Kriter > Dosya > Dosya / FETÖ ve 15 Temmuz |

Türkiye Siyasetinde Konjonktür: Askeri Darbeler


15 Temmuz darbe girişimi uluslararası “meşruiyet”ine rağmen politik liderliğin ve hafızasında darbelerin oluşturduğu felaketleri diri olarak taşıyan ahalinin gayretleri ve dik duruşuyla durdurulmuştur.

Türkiye Siyasetinde Konjonktür Askeri Darbeler

Siyasi tarihte iktidarın darbeler yoluyla el değiştirmesi ve bu değişimin askerlerin de yardımıyla yapılması iktidarın tarihi kadar eskidir. Fakat 1960’tan beri Türk siyasi hayatında askeri darbeler olarak yaşanan süreç yeni ve modern bir olgudur. FETÖ tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe girişimi ise bunların sonuncusudur. Nihayetinde asker-sivil ayrımı bile Tanzimat sonrası getirilen zorunlu askerliğe ve modern harbiye eğitimine dayanmaktadır. Zira Osmanlı için askeri sınıf dendiğinde anlaşılan yönetici sınıftır. Bu yönetici sınıfa da padişah ve ailesinin yanında devşirme paşalar ve ulema dahildir. Modernleşme sürecinde askeri ve sivil işler arasında ayrım ve iş bölümü oluşmuştur. Bu bağlamda askerlerin sivillerin işlerine de talip olması ancak modernleşme sürecinde anlamlı bir siyasallıktır.

Asker olması için yetiştirilen Harbiyelilerin siyasi işlere karışması İttihat ve Terakki ile siyasi hayatımızda karşılık bulmuştur. Modern askeri okullardan yetişen çoğu toplumsal yapının alt tabakalarından gelen zeki gençler devlete karşı bir borç hissederken padişahı bir velinimet değil sadece siyasi figür olarak görmektedir. Bu nedenle devletin bekası için mülkün sahibi olan padişahı devirmek zor olmamıştır. Cumhuriyet’i kuranlar da aslında 1909’da darbe yapanların B takımıdır. Cumhuriyet’in mayasında devletin bekası rejimin devamına bağlanmıştır. Rejimin kurucu zihni ise Tanzimat’ın bürokratik modernleşme zihnidir. Bu nedenle vesayetçi bir sistem olarak kurulan Cumhuriyet’in sigortası ordu sayılmıştır.

İlk nesil Cumhuriyet ordusu için önemli olan yine devletin bekasıdır. Bu nedenle hangi politik ve ideolojik sisteme evrilmiş olmak daha ikincil olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında serbest ekonomiyi savunan da 1930’lardan sonra devletçi ekonomiye geçen de aynı askeri iradedir. Zira askerin de derdi devletin bekasıdır. Hatta İkinci Dünya Savaşı sonrasında demokratikleşmeyi –zorlansa da– sindiren aynı ordudur. 1950’de uzun süredir birlikte hareket ettiği Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarı kaybettiğinde darbe yapma kapasitesine sahip olan ordu devletin bekası adına bu kapasitesini kullanmamıştır. Demokrat Parti (DP) ise her ne kadar önceleri orduda reformdan bahsetse de bu reformların idari ve mali ağırlığını göze alamamıştır. Sosyalist bloka karşı güvenlik işlerini NATO’ya havale eden DP elindeki kaynakları daha ziyade ekonomik kalkınma ve altyapı yatırımlarına kaydırmıştır.

DP kaynak aktarımını bürokrasiden piyasaya çevirdiğinde Türk siyasi hayatında yeni bir bölüşüm kavgasının da fitilini ateşlemiştir. Fitilin tutuşmaması için DP’nin askerlerin emir komuta zincirine güvenerek üst düzey generallerle anlaştığı söylenebilir. Zira 1950’ler boyunca generallerin refahlarını ihmal etmeyen DP politikaları birçok generali de siyasete kazandırmıştır. Diğer taraftan elindeki kaynakları altyapı yatırımlarıyla müteahhitlere ve tarımsal makineleşmeyle birlikte çiftçilere aktaran DP yeni zengin ve muktedir sınıflar oluşturmuştur. O zamana kadar kaynakların kullanımında mutlak söz hakkı olan vesayetçi bürokrasi ve onunla birlikte hareket eden devlet burjuvaları ise bu durumdan rahatsızlık duymuştur. Siyasi değişimi konsolide etmek isteyen DP zamanla demokratik sistemi zorlayan kararlar almak zorunda kalmıştır. DP’nin zaten karşısında olanların dışında ilk kaybettiği toplumsal destek entelektüeller olmuştur. Politik hareketlerin sürükleyicisi öğrencilerin protestoları ise karşı bir siyasal hareketliliği beslemiştir. Fakat darbeyi fiili olarak yapanlar DP’nin ürettiği zenginlikten hak ettiği payı alamadığını düşünen alt rütbeli subaylardır. CHP, vesayetçi bürokrasi, entelektüeller ve öğrenciler de gönüllü olarak askeri darbeyi desteklemiştir.

