Cinsler arası ilişkilerde kadınların erkeklerden dezavantajlı durumda olduğunu söylersek iddialı bir cümle kurmuş olur muyuz? Şöyle düşünelim; erkek bedeni fizyolojik olarak kadın bedeninden daha güçlü ve insan varlığının devamı kadınların bedenlerine doğrudan bir yük yüklüyor. Kur’an’da çok çarpıcı bir ifade ile belirtildiği gibi kadınlar “zayıflık üzerine zayıflıkla çocuklarını taşıyor” (Lokman 31:14) ve yine büyük zorluklarla onları dünyaya getiriyorlar. Buna bir de kadınların çocuklarına dönük güçlü içgüdülerini ve bu içgüdüler nedeniyle bazı durumlarda bilinçli olarak toplumsal imkanlardan el çekmelerini ekleyelim. Çocuğunu büyütmek için kariyerini tamamen bırakan yahut kötü evliliklere, kötü hayat şartlarına çocukları için göğüs geren kadınları düşünelim. Tüm bu özellikler cinsler arası ilişkide erkekleri avantajlı konuma getiriyor. Erkekler bir ahlak, inanç yahut yasa zorlayıcılığı hissetmedikleri takdirde bu avantajlarını kadınlar aleyhine kullanabiliyorlar. Bu, kadınların cinsler arası ilişkilerde erkekler kadar avantajlı olmadıkları ve doğuştan gelen onurlu yaşam haklarına erişebilmelerinin ancak tüm toplumun birlikte organize olmasıyla mümkün olabileceği anlamına geliyor.
Daire-i Adalet
Tüm toplumun birlikte organize olması işleyen bir toplumsal sistem anlamına geliyor ve bir toplumsal sistemin işleyip işlemediği adaletin tecelli edip etmediği ile ölçülüyor. Bunu klasik İslam siyaset teorisyenleri “daire-i adalet” kavramı ile açıklamışlar ve toplumsal yapının ve siyasal meşruiyetin kaynağına adaleti yerleştirmişlerdir. Buna göre toplumsal organizasyonun zayıflamasının birinci göstergesi toplumda adalet nosyonunun ortadan kalkmasıdır. Adaletin olmadığı hiçbir toplumsal sistem varlığını uzun süre devam ettiremez. Adaletin varlığı/yokluğu konusunun en belirgin olarak hissedildiği alanlar toplumun dezavantajlı kesimlerinin yaşamlarıdır. Gücü elinde bulunduranlar kendi haklarını koruyabildikleri gibi başkalarının haklarını da gasp edebilirler. Ancak adaletli bir toplumda gücü olanla olmayanı eşitleyen bir mekanizmanın varlığından söz edilebilir. Kadınların erkeklere, çocukların yetişkinlere, yaşlıların gençlere, engellilerin engelsizlere, fakirlerin zenginlere nispetle haklarına erişimleri konusunda sıkıntıları varsa o toplumda adaletsizliğin olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Bu tür toplumsal yapılar kısmen yahut tamamen anomik yapılar olarak adlandırılabilir.
Anominin İlk Kurbanları
Anominin kısmen yahut tamamen etkili olduğu dönemlerde –ancak işleyen bir sistem içinde hakları korunan– dezavantajlı kesimler birincil mağdurlar olurlar. Cinsler arası ilişkiler bağlamında anomik bir sistemde erkeklerin mağdur olması zaman alır ve genellikle aksaklıklardan dolaylı etkilenip günlerini bir biçimde kurtarabilirler. Günü kurtaran erkeklerin genellikle kadın, çocuk ve yaşlıların sorunlarına karşı (aksini sağlayacak ahlaki yahut dini bir değer çeteleleri yoksa) duyarlı olmaları pek mümkün olmaz. Bu da siyasal, sosyal ve ekonomik pek çok gerekçesi olabilecek toplumsal yozlaşmanın kadın düşmanlığına evrilerek absorbe edilmeye çalışılmasını beraberinde getirir. Yani aynı anda ortaya çıkan olgulardan biri diğerinin sebebi gibi gösterilerek kolay bir çözüm üretilmeye çalışılır.
