Türkiye’de 2018 anayasa değişikliğiyle geçilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, partiler arasında en baştan itibaren iş birliği yapılmasına elverişli bir zemin hazırladı. Farklı siyasi partilerin seçim sonrasında oluşacak muhtemel konumlarını belirlemek için ittifaklar kurmaları, demokrasinin ruhuna gayet uygun. Parlamenter sistemde hükümetin kurulamadığı zamanlarda zoraki şekilde ortaya çıkan koalisyonlara göre, herkesin perspektifini en baştan ortaya koyduğu ittifakların seçmen açısından daha yararlı olduğu söylenebilir. Zira bu yolla seçmen, seçimlerin sonrasında belki de sürpriz bir koalisyonla karşılaşmadan muhtemel sonuçları önceden bilerek hareket etme fırsatı buluyor.
Buna karşılık, bu tür ittifaklarda partilerin temel politikalar karşısında mümkün olduğunca ortak bir perspektife sahip olmaları büyük önem taşır. Söz konusu perspektifin belirlenmesini sağlayan temel faktör ise partilerin siyasal kimlikleridir. Ülkenin meseleleri konusunda benzer bir anlayışa sahip olan partilerin ittifakı, seçim sonrasında gerçekçi politikalar izlenmesi için oldukça önemli. Seçim sonrasında muhtemel bir iş birliği, siyasi partilerin temel sorun alanları karşısında benzer bir yaklaşıma sahip olmaları, seçmenlerin ikna edilmesi açısından da önem taşıyor.
Yeni sistem uygulanmaya başladıktan sonra iki ayrı ittifak ortaya çıktı. AK Parti ile MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın karşısında CHP öncülüğünde kurulan Millet İttifakı belirdi. Zaman içinde Millet İttifakı’ndaki parti sayısı altıya kadar yükseldi. HDP ise İttifakın gayrı resmi ortağı olarak içinde değil, yanında olmayı tercih etti. Parti sayısının artması, daha fazla seçmene ulaşmak anlamına geldiğinden, avantaj gibi görülebilir kuşkusuz. Ancak ittifak, doğası gereği, farklı partilerin kendi kimlikleriyle içinde bulunacakları bir yapıya işaret eder. Çok sayıda partinin buluşmasının, üstelik bunların temel siyasi sorunlar konusunda neredeyse hiç ortak paydalarının olmamasının tutarlı ve gerçekçi bir dil üretilmesini engellediği açık. Açıkça söylemek gerekirse altılı masanın kurulmasının yegane nedeninin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesini engellemeye çalışmak olduğu anlaşılıyor. Tüm stratejiyi karşıtlık üzerine kurmanın Millet İttifakı’nın içinde yer alan partileri konforlu bir alana ittiği söylenebilir. Zira her ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı seçtirmemek tek hedef olarak belirince, gerçekçi ve somut bir politika önermenin de gereği kalmıyor.
Ortaksızların İttifakı
Millet İttifakı bileşenleri, son dönemde bir dizi toplantı yaparak seçimlere yönelik ortak bir strateji geliştirmeye çalışıyor. Görüşmelerin içeriği kamuoyuna tam olarak açıklanmadığı için İttifakın pek çok güncel meseleye ilişkin ortak bir yaklaşıma sahip olup olmadığından emin değiliz. Şu ana kadar altı partiyi buluşturan yegane ortak paydanın parlamenter sisteme dönüş olduğu görülüyor. Nitekim geçtiğimiz haftalarda “güçlendirilmiş” parlamenter sisteme yeniden dönülmesi için hazırlanan bir plan kamuoyuna açıklandı. Söz konusu planda öngörülen pek çok düzenlemenin hükümet sistemiyle ilgili olmaması dikkat çeken bir durum. Örneğin seçim barajının düşmesi, siyasi partilere hazine yardımının şartlarının azaltılması, Hakimler ve Savcılar Kurulundan Adalet Bakanının çıkarılması ve Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılması gibi konuların hükümet sistemiyle ne kadar ilişkili olduğu anlaşılamıyor.