1960 Darbesi’nin vesayetçi odaklar tarafından uzun süre “Hürriyet Bayramı” olarak kutlanması da Türk siyasi hayatının ironisi olarak kalmıştır. Nitekim darbeyi destekleyen bütün toplumsal kesimler istediklerini almıştır. Asker, kurduğu yardımlaşma kurumu olan OYAK’la birlikte ülkenin kalkınmasından legal pay alma yolunu bulmuştur. CHP, oyları azalmasına rağmen kendi iktidarına ülkeyi mahkum etmiştir. Vesayetçi bürokrasi Anayasa’yla ordunun dışında yeni sistemsel sigortalar inşa etmiştir. 1961 Anayasası parlamenter iktidarı kontrol amacıyla okumuş yazmışlardan oluşması zorunlu olan ikinci bir meclis kurmuştur. Zira tarihsel anlamda aristokrasisi olmayan bu ülkenin soyluları ancak okumuşlar olabilirdi. Diğer taraftan hakimler ve savcıların siyasi iktidardan özerk bir alan oluşturarak yargıya siyasi güç kazandırdığı söylenebilir. Nitekim bu siyasi gücü yeni kurulan Anayasa Mahkemesi uzun süre kullanmıştır.

Entelektüel ve öğrenciler ise çabuk hayal kırıklığı yaşamıştır. Zira demokratikleşme devrimi iddiası taşıyan Anayasa’yı sevinçle karşılayanlar CHP’nin bile sola ve değişime kapı kapamak için ortanın soluna kaydığını fark etmekte gecikmemiştir. DP’nin devamı partiler için ise 1960 Anayasası’nın özgürlükler klasörü geniş dikilmiş bol bir pantolon gibidir ve en kısa zamanda daraltılmalıdır. Nispi temsile dayalı seçim sistemine eklemlenen Milli Bakiye değerlendirmesinden ortaklaşa vazgeçen CHP ve Adalet Partisi (AP) siyasette radikal grupların önünü kapattığını düşünmüştür. Fakat bu radikal gruplar tam da siyasetteki bu sıkışıklık nedeniyle zamanla parlamento dışı siyasal şiddete savrulmuştur. Şiddet karşı şiddeti doğurmuş ve komünizmle mücadele derneklerinin ideolojisiyle beslenen sağ siyasal şiddet grubu olarak ülkücüler ortaya çıkmıştır.

 

NATO Konsepti

1950’lilerdeki bölüşüm kavgası artık bir ideolojik kavgaya dönüşmüştür. Kemalizm’in doğal sonucunun ve muasır medeniyet seviyesinin sosyalizm olduğunu düşünen Kemalistlerin yeni nesli kendini –sınıfsal bir karşılığı olmasa da– sosyalist zannediyordu. İlerici zinde güçler olarak tanımlanan vicdanlı subayları da yanlarına alarak bir askeri darbeyle iktidar olma planı birbirleri arasında bile pek anlaşamayan sol grupların tek anlaştığı konuydu. Fakat 1960 Darbesi sonrası NATO ve kapitalist dünya ile bağlarını güçlendiren askerler için bu tasarı kabul edilebilir değildi. 1960 Darbesi sonrasında NATO konseptine karşı olmasa da ordu içi iktidarını kaybetmemek uğruna pek de istekli davranmayan subayların tasfiyesiyle bir NATO ordusuna dönüşen ve kalkınmadan legal payını alan ordunun bütününün sosyalizme ikna edilmesi zordu. Nitekim 12 Mart 1971’de darbe yapanların engellediği aslında iktidar değil 9 Mart 1971’de darbe tasarımını kurgulayan sosyalist cunta olduğu sonradan anlaşılacaktı. 

DP’li yılların bölüşüm kavgası sonrası kapitalist sisteme OYAK üzerinden eklemlenen askerler 1971’de sosyalizm tehlikesini gördüğünde de çok sert tepki vermiştir. Bu nedenle 1960 Darbesi’yle demokrasiyi güçlendirdiğini zanneden entelektüeller ve öğrenciler 1971 Darbesi’nden ise nefret etmiştir. Her iki darbede de sivil siyasete müdahale dinamiklerini besleyen dış siyasal güçler kapitalist küreselleşme ve onun güvenlik şemsiyesi NATO olmasına rağmen 1960’ı kutsayanlar 1971’den nefret etmiştir.

