Covid-19 gerçek anlamda bir “siyah kuğu” oldu. Özellikle dünya ekonomisi için. Konunun uzmanları aslında böyle bir tehlikenin farkındaydı ve uyarılarda bulunuyordu. Daha önce yaşanan ufak çaplı salgınlar da bu tehlikeye işaret ediyordu. Fakat bu “işaretler” pek dikkate alınmadı ve içinde bulunduğumuz pandemi genel olarak bizim için bir siyah kuğu haline geldi. Yani öngörülemeyen, gerçekleşme ihtimali çok düşük olan, gerçekleştiğinde de tüm “resmi” değiştiren olay. Aslında, Türkiye de dahil olmak üzere bazı ülkelerin olası bir pandemiye karşı geçtiğimiz yıllarda “hazırlık planı” yaptığını biliyoruz. Fakat bu hususta bir ekonomik hazırlık yapılması ve uygulanması bir açıdan çok zor, başka bir açıdan ise imkansıza yakın. Çok zor, çünkü olası bir pandeminin ekonomiyi hangi şekillerde etkileyeceğinin önceden kestirilmesi çok zor. Neredeyse imkansız, çünkü olası ekonomik etkiler kestirilse bile bunlara karşı devletlerin ve bireylerin ekonomik anlamda “hazırlık yapması” ve “hazırlıklı kalması” neredeyse imkansız. Hele ki pandeminin ne zaman gerçekleşeceğinin bilinemediği ve bireylerin, şirketlerin ve ülkelerin amansız bir rekabet içerisinde olduğu bir atmosferde.
Söylemeye gerek yok, pandemi Türkiye ekonomisini derinden etkiledi. Pandeminin başlarında alınan kamusal ve bireysel önlemlerle birlikte reel ekonomi ve özellikle hizmetler sektörü ciddi ölçüde daraldı. Banka kartı ve kredi kartı ile yapılan harcamaların düzeyi bize harcama tarafında yaşananlar hususunda önemli bilgiler sağlıyor. Grafikte görüldüğü üzere pandeminin etkilerinin hissedilmeye başlamasıyla birlikte tüketici harcamalarında keskin bir düşüş yaşandı. Fakat haziran ile birlikte harcamalar neredeyse eski haline döndü. Hatta temmuz ile birlikte eski düzeylerin de üzerine çıktı. Tüketici harcamalarının bu kadar hızlı toparlanması açıkçası ben de dahil birçok kişiyi şaşırttı.
Bu durumun arka planında ise birçok faktörün bulunduğunu söyleyebiliriz. İlk olarak, bu hızlı toparlanma tüketicilerin gelecek ile ilgili ekonomik beklentilerinin genel olarak “olumlu” olduğunu gösteriyor. Tüketiciler pandemi ortamında dahi harcama yapmaktan korkmuyor. İkincisi, haziranda yaşanan parasal genişleme ve kredi maliyetlerindeki azalma tüketim eğilimini ciddi ölçüde beslemiş görünüyor. Fakat ağustos ile birlikte parasal genişlemede sınırlara ulaşıldığını ve kredi maliyetlerinin artmaya başladığını eklemek lazım. Üçüncüsü, hükümetin bu sancılı dönemde reel ekonomiye çok çeşitli şekillerde yüz milyarlarca lira düzeyinde katkı sağlamış olması tüketicilerin alım gücünü ve toplam talebi destekledi.
Bununla birlikte, unutmamak gerekir ki bunlar “toplam” rakamlar. Pandemi döneminde çok sayıda kişinin alım gücü ve tüketim harcamaları ciddi düzeyde gerilemiş olmalı. Bu durum özellikle işsiz kalanlar ve işletmesi kapananlar için geçerli. Öte yandan, pandemiyle birlikte insanların kağıt parayı kullanma derecelerinin belirli ölçüde azaldığını söyleyebiliriz. Yine, internetten yapılan alışverişler de ciddi ölçüde genişledi. Bu iki faktörün kart ile yapılan alışverişlerin miktarını artırmasını bekleriz. Bu nedenle pandemi öncesiyle sonrasını karşılaştırırken bu iki faktörü göz önünde bulundurmamız gerekir. Fakat bu iki etkinin genel resmi çok fazla değiştirmesini bekleyemeyiz. Sonuç olarak tüketim harcamaları yaz aylarında en azından eski düzeylerine ulaşmış olmalı.