Diğer taraftan ülkenin mevcut meseleleri karşısında, Millet İttifakı üyelerinin muhtemel bir iktidarları döneminde ne tür politikalar izleyeceğini öngörmek mümkün değil. Daha doğrusu altılı masanın üyeleri, bu konularda net bir pozisyon almaktan veya yaklaşımlarını ortaya koymaktan ısrarla kaçınıyorlar. Örneğin terörle mücadele konusunda nasıl bir strateji izleneceği belirsizliğini koruyor. Altılı masaya resmen oturamayan ancak fiilen bu ittifakın destekçisi olduğu bilinen HDP’yi kaybetmemek uğruna PKK’ya bakışlarını açıklamaktan ısrarla kaçınıyorlar. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’nin terör gibi bir sorunu sanki hiç yokmuş gibi davranılıyor. Aynı durum FETÖ’ye yaklaşım için de geçerli. İttifak ortakları, zaman zaman kısık sesle “KHK’lıların mağduriyetinden” bahsediyor ancak bu mağdurların kim oldukları sorusunun cevaplanmasından ısrarla imtina ediliyor. Sanki 15 Temmuz 2016’da Türkiye, 250’den fazla insanın hayatını kaybetmesine neden olan bir darbe girişimiyle hiç karşılaşmamış gibi davranılıyor. DHKP-C de dahil olmak üzere Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin hiçbirine karşı masanın dengelerini bozacak karşı bir söylem geliştirilmiyor.
Dış Politikaya Yaklaşım
Millet İttifakı ortakları arasında yine çok fazla dillendirilmeyen bir ayrışma noktası ülkede bulunan sığınmacılara yönelik yaklaşım. İYİ Parti ve CHP’nin sığınmacıların geri gönderilmesinden yana yaklaşımları malum. Diğer partiler ise muhtemelen ittifak ortaklarıyla erken bir çatışma yaşamamak için bu topa hiç girmemeyi tercih ediyor. Aslında herhangi bir ilkesel duruş sergilemeden veya politika önermeden ülkedeki memnuniyetsiz kitlelerin bu konudaki hassasiyetlerini oya tahvil etmeye çalışmak, ortakların asıl stratejisi gibi görünüyor.
Aynı sorunun devamında ise dış politika konusuna yaklaşım var. Geçmişten itibaren İttifaktaki ortakların, uluslararası ilişkiler açısından farklı anlayışlara sahip oldukları biliniyor. Üstelik aradaki fark kolay kapatılır gibi de değil. İttifak üyeleri arasında İslam ülkeleriyle ilişkilerden Batı’ya bakışa kadar pek çok konuda dış politikaya ilişkin söylem adeta siyah ve beyaz kadar farklı. Bu farklılık tahmin edilebileceği gibi bu konunun da üstünün örtülmesini beraberinde getiriyor. Örneğin muhtemel bir Millet İttifakı iktidarının, ABD’den Suriye’ye, Rusya’dan Körfez ülkelerine kadar farklı denklemlerde nasıl bir strateji izleyeceğini anlamak mümkün olmuyor. Bu konudaki en belirgin örneklerinden biri CHP’nin Suriye Savaşı konusunda en baştan itibaren Esad’ın yanında durması. Saadet Partisi’nin de bu konuda benzer bir çizgide olduğu biliniyor. Ancak İttifakın diğer ortakları bu konuda somut bir açıklama yapmaktan ısrarla kaçınıyor. Aynı durum son dönemde yaşanan bir diğer gelişme olan Rusya-Ukrayna Savaşı için de geçerli. NATO’dan Rusya’ya farklı ilişkiler açısından Millet İttifakı’nın ortakları arasındaki anlaşmazlıklar seziliyor ancak bu tür ihtilaflı konular masanın gündemine ısrarla getirilmiyor.
