Türkiye, Rusya ve İran arasında Tahran’da 7 Eylül’de gerçekleştirilen ve habersiz bir şekilde canlı yayınlanan diyalog sonrası; Türkiye ve Rusya, 17 Eylül 2018’de on maddelik “İdlib ve Suriye Uyumu” üzerinde uzlaşmış ve bölge halkı için umut olmuştur. Ancak Suriye ve Doğu Akdeniz’de ABD başta olmak üzere Batılı devletler ile İsrail’in askeri varlıklarını operasyonel anlamda hareketlendirmesiyle umutlar şüphe sarmalından kurtarılamamıştır. Bu çerçevede Doğu Akdeniz’de yaşanan bölgesel gerginlikler de dikkate alındığında belirsizlik Suriye’deki iklime hakim olmaya devam etmiş ve devlet aktörlerinin “dolaylı” çatışma riskleri kendini hissettirmiştir.
Suriye krizine taraf olan devletlerin, İdlib’deki muhtemel insani dramın önlenmesine rağmen, krizi Doğu Akdeniz’e kontrollü bir şekilde yayma ve kendi ajandaları doğrultusunda bölgeyi şekillendirme hevesi Suriye’deki kriz yönetimine yönelik analiz ve tahminleri zorlaştırmıştır. Öte yandan ön alıcı kararlar verme doğrultusunda Suriye krizinin “yönetilebilmesi” ve “sürdürülebilir” hal tarzlarıyla “demokrasi inşa süreci”nin başarılabilmesi için krize taraf olmuş aktörlerin güven (veya güvensizlik) stratejilerinin anlaşılması zorunluluğu hasıl olmuştur.
ABD’nin Suriye Ajandası
ABD’nin İsrail merkezli Suriye politikası çerçevesinde, kimyasal silah kullanımına karşı Suriye’ye düzenlenen saldırılarda, İsrail hududuna yakın bölgelerde bulunan özellikle İran hedeflerine öncelik verilmesi ancak kimyasal silahın kullanıldığı bölgelerde bulunan Suriye birliklerine mahdut düzeyde etkide bulunulması dikkat çekicidir. Ayrıca ABD diplomasisinde İran’ın Suriye’den çekilmesi, en azından İsrail hududundan uzaklaşması bir öncelik olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde PKK ve uzantısı terör örgütleriyle Suriye’nin doğusunda icra edilen DEAŞ karşıtı operasyonların İran-Suriye bağlantısını kopartmak gibi bir saikle icra edildiği belirgin bir teşebbüstür. Sonuçta ABD için nihai amaç olarak ifade edilebilecek ilk konu başlığı İsrail’in güvenliği şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından, İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki ateşkes gözlem noktasına beton blok sevkiyatı gerçekleştirildi.
İsrail’in güvenliğiyle ilintili olan ve ekonomik yanı da ağır basan diğer bir husus da Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının çıkarılması ve transfer edilmesidir. Türkiye’nin çıkarlarını da etkileyecek söz konusu nihai amaç İsrail’in Filistin kıyıları dahil olmak üzere Akdeniz’in doğusundaki doğal gaz yataklarının Batılı şirketler tarafından dünya pazarlarına arz edilmesidir. Suriye’de halen devam eden kriz ve çatışmalar Akdeniz’in doğu kapısında enerji odaklı güç mücadelesiyle ilgili görünmektedir. Nihayetinde doğal gaz sahalarında bulundurulacak askeri güç bu sahalarda faaliyet gösterecek enerji şirketlerinin milliyetini tayin eder niteliktedir. Bu nedenle ABD’nin ekonomik çıkarları doğrultusunda Suriye ve Akdeniz’in doğusunda mevcut egemenliklere meydan okumasının nihai amacı ekonomik kazanımlar kapsamında yorumlanabilir.