İslam Dünyasında Anomi
Bu durumun tipik bir örneğinin son birkaç asırdır İslam dünyasında yaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle son iki yüzyılda kendisini yakıcı bir biçimde gösteren siyasi yenilgi hali İslam dünyasını kültürel, ekonomik, siyasi ve ahlaki pek çok krizle karşı karşıya getirmiştir. Söz konusu kriz halinin başlıca nedeni Müslüman toplumların kendi yapılarına uygun kültürel, ekonomik ve toplumsal taleplerinin kabul göreceği bütün düzlemlerin ortadan kalkmasıdır. Sekülerleşen bir dünyada varlıklarını devam ettirmeye çabalayan Müslüman toplumlar günlük olarak krizlerle karşı karşıya kalmakta ve bu krizleri aşacak siyasi güçten yoksun bulunmaktadır. Bu durum Müslüman toplumlarda giderek yaygınlaşan bir zihinsel yarılma meydan getirmekte ve buna özellikle yeni nesilleri içine çeken bir kimlik bunalımı eşlik etmektedir.
Tüm bu krizlerin aşılması başta siyasi ve ekonomik gücün yeniden kazanılmasını hedefleyen toptan bir silkelenişi gerekli kılmaktadır. Ancak böylesi bir silkeleniş hali hem çok zor hem de maliyetlidir. Şu halde içinde bulunulan kriz halinin faturasını üstlenecek bir veya birkaç günah keçisi bulmak gerekmektedir. Bu günah keçilerinin toplumun dezavantajlı kesimleri arasından seçilmesi ise şaşırtıcı bir durum değildir: Kadınlar yozlaşmakta, gençler bozulmaktadır. Kadın meselesi hallolursa toplumun yaşadığı kriz hali ortadan kalkacaktır. Mesele bu kadar basittir!
Bu Kadar Basit mi Gerçekten?
Böyle bir bakış açısının zaman içinde kadın düşmanlığına evrilmesi kaçınılmazdır ve İslam dünyasında ortaya çıkan “kadın meselesi”nde bu bakış açısının çok büyük bir payı vardır. Ailenin zayıflıyor olması, ahlaki erozyonun artması, yeni nesillerin değerlerinden uzaklaşması, kültürel kodların ve geleneksel yapıların parçalanması gündelik hayatın adeta yürütücüsü gibi görünen kadınların işaret edilmesini kolaylaştırmıştır. Kadın olağanüstü fedakarlıklar yaparak aileyi bir arada tutar, çocuklarını terbiye eder ve topluma katkı vermeye devam ederse ailenin zayıflamayacağı, yeni nesillerin yozlaşmayacağı ve bütün sorunların kökünden çözüleceği inancı giderek yaygınlık kazanmıştır. Siyasi yenilmişliği ve bununla birlikte ortaya çıkan çatışmaları örten bu illüzyon, kadınların hayatlarını daha da zorlaştırarak aslında toplumsal barışı tehdit eden bir noktaya ulaşmıştır.
Söz konusu kolaycılık hali kendisine seküler kesimlerden dindar kesimlere kadar birçok taraftar bulabilmektedir. Sekülerler Batı karşısındaki yenilgiyi ve buna binaen ortaya çıkan sorunları Batı medeniyetine iltihak ederek çözeceklerine inanmışlardır. Bunun için giriştikleri uygulamalarda ise dindar/muhafazakar kadınlar daima ilk hedef olmuşlardır. Günümüzde ise kadınların tam tersi bir istikametten yeniden ateş altına alındıkları bir tablo ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu kez özellikle birtakım örgütlü dini grupların liderleri özellikle de dindar/muhafazakar kadınları hedef alan toplumsal çözümlemelerle gündeme geliyor ve sorunların kaynağına yine kadınları koyuyor. Kadınların evlerine çekilmelerini dini, ahlaki planda yaşanan aksaklıkları bıçak gibi kesecek bir çözüm yolu olarak sunan bir anlayış kitlelere servis ediliyor.
Oysa toplumsal kurumların tam anlamıyla işlemesine engel olan büyük siyasal sorunları kadınları işaret ederek yok edeceğini düşünmek hem büyük bir kolaycılık hem de kötü bir niyet göstergesi. İçinde bulunduğumuz tarihsel kavşakta kadını ve erkeğiyle toplumumuzun ürettiği bütün enerjiyi krizden çıkış yolunda sarf edecek kanalları açmak ve toplumsal barışı tehdit eden unsurları izale etmek hepimizin önceliği olmalı.