İsrail’de ordu, devlet ve toplum arasındaki ilişkiler, birçok ülkeden farklılık göstermektedir. İsrail’de ordunun baskın rolü olmasına karşın devlet ve toplum arasındaki ilişkileri yönlendirebilecek bir inisiyatif arayışına girmemesi, özellikle dikkat çekicidir. İsrail’de bu durumun ortaya çıkmasında; devletin formasyonu, toplumsal ilişkiler ve siyasi elitlerin kökenleri belirleyici olan faktörlerdir.
İsrail, 1948’de devlet olduğunu ilan etmesine karşın onun öncesinde birçok önemli ve kurucu gelişme yaşanmıştır. Avrupa’dan kitlesel göçlerin dalgalar halinde Filistin coğrafyasına gelmesi, zamanla bu coğrafyada Yahudi politik kültürünün oluşumuna imkan vermiştir. Başlarda kısıtlı kolektif tarımsal üretim çiftlikleri ve onların etrafında doğan bir toplumsal yaşam olsa da zamanla bu, başka bir boyuta evrilmiştir. Bunun ötesinde İsrail’de kurucu ideoloji siyonizm, kitlesel göçü Filistin’e teşvik etmiş ve Yahudi ulus devletinin kurulması için alarmist bir durumun ortaya çıkmasında önemli bir etki oluşturmuştur. Özetle, siyonizm, Avrupalı Yahudileri politikleştiriyor ve muhtemel ulus devletin esas parçası yapmak için uğraş verenlerin ideolojisi oluyordu.
Ordu ve Toplum İlişkisi
İsrail fikrinin merkezinde Yahudilerin siyonistleştirilmesi stratejisi merkezi konumda bulunur. Bu yeni Yahudi fikri, pasif ve dışlanan bir Avrupalı Yahudi prototipinin tam karşısında konumlanır. Savaşan ve toprakta çalışan bir tahayyülün üzerinde yükselir. Bu sebeple Filistin’de İsrail siyasi yapısının ortaya çıkışında, silahlanan Yahudiler ve onların hikayeleri ulusal anlatının merkezinde yer almaktadır.
Bu tarihsel, toplumsal gelişim aşaması, bize İsrail’in kuruluşunda toplumdan ayrışık profesyonel bir ordu bürokrasisinden bahsedemeyeceğimizi gösterir. İsrail’de orduyu kuran siyonistleşen Yahudiler olmuştur. Bu sebeple İsrail’de devlet, toplum ve ordu arasındaki ilişkiler iç içe geçmiş halde bugüne değin gelmiştir.
İsrail’de ordu mensupları, siyaset arenasında ayrıcalıklı bir konumda olmuşlardır. Bunun nedeni ise İsrail’in kuruluş döneminden itibaren kırılgan ulusal güvenliği ve bunun toplumda oluşturduğu ve kökleştirdiği endişelerdir. Genel kanı, İsrail’de ulusal güvenliğe hakim kişilerin başbakan olması veya hükümette yer alması olmuştur. Bu da bir yönüyle ordu ve siyasetçiler arasındaki ilişkilerin sürekli etkileşim içerisinde olmasını doğurmuştur. İsrail’de siyasi kültürün askerler ve istihbaratçılar lehine politik kariyer alanlarında avantajlı hale gelmesi, 1977’de Menahem Begin’in uzun bir aradan sonra sol hükümetleri yıkmasıyla başka bir aşamaya geçmiştir.
Begin’in iktidarı ile İsrail sağının devlet kurumlarını yönetme kapasitesinin ortaya çıkması, devletin ayrıcalıklı ve kurucu elitlerinin görünmez toplumsal mutabakatlarını sorgulamaya başlamalarına yol açmıştır. İsrail’de çeşitlenen demografi, yoğunlaşan ekonomik kriz ve artan güvenlik tehditleri, sivil toplumla İsrail hükümetini karşı karşıya getirmeye başlamıştır. İsrail’de dış tehdidin büyüklüğünün toplumsal ayrışmaların ortaya çıkaracağı krizleri ötelemesi, 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan sonra mümkün olmamıştır. Bu sebeple İsrail’de devlete yönelik eleştirileri, toplumsal itiraz yoluyla dile getirme süreci yükselişe geçmiştir.
İsrail’de toplumsal itirazı yükseltenlerden bir grup da İsrail’e özgü askerlik sisteminin parçası olan rezerv askerlerdir. İsrail’de resmi askerlik sürecinin sonunda yılın belirli dönemlerinde askerlik hizmetinde bulunan ve savaş döneminde çağrılan bu insanlar, hem sivil toplumun parçası hem de İsrail ordusunun stratejik bir unsurudur. İsrail’de zorunlu askerlik, kadınlar ve erkekler için 2-3 yıl arasında değişmektedir. Bu kişiler, zorunlu askerlik sonrasında da 40-50 yaşına değin yılın belirli dönemlerinde askeri hizmet ifa ederler.
İsrail’i İkiye Bölen Mesele
İsrail, 7 Ekim olayları sonrasında yaklaşık 360 bin rezerv askeri göreve çağırdı. Bunun öncesinde rezerv askerler, İsrail kamuoyunda, farklı başlıklar altında gündemde yer alıyordu.