İsrail’in ve enerji yataklarına risk oluşturan gücün Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de askeri varlığıyla Rusya olabileceği aşikar bir vakadır. Rusya’nın Suriye rejimi üzerindeki etkisi dikkate alındığında eylemlerini meşru zemine oturtma avantajı, ABD ve İsrail’in hareket serbestisini kısıtlar niteliktedir. Rusya’nın Doğu Avrupa’dan Japon Denizi’ne kadar olan kuzey eksende ABD’nin ortakları ve müttefikleriyle yaşadığı gerginlikler ile ABD’nin mütekabil askeri faaliyetleri Suriye’de iki devletin dolaylı mücadelesine çarpan etkisi yaratmaktadır. Dolayısıyla ABD için Suriye’de Rusya’ya “dolaylı” meydan okuma ve onu Suriye’deki üslerine hapsetme “nihai” amacı belirgin bir şekilde hissedilmektedir.
ABD’nin PKK ile halen, sıfat ve isim çelişkileriyle tesis ettiği ortaklık vekalet savaşlarının eriştiği seviyeyi nitelemek için örnek gösterilebilir. “Teröre karşı savaş” parolasıyla Afganistan’ı istikrarsızlığa mahkum eden “süper güç” ABD’nin Suriye ve Irak’ta bir terör örgütüne hamilik yapması kendi içinde paradokslar barındırmaktadır. Terör örgütüyle “ortaklık”tan umulan çıkarın Ortadoğu’nun merkezinde ABD’ye itaat etmek istemeyen devletlere karşı koz niteliğinde bir güç oluşturmak olduğu belirgindir. Nihayetinde federalizm iddialarıyla Irak ve Suriye’de üniter yapılar tehdit edilirken özerk statüde PKK gibi oluşumlar ABD’ye bağımlı ve dolayısıyla bağlı kalabilecektir.
Rusya’nın Soçi kentinde bir araya gelen Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin’in konuşması sonrasında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu tarafından Türkiye ve Rusya arasında “İdlib Gerginliğin Azaltılması Bölgesindeki Durumun İstikrarlaştırılmasına İlişkin Mutabakat Zaptı” imzalandı.
Rusya’nın Suriye Defteri
Rusya’nın, ABD’yi bir tehdit olarak algıladığı dikkate alınırsa kendi sınırlarının dışına taşarak Washington’ın hareket alanını daraltmak istemesi en belirgin nihai amaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede Montrö Antlaşması’nın sınırlamalarına rağmen ABD’nin Karadeniz’de boy göstermesi ve Avrupa’nın doğusu ile Atlantik’in kuzeyinde Rusya’yı tahdit etmek istemesi Rusya’nın Doğu Akdeniz’de mütekabil tedbirler almasını teşvik etmektedir. Nihayetinde Rusya Akdeniz’i terk ettiği anda, “sıcak denizlere inme” emelini en az bir yüzyıl daha tehir etmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye’de askeri, Türkiye’de ekonomik ve ticari varlık göstermek istemesi (Kremlin açısından) akıllı bir strateji olarak ortaya çıkmaktadır. Doğu Akdeniz’de, Girit ve Suveyş Kanalı dahil olmak üzere stratejik noktalarda tatbikat maksatlı notam ilan eden Rusya’nın benzer askeri ve müteakip ekonomik faaliyetleri sürdürülebilir kılması hususu Suriye’deki askeri varlığına bağlıdır. Bu nedenle İdlib’deki radikal unsurlar dahil olmak üzere Rusya’nın askeri varlığını tehdit eden tüm aktör ve girişimler Kremlin için bir kaygı unsurudur.
Suriye’deki krizde İsrail ile doğrudan angajmana girmeyen Rusya’nın özellikle 18 Eylül 2018’de bir uçağının düşürülmesinde İsrail’i suçlaması bir dönüm noktası niteliğindedir. Suriye’yi hedef alarak sıklıkla hava harekatı düzenleyen İsrail’in, güvenliğini ileri sürerek Suriye’de operasyonlar icra etmesi artık zorlaşacaktır.