Ekonomiyi de ayrı bir başlık altında değerlendirmek mümkün. CHP’nin ekonomi politikaları açısından ittifakın diğer ortaklarından geleneksel olarak ayrı bir yerde durduğu biliniyor. Altılı masa etrafında oturan partilerin son dönemde iktidara eleştirileri ekonomi politikaları üzerinde yoğunlaşmasına rağmen ortak bir alternatif politika önermemeleri dikkat çekiyor. Ülkenin yaşadığı ekonomik sorunların en önemli sebebi olarak yeni hükümet sistemi gösterilmesine rağmen bunun nasıl bir mantığa dayandırıldığı açıklanmıyor. Başına “güçlendirilmiş” sıfatı eklenen parlamenter sisteme dönüşle sanki ülkeye sihirli bir değneğin değeceği ve herkesin istediğini elde edeceği varsayılıyor. Üstelik parlamenter sistemin geçmişte neden olduğu siyasi istikrarsızlık başta olmak üzere tüm sorunlar perde arkasına gizleniyor.
Siyasette Kimliksizleşme
Millet İttifakı’nın somut politika önerilerini dışlayan bu yaklaşımı aslında siyasetin kimliksizleştirilmesinin en iyi örneklerinden biri. İttifakın üzerine oturduğu zeminin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti karşıtlığında şekillenmesi, altılı masada yer alan partiler tarafından somut, gerçekçi ve uygulanabilir politikaların önerilmesini imkansız hale getiriyor. Söz konusu yaklaşım aslında dünyada yükselen popülist dalgayla da yakından ilişkili. Popülizm, tutarlı bir politika önerisi geliştirmekten çok, duygulara hitap ederek kitleleri belirli bir karşıtlık üzerinden mobilize etmeye çalışır. Altılı masa etrafında birleşen partilerin farklı rahatsızlıkları bulunan kitlelere hitap ettikleri ve toplumsal sinir uçlarına dokunarak destek zeminlerini genişletmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Böyle bir yaklaşımda kendi siyasal kimliğiyle ülkenin sorunlarına çözüm önerileri getirmek ve politika üretmek adeta önemsiz hale geliyor. Bu yaklaşımın ittifak üyelerini içine düşürdüğü açmaz, masaya oturmadan önce kimliklerini evde bırakmalarının gerekmesi. Masadan kalkıldığı anda siyasi söylemin değişmesiyle sonuçlanacak bu durum, ittifak ortakları açısından ciddi bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkarıyor.
Siyasette başarının en önemli göstergesi kalıcılık. Dünyanın her yerinde, değişik zamanlarda konjonktürel şartları kullanarak ya da rüzgarı arkasına alarak siyaset yapan çok sayıda aktör görüldü. Ancak bunların çoğu kısa süre içinde siyaset sahnesinden silindi, kendilerini getiren rüzgar aldığı yere geri götürdü. Siyasette kalıcılığı sağlayan en önemli unsur, tutarlı, somut ve gerçekçi bir politikalar zinciri belirleyip, gerekirse değişen şartlardan etkilenmeden pozisyonunu koruyabilmek. Toplumda siyasetçilere güveni ve güçlü bir siyasi kimliğin oluşmasını sağlayan da bu tutarlılık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem iç hem de dış siyasette çizgisini koruması, yirmi yıldır iktidarda kalmasının en büyük nedeni. Toplumun aradığı sahici bir siyaset. Açıkça görülüyor ki muhalefet bu tür bir inandırıcılığın hala çok uzağında. Üstelik her yeni sorun başlığı, İttifak içindeki partilerin kimlik sorunlarını daha da derinleştiriyor. Dolayısıyla bu şartlar altında Millet İttifakı’nın etrafında toplandığı masanın Türkiye’nin geleceğinde anlamlı bir yere sahip olacağını söylemek için hiçbir neden bulunmuyor. Ortaya çıkan kimlik sorunu, eskiden insanların kimlik kartlarını kaybettiklerinde gazetelere verdikleri üç kelimelik ilanı hatırlatıyor: “Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür.”