıfta kaldı. Demirtaş ve Yüksekdağ şimdiden kötü birer çizgi film karakterine dönüştüler. Muhtemelen her ikisi de (başka HDP’li yöneticilerle birlikte) terörden yargılanıp ceza alacak ve belki darbe iddianamelerinde de yer alacaklar. HDP “yeni Türkiye” yolculuğunda kurucu aktörlerden biri olabilecekken dış kapının mandalı pozisyonuna sürüklendi ve denklem dışı kaldı. HDP, terör örgütü PKK’nın işlediği cinayetlere ses çıkartmayarak ve genel olarak PKK’nın hedefleri doğrultusunda bir siyasi ajandayı takip ettiği izlenimi vererek, giderek daha da marjinalleşmekte ve radikalleşmektedir.