Madalyonun diğer yüzünde ise üreticiler ve satıcılar bulunuyor. Burada öne çıkan göstergeler ise sanayi üretim endeksi, kapasite kullanım oranı ve reel kesim güven endeksi. İlk olarak, sanayi üretiminde nisanda ciddi bir daralmanın olduğunu ve bunun mayısta devam ettiğini görüyoruz. Fakat, haziranda yaşanan ciddi toparlanma ile birlikte pandemi öncesi düzeyler yakalandı. Pozitif gidişat temmuzda da sürdü. Kapasite kullanım oranı ise yaşadığı ciddi düşüşten sonra yaz aylarındaki yükselişi ile birlikte neredeyse pandemi öncesi düzeylerine döndü. Benzer bir süreç reel kesim güven endeksinde de yaşandı.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) göre Türkiye’de sanayi üretimi Japonya, Güney Kore, ABD, İngiltere, Brezilya, Meksika ve Almanya gibi ülkelerden daha hızlı toparlandı ve temmuz itibariyle Ocak 2020 seviyesini neredeyse yakaladı. Diğer ülkelerin genel olarak Ocak 2020 seviyesinin önemli ölçüde (yüzde 5 ila 10 arasında) altında bulunduğunu belirtmek gerekir. OECD’nin analiz için seçtiği ülkeler arasında sadece Çin bu hususta Türkiye’den daha iyi bir performans sergiledi.
Bütün bu veriler ikinci çeyrekte yaşanan ciddi daralmadan sonra Türkiye ekonomisinin yılın üçüncü çeyreğini büyümeyle kapatacağına işaret ediyor. Fakat yıllık büyümenin ne şekilde gerçekleşeceği bu sonbahar-kış döneminde ikinci dalganın gelip gelmemesine bağlı. Bu noktada ikinci dalgadan kastımın mart-nisan dönemindeki ilk dalga şiddetinde hatta daha da şiddetli bir dalga olduğunu belirtmem gerekir. İkinci dalganın gelmediği senaryoda Türkiye ekonomisi toparlanmasını sürdürür. Fakat ikinci dalganın yaşanması en muhtemel senaryo ve bu senaryoda nisan-mayıs dönemindeki kısıtlamaların ve önlemlerin bir benzerini bu sonbahar-kışta tekrar tecrübe edeceğiz. Üretim ve tüketim cephesinde o dönemde görülen daralmaların bir benzerini tecrübe edecek olmamız gibi. İnşallah bu ikinci senaryoyu yaşamayız, fakat yaşanabileceklere karşı da kendimizi hazırlamamız gerekiyor. Türkiye ekonomisi pandemi sürecinde bu zamana kadar yaşanan ve bundan sonra yaşanabilecek olumsuzlukları atlatma noktasında önemli bir dirence ve kuvvete sahip. Şu ana dek pandemiden ekonomik olarak en az etkilenen ve en hızlı toparlanan ülkeler arasında yer aldık. Bundan sonraki süreçte de bunu gerçekleştirmeye devam etmememiz için bir neden yok.
Öte yandan, pandemi döneminde istihdamda ciddi bir düşüş yaşandı. Toplam istihdam Ocak 2020’de 28 milyon iken nisan itibariyle 25.6 milyona kadar geriledi. Bu üç ay içinde toplam istihdamın 2,4 milyon azalması anlamına geliyor. Aynı süreçte istihdam oranı (istihdam edilenlerin 15+ yaş nüfusa oranı) da yüzde 45.2’den yüzde 41’e kadar düştü. Haziran ile birlikte yaşanan ekonomik toparlanmaya paralel olarak toplam istihdamda da 400 bin kişilik bir artış yaşandı. Veriler açıklandıkça toplam istihdamın temmuz-eylül döneminde hatırı sayılır düzeyde artmış olduğunu görmemiz en makul senaryo. Bununla birlikte, istihdamın normal düzeylere dönmesi biraz zaman alacaktır. Özellikle bu sonbahar-kışta ikinci dalganın yaşandığı senaryoda.
Son olarak, belirtmek gerekir ki bu özel dönemde istihdam piyasasıyla alakalı olarak yapılacak analizde işsizlik oranı verisini kullanamayız. Bunun sebebi ise pandemi döneminde işsizlik oranının anlamını önemli oranda yitirmiş olması. Bu süreçte istihdamda ciddi bir gerileme yaşanırken işsizlik oranı ancak 1-1,5 puan düzeyinde yükseldi. Zira, bir kişinin teknik olarak işsiz sayılabilmesi için iş araması gerekir ve pandemi sürecinde iş bulmanın zorlaşması nedeniyle birçok kişinin iş aramadığını veya bir süre uğraştıktan sonra iş aramayı kestiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle bu tarz bir dönemde kullanılması gereken veri direkt olarak istihdam düzeyi veya istihdam oranıdır.