Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca dünyamız önüne set çekemediğimiz birçok politik, ekonomik ve askeri dönüşümden geçti. Batı ve Doğu blokunu birbirinden fiziksel ve psikolojik bir sınır ile ayıran Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasıyla başlayıp 1991’de Sovyetlerin çöküşü ile devam eden süreç de önüne set çekilemeyen bu dönüşümlerden birisiydi. Bu nedenle 1990’lardaki entelektüel tartışmaların büyük bölümü, bu dönüşümün etrafında şekillendi.
Soğuk Savaş sürecinden nasibini alan Somali, ABD ve Sovyetler’in başını çektiği kutuplar arasındaki güç ve nüfuz mücadelesinin Afrika’daki merkez ülkelerinden birisiydi. Somali, Soğuk Savaş sürecinde sırayla her iki kampın da içinde bulundu. Soğuk Savaş’ın kazananı o dönemde Somali’nin müttefiki olan ABD olsa da, Somali’nin 1977’ye kadar müttefiki olan Sovyetler ile birlikte Somali de kaybedenler listesine yazıldı. Bunun temel nedeni ise Soğuk Savaş dönemi stratejilerinin bir sonucu olarak Somali’de yaşanan iç savaştı. Bu yüzden Sovyetlerin çöküşü ve Somali’de merkezi otoritenin ortadan kalkmasına giden sürecin benzer bir döneme denk gelmesi tesadüf değildi. Soğuk Savaş sonrası yaşanan hegemonik istikrar dönemi, dünyanın birçok yerine huzur getirse de Somali’deki istikrarsızlığı besleyen bir süreci doğurdu. Sömürgecilik döneminde atılan nefret tohumları Soğuk Savaş ile birlikte çiçek açmış, Soğuk Savaş’ın bitimi ile birlikte ise meyveye durmuştu.
Gecenin En Karanlık Anı Şafak Sökmeden Öncedir
1980’lerin sonunda başlayan ve ilerleyen dönemde farklı çıkar grupları tarafından beslenip iç savaş haline dönüşen toplumsal kriz, 2010’lara kadar devam etti. İç savaşın getirdiği kan ve gözyaşı yetmezmiş gibi bir de ilerleyen dönemde terör belası Somali’ye musallat oldu. Bunun sonucunda devlet kapasitesi, mutlak çöküşün eşiğine geldi. Dış ve iç faktörler tarafından her geçen gün daha fazla körüklenen toplumsal çatışma, sonu gelmez iç savaş ve terör problemleri nedeniyle Somalililerin sığınağı olan Somali Devleti’nin çöküşü yetmezmiş gibi bir de 2011’de yaşanan büyük kuraklık, Somalililerin umudunu tamamen yitirmelerine neden oldu. Bu tarihi kuraklık nedeniyle yüzbinlerce insan açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalıp topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Fakat Victor Hugo’nun “Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki andır.” sözü Somalililer için de geçerliydi. 2011’de herkesin bundan daha kötüsü ne olabilir dediği bir dönemde, Mogadişu havalimanına inen umut dolu bir uçak gecenin en karanlık anında sökmeye başlayan şafak gibiydi.
Türkiye Cumhuriyeti'ne ait ANA adlı uçak sadece o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile beraberindeki heyeti taşımıyordu, aynı zamanda üzerindeki ay yıldızlı bayrak ile Somalililere umut taşıyordu. Geçmişte Müslümanlar hacca güvenli bir şekilde gidebilsin diye Portekizlilere karşı savaş gemilerini Afrika'nın doğu kıyılarına gönderen Müslüman Türkler, bugün de Somali ayağa kalksın diye bütün güvenlik problemlerine rağmen Mogadişu’ya gelmişlerdi. İçinde bulunduğu üzücü durumdan dolayı dünya liderlerinin adını bile duymak istemedikleri, üç maymunu oynadıkları ve hatta çoğu zaman da olumsuzlukları daha fazla körükledikleri Somali’yi sonunda hatırlayan bir dost çıkmıştı. Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün güvenlik sorunlarını göz ardı ederek kalabalık bir heyet ile gerçekleştirdiği Somali ziyareti, uluslararası ilişkiler teorilerini yalanlayan bir manifesto niteliğindeydi. Artık düşenin dostu vardı ve Somali’ye dostluk eli Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında tarih boyunca dost ve kardeş bildiğimiz Türkiye’den uzanmıştı.
Yapıcı Bir Aktör Olarak Türkiye’nin Somali Politikası
Erdoğan’ın ziyareti sırasında oldukça hüzünlü tablolar yaşanmış olsa da artık Somali için şafak sökmeye başlamıştı. Bütün dünyanın ve özellikle de medyanın görmezden geldiği Somali’deki içler acısı insani kriz, Erdoğan’ın tarihi ziyaretiyle birlikte bütün dünyaya gösterilmişti. Gönlü bol, eli açık Türk milleti sayesinde bütün dünyanın gözü bir anda Somali’ye çevrilmişti. Kuş uçmaz kervan geçmez bir havalimanı olan Mogadişu havalimanına o günden sonra inen uçakların ardı arkası kesilmedi. Somali’nin uçurumun kıyısından kurtarılması ve eşit egemen bir ilişki ile ayağa kaldırma çabası aslında Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yeniden kendini bulan Türk devlet aklının dış politikadaki yansımasıydı. Bundan önce Somali’ye gelen yabancı güçler ya Somali’yi paramparça edip sömürge arayışına girmiş ya da savaş ağaları veya diğer kullanışlı aparatlar üzerinden iç çatışmayı körükleyerek Somali’yi çöküşün eşiğine getirmişlerdi. Türkiye ise “kazan kazan” ve “Afrika'nın sorunlarına Afrikalı çözümler” anlayışları ile başladığı yeni Afrika açılımının pratik halini Somali’de göstermiş ve Somali halkının gönlünü ve aklını kazanmayı başarmıştı.
Türkiye devlet aklının birlikte cisimleştiği kurumlar olan Dışişleri Bakanlığı, Türk Kızılayı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, Türk halkının yardımseverliğinin simgesi olan yardım kuruluşları ve STK’lar Somali için güçlerini birleştirdiler ve bir halka umut oldular. Halkın yaralarının sarılması ve temel ihtiyaçlarının giderilmesi çalışmalarının ardından ise Türkiye’nin Somali politikası birçok farklı devlet kurumunun paydaşlığını yaptığı kapsamlı bir devlet politikası haline dönüştü. Türkiye Afrika’da yapıcı bir aktör olarak var olduğunu, geliştirdiği Somali politikası ile bütün dünyaya gösterdi. 2011’den bu yana Somali’nin devlet kapasitesinin onarılması ve Somali devletinin yeniden ayağa kaldırılmasında Türkiye’nin çabasının ne kadar önemli olduğu aşikardır. Bu çaba sayesinde Somali devleti ve toplumu artık eskisinden çok daha güçlü ve dinamik bir şekilde yoluna devam ediyor.
Türk-Somali İlişkilerinin Geleceği
Türkiye bölge dışı bir aktör olmasına rağmen genelde Afrika’da özelde ise Doğu Afrika’da yapıcı bir rol oynayabileceğini Somali’de izlediği politika ile gösterdi. Somali’nin en zor günlerinde fark gözetmeksizin bir yandan bütün Somalililere yardım ulaştırmaya çalıştı diğer yandan ise devlet kapasitesinin artırılmasına destek oldu. Binlerce Somalili öğrenciye burs desteği sağlayarak Somali’nin geleceğini inşa etmenin önemini ortaya koydu.