Ancak Rusya’nın İsrail ile ilgili perspektifinin ekseninde ABD olduğu kıymetlendirilmektedir. Nihayetinde İsrail için her türlü fedakarlığı gösteren ABD’ye karşı, Rusya’nın İsrail’e uzun süre müsamaha göstermesi beklenemez. Rusya’nın ABD tarafından Doğu Akdeniz’in domine edilmesini kolaylaştıran İsrail’e yönelik tedbir alması ve Doğu Akdeniz’de İsrail’in hava ve deniz sahasında hareket serbestisini kısıtlamasının nihai amacının ABD odaklı olduğu değerlendirilmektedir.
Rusya’nın Suriye’de Türkiye ile iş birliği yapmasının amacı küresel beklentilerinden kaynaklanmaktadır. NATO ittifakını zayıflatma ve ABD’nin müttefiklerine yönelik dengesiz siyasetini tüm çıplaklığıyla görünür kılmak adına Rusya, Türkiye’nin Suriye’de talep ettiği ve tamamen insani olan taleplerine olumlu yanıt vermiştir. Böyle bir politikanın konjonktürel koşullar nedeniyle uluslararası arenada olumlu yansımaları bir yana bir terör örgütünü diğer terör örgütünü meşrulaştırarak bertaraf etmek isteyen ABD için ince mesajlar içermektedir.
İran’ın Suriye Pozisyonu
İran’ın Suriye özelinde gütmekte olduğu nihai amacı anlayabilmek için tehdit algısının ortaya konması gerekmektedir. “Güçlü Devlet-Bölgesel Lider” olma motivasyonuyla Ortadoğu coğrafyasında Şii toplumlara yönelik destek politikalarını terk etmeyen İran’ın dış siyaset ve askeri angajmanlarda aktif olmayı yeğlediği bilinmektedir. Ancak söz konusu politikası nedeniyle hem zengin Körfez ülkeleri hem de İsrail ve ABD tarafından tehdit olarak algılanmaktadır. Aynı şekilde İran da söz konusu aktörleri sadece çıkarlarına değil birlik ve bütünlüğüne yönelik tehdit unsuru olarak resmetmektedir. Bu çerçevede İran hem Irak’ta hem de siyasi, askeri ve kültürel nedenlerle Suriye’de olmak ve Lübnan’daki etkisini korumak istemektedir.
Suriye’de İran varlığına neden teşkil eden önemli bir kilometre taşı da ABD’nin İran’a yönelik çevreleme politikası olduğu iddia edilebilir. Afganistan ve Irak’a yapılan müdahaleler sonrası söz konusu iki ülkedeki askeri varlığı ile siyasi nüfuzunu daim hale getiren ABD’nin çevreleme politikasına karşı İran’ın güvenliği Suriye’de etkin aktör olmasına bağlıdır. Böyle bir politikada izolasyona karşı açılım politikası güden İran’ın, Rusya ve Türkiye ile uzlaşmasını zorunlu kılmaktadır.
Türkiye’nin Suriye Politikası
Türkiye hem Ortadoğu hem de Suriye özelinde şeffaf ve net bir politik bakış açısını uygulamaya sokmuş ve elde etmek istediği nihai amacı açıkça dile getirmekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Nitekim Tahran görüşmeleri esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmelerin canlı yayınlanmakta olduğundan habersiz olduğu halde insani kaygıları ve barış çabalarını seslendirmiş olması Türkiye’nin niyetini ve amaçlarını açıkça ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede son üç yıl içinde yapılan söylem ve Suriye’deki eylemlerine bakıldığında Türkiye’yi Suriye’ye angaje eden beş temel amaçtan bahsedilebilir; (i) istikrarlı ve demokratik bir Suriye’nin kurulması, (ii) terörizmin tüm çeşitleriyle sahada mücadele, (iii) hudut güvenliğinin sağlanması, (iv) insani dramlar ve göçün önlenmesi, (v) Suriye kaynaklı dış siyasi-askeri “oldubitti”lerin önlenmesi.