Başbakan Binyamin Netanyahu’nun 7 Ekim olayları öncesinde tek bir gündemi vardı: Yargı reformunu tüm unsurlarıyla gerçekleştirmek. Bu ise İsrail’de toplumu ve siyaseti ikiye böldü. Birinci kamp, İsrail’in artık belirli oranda otonomisi olduğunu düşünen ve kozmopolit, seküler ve çoğulcu değerlerle küresel sisteme bağlı olmasına gerek kalmadığını tekrarlayan sağcı bloktu. İkinci blok ise esas itibariyle İsrail’i ayakta tutanın ve küresel sistemde yerini biricikleştirenin kurucu değerleri olduğunu, bunun da İsrail’in batı tipi liberal demokrat değerlere bağlı kalmasında yattığını düşünen sol ve liberal bloktu. Bu iki blokun çatışmasında, rezerv askerler, askerlik hizmetlerinin yerine getirilmesinin anlamı kalmadığını ifade etmeye başladılar. Çünkü yargı reformuyla İsrail’de siyasetin doğası değişecek ve böylece seküler ve liberal İsraillilerin bağlı kaldıkları devlet yerine bambaşka bir yapıyla karşı karşıya kalacaklardı. Bir nevi, toplumsal sözleşmenin Bibi marifetiyle bozulacağını söylüyorlardı. Rezerv askerlerin, Netanyahu’ya dönük politik ve daha da önemlisi toplumsal itirazları, İsrail’de süreç içerisinde ses getiren en kritik itirazlardan birisi olsa gerektir. İsrail’de rezerv askerlerin görev bırakması, ulusal güvenliğin onarılmaz şekilde erozyona uğraması sonucunu doğurabilirdi.
7 Ekim olayları ile birlikte Netanyahu’nun karşılaştığı en önemli meydan okuma, İsrail’in ulusal güvenliğinin düşünüldüğü kadar güçlü ve dirençli olmadığı gerçeğinin her yönüyle aşikar olmasıydı. Bu ise güvenlik sektörünü tüm bileşenleriyle deyim yerindeyse İsrail kamuoyu önünde sanık sandalyesine oturdu. Bu aşamada Netanyahu hiç olmadığı kadar İsrail güvenlik aktörlerine bağımlı durumda. Onlardan gelecek eleştiriler veya siyasi aktörlerin kendilerini kısıtladığına dönük eleştiriler, başta Netanyahu olmak üzere İsrail hükümetinin tümü üzerinde olumsuz etki doğuracak kapasiteye sahip.
HAMAS’ın elindeki esirler konusu, İsrail’de güvenlik sektörünün temel gündemi olmaya devam ediyor. Çünkü 7 Ekim sonrası kriz durumunu aşmak ve İsrail toplumu önünde tekrar meşruiyetlerini kazanmak için ordu ve istihbarat bileşenleri somut ve olumlu bir şeyleri kamuoyuna sunma arzusundalar. İsrail’in askeri operasyonu hızlıca başlatmasının ve bugüne değin somut kazanımların olmaması, her geçen gün aleyhlerine işleyen bir dinamiği besliyor. Şu an için savaş karşıtı toplumsal mobilizasyon, ivme kazanmışa benzemese de tepki İsrailli yöneticilere yönelebilir. Bu ise İsrail’de sadece siyasi mekanizmaları kapsayan bir kriz durumunu değil mevcut güvenlik sektörünün liderlik kadrolarını tasfiyeye sürükleyen bir duruma evrilebilir. İsrail’de bu açıdan son tartışmalara bakıldığında orta kademedeki askerlerin üst kademedeki komutanlarla anlayış ve algılayış boşluğunun her geçen gün büyüdüğüne dair yorumlara rastlanıyor. Şu an için bu durum, ordu içerisinde askeri disiplini bozacak bir duruma dönüşmedi. Fakat İsraillilerin sürekli altını çizdiği artık “yeni bir konsept”e ihtiyaç olduğu. Çünkü 7 Ekim ile sınırlarını koruyamayan ve epeyce vatandaşı esir alınmış bir ülke imajı var.
İsrailliler, 115 gündür ülke yöneticilerinin sorumluluk almadığından şikayet ediyorlar. İktidar elitlerinin ise Gazze’de başlattıkları savaşı nasıl sürdürecekleri ve daha da önemlisi savaş sonrasında ne yapacaklarına dair bir stratejileri bulunmuyor. Konjonktürün ivmelendirmesiyle ve stratejik bir bakış açısı yoksunluğunda, her geçen gün İsrail toplumunda hoşnutsuzluk artıyor. Bu durum ise beklenmedik bir toplumsal hareketlilik ile ülkeyi yeni bir sürece sokabilir. Fakat bunun olması için temel engel olarak esirlerin ülkeye dönmesi gerekiyor. Bundan sonra Netanyahu karşıtı cephe, toplumsal düzlemde kartopu etkisiyle büyüyecek gibi. Belki de Netanyahu’nun savaşı uzatmada ve esirleri ötelemede gördüğü senaryo, bu olabilir. Fakat şu çok açık ki İsrail’de olaylar dindiğinde yeni bir devlet soruşturması ile kutsal kabul edilen birçok tabu yok edilecek gibi. Bunların başında ordu ve istihbarat yönetici elitlerinin sorumluluklarını kamuoyuna nasıl anlatacakları ve daha da önemlisi nasıl telafi edeceklerinde yatıyor.