1971 konsolidasyonuna rağmen politik sistemin ideolojilerden arınması sosyolojik olarak sağlanamamıştır. Politik liderleri yok edildiğinde kaybolacağı düşünülen radikal gruplar 1970’ler boyunca daha da popülistleşmiştir. 1960’lardaki elitist kalan sol şehre göçle birlikte sıradan toplumsallığa da ulaşmıştır. Kentte tutunamayanlar protestolarını sol radikal gruplarla birlikte gösterirken oylarını da sosyal demokratlaşan Ecevit CHP’sine vermiştir. AP ve Milliyetçi Cephe korumasında güçlenen sağ radikal gruplar da komünizmle mücadeleyi kapitalizme hizmet değil devleti korumak olarak algılamıştır.

1970’lerin ideolojik çatışmaları siyasal güvenliği tehdit ederken ekonomik sorunlarla boğuşan toplum için de çözüm sunmamıştır. 1960 Darbesi’nden beri ithal ikamesi ekonomik politikalarıyla beslenen burjuvazi önce petrol krizinin oluşturduğu mali sorunlarını sonra da Kıbrıs çıkarması sonrası ABD ambargosunun meydana getirdiği pazar sorunlarını aşamamıştır. Hem toplumun güvenlik sorunu hem de burjuvazinin ekonomik sorunlarının aşılmasının reçetesini 24 Ocak kararları olarak neoliberal politikalar oluşturmuştur. Fakat güçlü bir iktidar olmadan bu politikaların uygulanması da zordur. 1970’lerin siyaseti ise kurulamayan koalisyonlarla birlikte artık yönetemeyen bir demokrasi ortaya çıkarmıştır. 1980 Darbesi neoliberal politikaların yerleşmesi açısından siyasal bir iklim oluşturmuştur. Yani kapitalist piyasanın dönüşümü askeri bir darbeyle Türkiye için de konsolide edilmiştir.

Nitekim siyasal hayatı baskı altına alan darbeciler ekonomik hayatı piyasanın dinamiklerine bırakmıştır. Yani siyasal baskı dönemi aynı zamanda ekonomik liberalizasyon olmuştur. Devlet yatırımlarını askıya alan askeri yönetim makro dengeleri kurarken düzenli bir şekilde kurduğu dengeleri de piyasaya emanet etmiştir. Kontrollü bir siyasal hayatı yüzde onluk seçim barajıyla kurmak isteyen darbeciler ekonomik politikalarda özelleştirmeci ve toplumsal politikalarda dayanışmacı yapılara da kapı aralamıştır. Askeri yönetim her ne kadar ilk dönemlerinde ideolojik kavgaları Türk-İslam senteziyle yoğrulmuş yeni bir ruhla aşmaya çalışsa da ilk serbest seçimlerle iktidara gelen ANAP ideolojilerin yerine icraatı yerleştirmeye çalışmıştır.

 

1990 Sonrası Güvenlik Sorunu

1980’lerin piyasa ve toplum odaklı politikaları özgürlükler ve dayanışma alanlarını güçlendirirken devletin vesayetçi odaklarını da zayıflatmıştır. Vesayetin en önemli gerekçesi modernleşme ve sekülerleşmenin topluma da yatılması ise toplumun güçlendiği yerlerde bu tür dayatmaların da gücü tükenmektedir. Piyasa aktörlerinin uygulanan ihracata dayalı politikalarla çeşitlenmesi ise sivil toplumsallığı daha da güçlendirmiştir. Diğer taraftan postmoderniteyle birlikte sosyolojik düzlemde kalan toplumsal farklılıklar politik anlam kazanmıştır. Bir taraftan Kürt toplumsallığı diğer taraftan İslamcı toplumsallık kamusallaşmış ve politik anlam kazanmıştır. Özal her iki siyasallığı da özgürlükler alanını genişleterek ve kalkınmaya hız vererek aşacağını zannetmiştir. O dönemlerde demokrasiler ile ekonomik gelişmişlik arasında bağlantı olduğunu düşünenler için bu tür yorumlar iyimser olsa da anlamlıdır.