Türkiye’nin amaçları ile Suriye’deki krize taraf olmuş devlet aktörlerin amaçları karşılaştırıldığında Türkiye’nin neden Rusya ve İran ile iş birliği içinde olduğu kolayca anlaşılabilir. Belirtilen amaçlara bakıldığında;
- Türkiye’nin Ortadoğu’da revizyonist politikalara karşı olduğu, nitekim Pandora’nın kutusunun bir defa açılması halinde Ortadoğu’da meydana gelecek çatışmaların bölgesel değil küresel etkilerinin olabileceği,
- ABD’nin Suriye’nin doğusunda “demokratik özerklik” ve “askeri hamilik” yöntemiyle bir terör örgütü lehine hudutları değiştirmek istemesinin aslında terörizmin meşrulaştırılması anlamı taşıdığı Türkiye’nin böyle bir tercihe karşı tedbir almasının kaçınılmaz olduğu,
- Rusya’nın Türkiye’nin amaç ve politikalarına paralel pozisyon alması sonrası Suriye’de Türkiye ile Rusya’nın iş birliği yapmasının doğal bir sonuç olarak ortaya çıktığı,
- Türkiye’nin belirtilen amaçlarını gerçekleştirirken önce diplomasiyi devreye soktuğu ve şeffaf politikaları hem devlet aktörlere hem de kamuoyuna aleni olarak ilan ettiği söylenebilir.
İdlib Mutabakatı
Türkiye dışında Suriye’deki krize taraf olmuş aktörlerin nihai amaçlarının ortak yönü, milli çıkarlar dahilinde, bölgesel veya küresel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik tasarlanmış olmasıdır. Nitekim mevcut resim incelendiğinde;
- ABD’nin müttefiklik ilişkisi içinde olduğu Türkiye’nin güvenlik risklerini artırması ve bir terör örgütünü meşrulaştırma istikametinde adım atmış olması, Suriye’nin toprak bütünlüğüne aykırı girişimleri,
- Rusya’nın Suriye’de küresel dengeleme politikası çerçevesinde Akdeniz’deki askeri varlığının güvenliğini ve kalıcılığını sağlamaya odaklanması,
- İran’ın, ABD ve İsrail kaynaklı riskleri dengelemek ve Ortadoğu’daki nüfuzunu muhafaza etmek amacıyla yapmış olduğu girişimler Suriye krizindeki asli sorunun Suriye olmadığına işaret etmektedir.
Türkiye’nin revizyonizm ve genişleme yerine Suriye halkına ve insani boyuta önem vermesi, bu kapsamda diplomasi veya askeri operasyonlarla istikrar getirilen bölgelerde tahkimat ve yığınaklanma yerine “yeniden yapılandırma ve refah artırıcı” tedbirlere odaklanması dikkat çekicidir. Türkiye’nin nihai amacı doğrultusunda farklı amaç ve çıkarları olsa da Rusya ve İran ile uzlaşma sağlanabilmiştir. Bu sayede yaşanmakta olan tüm olumsuzluklara rağmen BM’nin himayesinde Cenevre görüşmeleriyle Anayasa Komitesi teşkil edilerek demokratik seçimlerin icra edilmesine uzanacak süreç başlatılabilmiştir. ABD’nin fazla ilgi göstermediği siyasi süreç bölgesel ve küresel çıkarları çelişen dış aktörlere rağmen Türkiye’nin ikna ve iletişime dayalı diplomasisiyle canlanabilmiştir. Nihayetinde İdlib’de insani felaketle sonuçlanabilecek askeri müdahalenin önlenmesi de perde arkasında devam eden siyasi barış girişimleri de ABD, Rusya ve İran’ın nihai amaçlarından ziyade Türkiye’nin nihai Suriye stratejisine uygun tarzda gelişmektedir.