Somali’de terörün sona ermesinde en önemli faktörün Somali Milli Ordusu’nun tekrardan ayağa kaldırılması olduğu bilinciyle, Somali Milli Ordusu’na sağladığı eğitim ve ekipman desteğiyle, bölgesel istikrara yardımcı olabileceğini bütün dünyaya gösterdi. Ev sahipliği yaptığı toplantılarda Somali’den ve diasporadan farklı kesimleri bir araya getirerek yeniden uzlaşının ve politik düzlemin ne kadar önemli olduğunu ve Somali’deki çözümün bütün tarafların ortak olduğu bir çözüm mekanizması ile sağlanabileceğini vurguladı. Somali’deki iç çatışma ve uyuşmazlıklara taraftar olmak yerine doğrudan halka destek olması, halkta karşılık üretecek projelere imza atması ve küçük hesaplar içerisinde olmaması, Türkiye’yi diğer aktörlerden ayıran temel özelliklerdi. 2011’den bu yana insani yardım ve kalkınma alanında Somali’ye 1 milyar ABD Dolarını aşan miktarda yardım yapan Türkiye’nin kendi kalkınma ve yardım modeli ile doğrudan halka ulaşması da bu noktada takdire şayandır.
Somali ve Türkiye arasında ilişkilerin siyaset üzerinden tek boyutlu okunmaması ticari ve kültürel alanlarda da ilişkilerin boyutunun büyümesi gerekmektedir. Türkiye ve Somali arasındaki ikili ticaret hacmi, 2020’de 280 milyon ABD Doları olarak gerçekleşmiş ve Türk şirketlerinin Somali’deki yatırımlarının toplam değeri 100 milyon ABD Dolarına ulaşmıştır. Fakat ilişkilerimizin boyutu düşünüldüğünde bu oldukça düşük bir rakama tekabül ediyor. Ticaret hacminin artırılması noktasında her iki tarafa da önemli görevler düşmektedir.
Başta tarım, hayvancılık ve inşaat sektörleri olmak üzere Somali ticaret alanında hala bakir bir ülkedir. Türk yatırımcıların Somali’de üstlenecekleri projeler her iki ülke açısından da kritik öneme sahiptir. Diğer bir husus ise 1992’den bugüne kadar, bin 92 Somali vatandaşı Türkiye burslarından yararlanarak Türkiye’de yükseköğrenim görmüştür. Bu tarihler arasında Somali’de yaşanan olumsuz süreçler göz önünde bulundurulduğunda bu rakamlar sevindirici olsa da bu rakamlarla yetinilmemesi gerekiyor. Somali’nin geleceğini inşa edecek genç nesillerin yetiştirilmesinde dost ve kardeş Türkiye devletine ve onun dünya çapında eğitim veren kurumlarına hala önemli roller düşüyor. Bu noktada Maarif Vakfı başta olmak üzere Somali’de faaliyet gösteren ya da Somali ile ilişkiler sağlamak arzusunda olan Türk eğitim kurumları ile iş birliğinin daha ileri noktalara taşınması hayati bir öneme sahiptir. Çünkü Somali ve Türkiye arasında eğitim alanında iş birliğinin artması, ilerleyen dönemde politik, ticari ve kültürel alanların da destekleyicisi olacaktır.
2011’den bu yana izlenen politikanın hem Somali tarafında hem de Türkiye tarafında devlet politikası haline gelmesi ve kurumsallaşması, her iki devletin de milli çıkarları açısından önemlidir. Kazan kazan anlayışı üzerine kurulacak böyle bir karşılıklılık ilişkisi hem Somali’de istikrar ve güvenliğin sağlanıp terörün sona erdirilmesi hem de Türkiye’nin Afrika politikasının sürdürülebilirliği açısından oldukça önemlidir. Recep Tayyip Erdoğan 2011’de gerçekleştirdiği tarihi ziyaret ile bu ilişkinin önemini bütün dünyaya gösterdi. Devam eden on yılda ise bu ilişkinin devamlılığı ve kurumsallaşması için elinden gelen çabanın fazlasını yaptı. Bu bilinç ile Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrardan yaktığı Türk-Somali dostluk meşalesini daha ilerilere taşımak, hepimizin üzerine düşen tarihi bir sorumluluktur.