Suriye’de yaşanan iç savaş bu coğrafyanın tanıklık ettiği en şiddetli çatışmalardan birine dönmüş durumda. Sivillere yönelik katliamlara her gün bir yenisi daha ekleniyor. İnsani dramları gözler önüne seren binlerce yaşam hikayesi basına yansıyor. Kaos ortamının oluşturduğu bütün olumsuzluklar masum insanları en temel ihtiyaçlarından dahi mahrum ediyor. Bu tablonun önümüzdeki kısa dönemde değişeceğine dair ise ortada herhangi bir umut ışığı görünmüyor.
Savaşın başladığı ilk andan istikrarsızlığın bütün Suriye’yi sardığı noktaya kadar hiçbir kalıcı güvenlik çabasına rastlanmadı. Çatışmanın dinamiği giderek hızlandı ve aynı hızla tüm ülkeye yayıldı. Bu tür çatışma ortamları diğer birçok örnekte görüldüğü gibi terörün kendisine hayat bulmasını sağladı. Elbette büyüyen ve genişleyen bu terör tehdidi bünyesinin gerekliliği olarak sadece Suriye içerisinde kalmadı ve komşu coğrafyalara da sıçradı. Suriye ile geniş bir sınır hattına sahip olan Türkiye de bu terör tehdidine sıkça maruz kaldı. Buna mukabil Fırat Kalkanı ile terör tehdidinin bertaraf edilmesine yönelik başlatılan operasyon güneyde Bab’a kadar ilerledi. Türkiye’nin hedefindeki iki terör örgütü DEAŞ ve PYD’ye karşı temizlik süreci Fırat’ın batısı için önemli ölçüde sağlandı. Ancak gelinen nokta itibarıyla Türkiye’nin önünde yeni bir Suriye ajandası olduğunu söylemek mümkün.
Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye’nin kuzeyinde ciddi mesafe alan Türkiye hem bu alanların terörden arındırılmasını hem de güvenli bölgelerin oluşturulmasını sağladı. Operasyonun güney sınırında Halep’e çok yakın bir yer olan Bab’a kadar ilerlenmesi ise bir sonraki aşamada nasıl bir güvenlik tehdidi tanımlaması yapılacağı sorusunu akıllara getirdi. Fırat’ın batısında kalan bölgenin DEAŞ ve PYD teröründen temizlenmesi sonrası Türkiye’nin temel güvenlik öncelikleri, hedeflerinin ne olduğu ve nasıl gerçekleştirileceği sorusu çok mühim. Zira bu aşamadan sonra Türkiye’nin sahadaki gerçekliği Rusya ile ABD arasında belirleyeceği pozisyon ile doğrudan ilintilidir.
Rusya ile Partnerlik
Türkiye’nin terörden kurtarılan bölgeler sonrasında operasyonun coğrafi genişleme sınırını iyi çizmesi gerekmektedir. Şu anda Halep şehrinin hemen sınırına yakın bir bölgeye kadar gelen harekatın seyri aynı zamanda bir sonraki düzlemin başlangıç kapısı olacaktır.
Rusya ve Esed rejimi ile askeri açıdan sıcak temasın kurulması konvansiyonel bir savaşa neden olacağı için azami derecede ihtiyatlı olunmalıdır. Her ne kadar son dönemde Rusya ve Türkiye arasında güçlü bir iletişim olsa da bu iki aktör arasındaki karşıtlığı arzulayan birçok devlet ve yerel iş birlikçinin bulunduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla bir şekilde bu askeri sıcak temasın önüne geçecek mekanizmaların kurularak sahadaki tedbirlerinin alınması gerekir. Bu durum diplomatik çözüm çabalarına da katkı sağlayacaktır.
Aslında Türkiye’nin stratejik düzlemde yüzleşeceği gerilimin Halep eksenli olması kaçınılmazdır. Buradaki temel problem ise hava saldırılarına yoğun bir şekilde devam eden Rusya’nın bir çözüm planına ikna edilmesidir. Halep’teki mevcut durumun kış sürecinde de devam ederek bir sonraki yıla taşınması çatışmanın kronikleşmesi açısından en çok Türkiye’yi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla Fırat Kalkanı Harekatı’nın geleceği açısından Halep meselesinin Türkiye ile Rusya arasında varılacak bir mutabakatla çözülmesi son derece rahatlatıcı bir gelişme olacaktır. Zira Halep’teki insani trajedinin kamuoyunda geniş hassasiyete sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) askeri çözüm baskısı olacağını da belirtmek gerekir.
ABD ve Değersizleşen Müttefiklik
ABD’nin Başkan Obama döneminde Türkiye’nin bölgesel düzlemdeki yaklaşımlarına negatif duruş sergilemesi birçok gerilime neden oldu. Özellikle Suriye’de PYD’ye verilen destek Türkiye açısından asla kabul edilemez bir tavırdı. Halihazırda ABD bu desteğini ve sahadaki partnerliğini sürdürmektedir. Yeni seçilen Donald Trump’ın da bu yerel düzeydeki ittifakı bozmak isteyeceğini söylemek zor. PYD’nin hem kullanışlılığı hem de koz olarak istifade edilebilir olması bakımından henüz ABD için miadını doldurmadığı ortadadır.
Bu tercihin Türkiye gibi NATO müttefiki bir ülkede hayal kırıklığı oluşturmasını ABD’nin pek umursadığı söylenemez. Bab sonrası projeksiyonda ise Türkiye’nin operasyonun seyri açısından doğru hamlelerde bulunması durumunda ABD’nin PYD kozuna daha fazla sarılması ve rahatsızlık verici adımlar atması muhtemeldir. Rakka operasyonuna yoğunlaşan ABD ve PYD’nin bu birlikteliği ilerleyen dönemlerde nasıl formüle edeceği önem arz etmektedir. Suriye dosyasında Türkiye’nin elini güçlendirmek istemeyen ABD, bunu PYD üzerinden Ankara’nın sinir uçlarına dokunarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’ye karşı diplomatik olarak elini güçlendirmesi için sahada bazı adımlar atması zorunludur.
Türkiye’nin zorunlu olarak atması gereken hamlelerin başında kurtarılan bölgelerin askeri açıdan tahkim edilmesi ve yeni unsurlar oluşturularak bu alanlara taşınması temel bir gerekliliktir. Kurulacak bir askeri üs sürecin yönetilmesini kolaylaştıracak etkenlerin başında gelmektedir. Gerektiğinde çatışma sahalarına müdahale edebilecek askeri kapasitenin yerleşik olması ciddi bir imkandır. Aynı zamanda bu bölgelerde hayatın normalleştiğinin bir işareti olarak Türkiye’de bulunan Suriyeli vatandaşların bölgeye taşınmaları da teşvik edilmelidir. Tabii burada dikkat edilmesi gereken husus ise muhalif grupların kontrol kabiliyetleridir. Kurtarılan bölgeler bu grupların kontrolüne bırakılırken bunun yeni bir çatışmaya sahne olmaması gerekir. Bu açıdan operasyon içerisinde yer alan muhalif grupların kendi aralarında mücadeleye girmelerinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu grupların kolektif savunma yeteneklerinin güçlendirilmesi mühimdir. Nihai kertede Suriye içerisinde kendi güvenlik dinamiklerini koruyabilen bir Türkiye önümüzdeki süreçte ülkede ortaya çıkabilecek her senaryoya karşı hazırlıklı olma potansiyeline sahiptir.