1990’larda Özal siyasetinin etkisizleşmesi iki büyük toplumsal grubu güvenlik sorununa dönüştürmüştür. Bunlardan biri “bölücüler” olarak kodlanan Kürt toplumsallığı diğeri de “gericiler” olarak kodlanan İslamcı toplumsallıktır. Bu toplumsal hareketlerden Kürt kartını kullanan PKK şiddete başvurarak devleti bölgesel bağlamda sarsmaya ve yok etmeye çalıştığından yine şiddetle karşılanmıştır. Özal’ın demokratikleşme çabaları ötelenerek 1993 sonrasında güvenlik politikalarıyla Kürt sorunu aşılmaya çalışılmıştır. İslamcı toplumsallık ise şiddete bulaşmadığından onunla mücadele bir nevi psikolojik şiddet olarak yasaklarla yürütülmüştür. 28 Şubat bir postmodern darbe olarak İslamcılarda yasaklar üzerine kurulu bir psikolojik şiddet ortamı oluşturmuştur. Kürt toplumsallığı da yok sayılarak bastırılmaya çalışılmıştır. Nitekim küresel kapitalizmin 28 Şubatçılara hazırladığı en büyük hediye paketinden ise PKK terör örgütü lideri Öcalan çıkmıştır.

28 Şubat’ın diğer askeri darbelerden en önemli farkı ise artık küresel kapitalizmin NATO ile birlikte hareket etmemesinden kaynaklanır. Zira 1990’larda reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte NATO tanımlı düşmanını kaybetmiş ve birliktelik anlamını yitirmiştir. Her ne kadar o dönemlerde Huntington medeniyetler çatışması teziyle birlikte yeni düşmanı Müslümanlar ve Çinliler olarak tanımlamaya çalışsa da bu iddia henüz kabullenilmiş değildir. 28 Şubatçılar düşmansız NATO’dan destek alamasa da küresel kapitalizmin bölgesel ileri karakolu İsrail’den destek bulma konusunda zorlanmamıştır. Uluslararası camiada 28 Şubat’ı “meşrulaştıran” İsrail’in güvenlik kaygıları olmuştur. Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat’ın sonunu ise 2001 ekonomik krizi getirmiştir. 2002’de AK Parti iktidarı sonrasında ordunun durumu sükunetle karşıladığı söylenemezse de 2007’deki e-muhtıra sonrasında vesayetçi yapıların siyasal güçleri tamamen tükenmiştir.

2008 ekonomik krizini 2001 sonrası güçlenen neoliberal stabilizatörler olan özerk kurumlarıyla aşan iktidar sonraki ekonomik dalgalanmaları daha devletçi politikalarla siyasi iradeyi öne çıkararak aşmayı denemiştir. Siyasi iradenin bu kadar öne çıkışı iktidar partisinin rakibi gibi örgütlenen yeni bir vesayetçi odak olarak FETÖ’de büyük rahatsızlık oluşturmuştur. 2010 seçimlerinde AK Parti’nin FETÖ’den gelen dayatmalara karşı duruşu yeni bir askeri darbenin dinamiklerini harekete geçirmiştir. Yani siyasal yoldan devleti ele geçiremeyeceğini gören FETÖ asker içine yerleştirdiği hücreleri harekete geçirerek bütün orduyu bağlayan bir darbe yapabileceğini düşünmüştür. Ne ekonomik bir kriz ne de güvenlik zafiyetleriyle meşrulaştırılamayan 15 Temmuz darbesi uluslararası “meşruiyet”ine rağmen politik liderliğin ve hafızasında darbelerin oluşturduğu felaketleri diri olarak taşıyan ahalinin gayretleri ve dik duruşuyla durdurulmuştur. 

Türk siyasi hayatında 15 Temmuz darbesiyle birlikte bir konjonktürel dönem de kapanmıştır. 2007’de kapanan “askeri vesayet” döneminden sonra 15 Temmuz’la birlikte paralel devlet yapısına dayanan “toplumsal vesayet” dönemi de sona ermiştir. Başkanlık sistemine geçişle birlikte bürokratik vesayet üzerinden gelebilecek bütün saldırıların da önüne geçildiği görülmektedir. Başkan siyasal bir kişilik olarak ahalinin politik tercihinin direkt olarak iktidara yansımasını mümkün kılmaktadır. Bu nedenle vesayetçi sisteme geri dönüş heveslileri için başkanlık yeni sistemin sigortasını oluşturmaktadır. Yeni sistemin rasyonalizasyonu askeri darbeler döneminin yeniden gelişini önlemekte yardımcı olacaktır. Fakat sistemden vazgeçiş bürokratik vesayeti ve askeri darbelerle sistemin tekraren konsolidasyonunu geri çağırmak anlamını taşıyacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası