Kriter > Dosya > Dosya / Kanal İstanbul |

Kanal İstanbul’un Jeopolitiği


Kanal İstanbul olarak ifade edilen su yolu projesi günümüzde artan yoğun gemi trafiğini azaltmak için İstanbul Boğazına bir alternatif olarak tasarlanmıştır. Kanal’ın jeopolitik öneminin sadece Montrö Rejimi ile kıyaslanarak ya da Boğazlar Sözleşmesiyle ilişkilendirilerek okunması, kanalın getirebileceği jeopolitik ve jeoekonomik fırsatları görmemizi de kimi zaman engellemektedir.

Kanal İstanbul un Jeopolitiği
(Muhammed Selim Korkutata/ AA, 7 Nisan 2021)

Geçtiğimiz bir ay içerisinde gerek Karadeniz’de yaşanan son Ukrayna krizi gerekse de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne dayandırılmış olan Amiraller Bildirisi neticesinde Kanal İstanbul ile ilgili tartışmalar yeniden alevlendi. Nihayetinde geride bıraktığımız günlerde (21 Mayıs 2021), Ulaştırma Bakanımız Sayın Adil Karaismailoğlu yaptığı açıklama ile beş yıl içinde Kanal’ın tamamlanmasının öngörüldüğünü kamuoyuyla paylaştı. Karaismailoğlu’nun açıklamalarının odak noktası, Kanal İstanbul’a duyulan ihtiyaçtı. Ulaştırma Bakanlığının verdiği rakamlara göre halihazırda İstanbul’da Boğazlardan güvenli geçmesi gereken gemi sayısı 25 bini bulmakta. Şu anda Türkiye 43 bin geminin güvenli olarak geçirilmesi için çaba sarf etmekte. Yine Bakanlığın rakamlarına göre Boğazlardan geçiş yapan ticari gemilerin sürekli artan ihtiyaçları karşısında, 2050’ye gelindiğinde Boğazlardan 78 bin geminin geçiş yapması bekleniyor. Bu rakamlar, Sayın Bakan’ın ifadesiyle Türkiye’nin 10 yıl sonra Kanal İstanbul’a ciddi olarak ihtiyaç duyacağını ortaya koyuyor. Zira, artan gemi trafiği karşısında gemilerin doğal olarak Boğazlardan geçmek için bekleme süresi artacağından gemilerin Kanal İstanbul’dan geçmeyi tercih etmesi daha avantajlı olabilecek.

Ayrıca Karaismailoğlu Kanal’ın tamamlanması halinde Türkiye’nin Avrasya’nın tam merkezinde olması sebebiyle lojistik bir üs olacağını da ifade etti. Kısaca hem artan ihtiyaç hem ekonomik kazanç elde etme fırsatı hem de Türkiye’nin Doğu-Batı/Kuzey-Güney ticaretinde merkezi konumunu güçlendirmek, bunu jeopolitik bir statüye dönüştürmek isteği Kanal İstanbul projesinin rasyonel zeminini oluşturuyor.

 

Kanal İstanbul İçin İkili Geçiş Modeli mi Olacak?

Bilindiği gibi Dünya’daki kanallar boğazların aksine doğal su yolları olmayıp, denizler, okyanuslar gibi su kütlelerini birbirine bağlayan yapay su yollarıdır. Kanalların ortaya çıkmasıyla birlikte küresel ticari faaliyetler hızla artmış ve insanoğlu böylece zamandan ve geçişlerde kullanılan yakıttan tasarruf etmek suretiyle önemli bir kazanım sağlamıştır. Dünya’daki birbirinden farklı hukuki statüdeki kanalların hangi hukuki kurallara uyacağı meselesinin kararı her zaman kolay olmamıştır. Bunun sebebi, boğazların statüsünün belirlenmesinde başvurulabilecek açık ve net hukuki kurallar varken, kanallar için böyle belirgin hukuki düzenlemelerin olmayışıdır. Dolayısıyla, kanallar egemen bir devletin içinde yapay su yolları olarak inşa edildikleri anda kendiliğinden uluslararası hukuka dahil edilemezler. Zira, bu hususla ilgili olarak uluslararası hukuk açısından tanınmış bir hak mevcut değildir. Söz konusu bir kanalın hukuki statüsünü açıkça bildiren bir uluslararası antlaşma varsa ancak o takdirde söz konusu kanal uluslararası bir statüye sahip olacaktır. Aksi durumda ise yani kanal hakkında bir uluslararası antlaşma yoksa o zaman da kanal doğal olarak bulunduğu devletin yönetimine ve ülkesi üzerinde bulunan devletin münhasır yetkisine tabi olacaktır. Sonuçta, herhangi bir kanalın uluslararası bir statü kazanması için kanalın üzerinde bulunan devletin kendi iradesini ortaya koyması şarttır. Bu iradeyle bağlantılı olarak, Korint Kanalı ulusal kanal statüsündeyken, Süveyş, Panama ve Kiel gibi kanallar uluslararası antlaşmalar yoluyla bu statüyü kazanmıştır.

İnşa edilmesi planlanan Kanal İstanbul, Türkiye’nin kara ülkesinin içerisinde yer alacağı için Ankara’nın doğrudan egemenlik hakları altındadır. Bu nedenle, kanalın inşa edilmesi için hiçbir engel mevcut değildir. Ayrıca, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığınca 2020’de hazırlatılan Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunda Türkiye’nin Kanal İstanbul üzerinde yasama, yürüme ve yargı yetkilerinin tam olduğu ve dolayısıyla kanal geçişlerinin Türk ulusal hukukuna göre düzenleneceği hakkında bir tereddüt olmadığı bildirilmiştir. Yine aynı raporda Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi’nin ruhuna zarar vermeden Kanal İstanbul geçişlerini dilediği gibi düzenleyeceği belirtilmiş, savaş gemilerinin geçişine de ayrıca değinilmiştir.

Hatırlanacağı üzere Kanal İstanbul için yukarıda zikredilen tüm amaçları mümkün olduğunca az siyasi, ekonomik, çevresel maliyetle gerçekleştirmek için bugüne kadar farklı geçiş formülleri üzerinde tartışıldı. Bulunan ve 2020 ÇED Raporunda da yer alan son formüle göre isteyen ticaret gemilerinin Kanal’dan, savaş gemilerinin de Boğaz’lardan geçebileceği bir düzenleme üzerinde çalışılıyor. Bu bağlamda, Kanal İstanbul ticaret gemilerin geçişine açık tutulurken, 81 yıldır uygulandığı gibi savaş gemilerinin geçişleri de Boğazlar Sözleşmesi olarak bilinen Montrö’deki kurallar çerçevesinde Boğazlardan gerçekleşecek, yani ikili bir geçiş rejimi uygulanacak.

 

Batı-Rusya Mücadelesinde Montrö Boğazlar Rejiminin Önemi

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki on yıllık geçiş dönemi sayılmazsa Karadeniz’de Rusya Federasyonu ile ABD/NATO rekabetinin geçmişle kıyasla hızlandığını, taraflar arasındaki güç mücadelesinin şiddetlendiğini rahatlıkla iddia edebiliriz. Rusların sıcak denizlere inme politikasında Soğuk Savaş sonrası dönemde Karadeniz ve Karadeniz Donanması -Rus Donanma Doktrinlerinde görüldüğü üzere- kilit rol oynar hale gelmiştir. Soğuk Savaş yıllarından beri Moskova’yı çevreleme politikasını farklı araç ve biçimlerle sürdüren ABD ve NATO’nun da ilgisi ister istemez bölgeye yönelmiştir.

Mücadelenin ilk raundunun nasıl tezahür ettiğini biliyoruz. NATO’nun doğuya genişlemesi ABD’ye Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan gibi iki yeni müttefik kazandırmıştı. Batı’nın Karadeniz’e sızmak istemesi, Karadeniz güç dengesinde Rusya’nın sınırlandırılacağı yanılsamasını doğurmuş, bu da Ukrayna ve Gürcistan’da renkli devrimleri teşvik etmiş, hatta bu iki ülkenin NATO’ya üye olarak kabul edileceği dedikodusu, NATO koridorlarında sıkça duyulur olmuştu. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğini Rusya’nın kırmızı çizgisi olarak kabul ettiğini de takip eden olaylar silsilesinden anladık. Moskova 6 Gün Savaşı ile Gürcistan’dan Güney Osetya ve Abhazya’yı koparttı, 2013 krizinde de Ukrayna’daki ayrılıkçı hareketlere verdiği destekle Kırım’ı ilhak etti. Böylece, 2014’te ilk defa bir Avrupa ülkesinin sınırları Rusya Federasyonu lehine savaş yolu ile zorla değiştirilmiş oldu. Bu ilk raundun sonunda NATO, Rusya’ya öncelik (Russia First) politikasını terk ederek özellikle Doğu Avrupa, Baltıklar ve Karadeniz’de yeni NATO askeri kuvvetlerin konuşlandırılmasıyla Moskova’nın sınırlandırılması stratejisine geçiş yaptı.

Bu çerçevede İttifak, NATO vasıtasıyla bir yandan İttifak’ın Doğu Avrupa’daki üye ülkelerine çok sayıda birlik ve tesis kaydırmış ve bu amaçla acil müdahale kuvvetlerini devreye sokmuştur. Diğer yandan deniz güvenliği konusunda Karadeniz’deki İttifak faaliyetlerini arttırmak üzere, Brüksel, Romanya ve Bulgaristan’a dönüşümlü birlikler ve karargahlar kurulması plan aşamasına geçmiştir. Görüldüğü üzere NATO’nun Rusya’nın sınırlandırılması stratejisinde, 2014 sonrası yeni birlik yapısında deniz unsurları önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle, İttifak’ın Karadeniz’deki tatbikat sayıları arttırılmış ve daha fazla sayıda birliğin bu tatbikatlara katılması sağlanmıştır. NATO’nun bu hamlesi karşısında Rusya’da bu yeni dönemde Karadeniz güç dengesinde iki yeni NATO üyesinin varlığını azaltmak adına alan kapatma (A2/AD) kabiliyetlerini arttırmak suretiyle cevap vermeyi tercih etmiştir.

Moskova, Rus Donanma Doktrini çerçevesinde Karadeniz’de daha ihtiraslı bir askeri yapılanma/güç gösterisi politikasını icra etmek adına önceliğini Karadeniz’de Rus Donanması’nın modernleştirmeye vermiştir. Ancak zaman içinde istediği hedefe ulaşmakta zorluk çekmeye başlamış, bunun için de donanma stratejisini Karadeniz kıyılarını muhafaza etmekte (litterization strategy) kullanacağı daha hızlı hareket edebilen, süratli ve küçük deniz kuvvetlerinin tedarik ve konuşlandırmasına vermiştir. Tabi, Rusya bu donanma unsurlarını hava ve kara kabiliyetleriyle tam bir alan kapatma taktiğiyle desteklemeyi de ihmal etmemiştir. Rusya’nın tüm sınırlılıklarına rağmen Karadeniz’de alan kapatma gücünü sergilemesi ve bunu değiştirmek için gerekli saldırı gücünün NATO için maliyetli olacağını hesaplaması, ABD ve NATO açısından rahatsız edicidir. Bu yüzden de Washington, Rusya’ya elinde Moskova’yı çevreleyebilecek farklı imkanlar olduğunu göstermek istemiş, bu sefer de Yunanistan’da yeni üs edinme ve kuvvet konuşlandırma taktiğini devreye sokmuştur.

Türkiye'nin Stratejik Hamlesi

2021 Ukrayna Krizinin Düşündürttükleri

Bugün, ABD/NATO ve Rusya arasında Karadeniz odaklı artan silahlanma ve örtülü bir kontrollü gerilim siyasetinin varlığı açıkça görünüyor. Nitekim geçtiğimiz nisanda Donbass ve Luhans’da yeniden başlayan gerilim, birden Rusya-ABD gerilimi haline dönüştü ve tüm dünya bu tırmanmanın Karadeniz’deki dengeleri nasıl etkileyeceğini tartışır hale geldi. Neyse ki, bu kriz sırasında Türkiye’nin sürdürdüğü akılcı diplomasi ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin caydırıcı varlığı sonucu -ki burada kastedilen taraflara dayattığı kısıtlamalardır- Karadeniz’de yaşanabilecek olası bir ABD-Rusya çatışmasının önlenmesini mümkün kılmıştır. Dolayısıyla, son Ukrayna krizi, Türkiye’nin elindeki Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz güç dengesi içerisinde ortaya çıkacak ciddi komplikasyonlarda nasıl bir denge unsuru olabileceğini bir kez daha göstermiştir.

Karadeniz havzasında Ukrayna krizi gibi sorunlara kalıcı çözümler bulunmadıkça Kiev ile Moskova’nın yaşadığı bu kriz, bölgesel kriz anlamında ne ilk ne de son kriz olacaktır. Silahlanmanın, donanma modernizasyonundan yeni üslere farklı taraflarca güdüldüğü bir ortamda bu bölgesel krizler ABD-Rusya gerilimi ya da NATO-Rusya gerilimi olarak kolaylıkla tezahür edebilir. Türkiye, böyle bir ortamda bir yandan NATO üyesi olarak Batıyla ilişkilerini sürdürürken diğer yandan da Rusya ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerini dengeli bir şekilde devam ettirmeye çalışacaktır. Bugüne kadar da bu denge siyasetini başarıyla sürdürmüştür, ancak kısa süreli de olsa Türkiye’nin Rusya ve ABD arasında yaşanan tehlikeli rekabetin ortasında kaldığı Ukrayna krizi, benzeri risklerin yine kısa dönemli olarak gelecekte de yaşanabileceğini göstermektedir.

Ankara, Karadeniz bölgesinin istikrarını korumak adına bu ve benzer tehlikeli krizleri en az zararla geçiştirmek için azami gayret göstermekte olup, Karadeniz üzerinden devam eden yeni Rusya-ABD rekabeti sırasında, özelde ABD ve genelde de Batılıların 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi’ni değiştirme taleplerine de karşı çıkmaktadır. Zira, Ankara Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz’deki istikrarın temel taşlarından biri olduğunu ve sözleşmenin hükümlerinin değişmesinin mevcut krizleri daha da derinleştirebileceğini bilmektedir.

Günümüzde Kanal İstanbul projesi tartışmalarında bazı çevreler kasıtlı olarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tehlikeye girdiği yönünde asılsız eleştiriler yapmaktadır. Bu konuya, Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan bir televizyon konuşması sırasında açıklık getirmiş, Kanal İstanbul ile Boğazlar Sözleşmesi’nin değişmeyeceğini ve Ankara’nın da Sözleşmeyi değiştirmek gibi bir niyetinin olmadığını açıklamıştır.

 

Kanal İstanbul’un Jeopolitik ve Jeo-Ekonomik Fırsatları

Kanal İstanbul olarak ifade edilen su yolu projesi günümüzde artan yoğun gemi trafiğini azaltmak için İstanbul Boğazına bir alternatif olarak tasarlanmıştır ve ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dille getirilmiştir. İnşası tamamlandığında Kanal İstanbul, Karadeniz ve Marmara Denizini birbirine bağlayacaktır. Kanal’ın jeopolitik öneminin sadece Montrö Rejimi ile kıyaslanarak ya da Boğazlar Sözleşmesiyle ilişkilendirilerek okunması kanalın getirebileceği jeopolitik ve jeo-ekonomik fırsatları görmemizi de kimi zaman engellemektedir.

Karadeniz, Soğuk Savaş sonrası dönemde enerji nakil yolları bakımından Rusya ve Batı arasında paha biçilmez bir transit koridorudur. Ancak bundan öte Karadeniz son yıllarda yeni enerji kaynaklarının bulunduğu, işlendiği/işleneceği, bu kaynakların piyasaya çıkacağı yani Avrupa’ya naklinde farklı yollar ve yöntemleri tercih etmesinde önemli bir saha olarak ortaya çıkmaktadır. Bu özelliğiyle Karadeniz’de hem Washington-Moskova rekabeti güçlenmektedir hem de kıyıdaş ülkelerle, enerji piyasalarının kilit ülkeleri arasında yeni pazarlıklar için bir manivela işlevi üstlenmektedir. Nitekim Avrasya ve Ortadoğu petrol kaynakları ile LNG trafiğinde Akdeniz-Karadeniz eksenindeki yeni bir enerji bağının tesis edilebileceği bir süredir söylenmektedir.

Kanal İstanbul’un inşasının tamamlanması durumunda, bu yeni enerji kaynaklarının gemilerle naklinin İstanbul Boğaz’ındaki beklenen aşırı trafik yükü aşılarak, yine Türkiye üzerinden sağlanması, bunu yaparken de Boğaz trafiğini hafifletmesi ve dolayısıyla ihtimal kazalarını da engellenmesi sağlanacaktır. Ayrıca enerji camialarında konuşulan bir başka hususta gözden kaçırılmayacak derecede önemlidir: ABD’nin ileride Dedeağaç ve/veya Odesa limanlarını AB ülkelerine kaya gazı nakliyatı yapmak için kullanacağı söylenmektedir. Bu planların gerçekleşmesi halinde, Rusya’nın mevcut boru hattı projelerinin olumsuz etkilenmesi olasılığı kaçınılmaz olarak Moskova’yı şimdiden düşündürmektedir. Dolayısıyla, gerçekleşmesi muhtemel hızlı fosil enerji tedarik trafiğinde Türkiye’nin Kanal İstanbul’un inşası tamamlaması durumunda Ankara’nın jeoekonomik ve jeopolitik olarak Rusya ve Batı arasındaki rekabette kilit bir konuma erişmesi kaçınılmazdır. Bu da Türkiye’nin bölgesindeki stratejik önemini arttıracağı gibi Ankara’nın ABD/AB ve Rusya ile olan ilişkilerinde pazarlık kozunu artıracaktır. Bu resmi okurken, lütfen Türkiye’nin Sakarya gaz sahasında doğal gaz keşfi yaptığını da atlamayalım. Kısaca, yeni enerji denklerinin değiştirdiği bir jeopolitik ortamda Rusya, sanıldığından daha çok Türkiye ile anlaşmaya hevesli olabilir.

Dolayısıyla enerji ve ticaret alanında pazarlık yapma kabiliyeti kazanabilmesi için Ankara’nın Kanal İstanbul’a vereceği hukuki statüyü biran evvel ilan etmesi avantajına olacaktır. Böylece, Ankara Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkelere Montrö Boğazlar Rejiminin değişmeyeceğini ve Kanal İstanbul’un inşasından sonra Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’nda da Montrö’nün geçerli olacağını söyleyerek Rusya’nın belirli kaygılarının giderilmesini sağlayabilecektir. Ayrıca Boğazlar Sözleşmesine taraf olmayan ABD ve Çin gibi ülkelerin ileride askeri gemilerini Karadeniz’e çıkarmak için Kanal İstanbul’u alternatif olarak kullanmak adına Türkiye’ye yapabilecekleri baskıyı da önceden bertaraf edebilecektir. Ve bunların ötesinde bu ilk adımın atılmasıyla ileride enerji jeopolitiğinin Türkiye’nin avantajına dönüşebileceği anı beklemek için Ankara vakit kazanmış olacaktır.

Sonuçta yeni Soğuk Savaş koşullarında, Karadeniz ABD için enerji meselesinin dışında Rusya’nın güneyden kuşatılması için oldukça önemli bir fırsat alanıdır. Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesinde Washington’ın Karadeniz’e geçişini kısıtlamak suretiyle buradaki güç dengesini korumakta ve böylece bölgenin güvenliğini garanti altına almaktadır. Özetle, Boğazlar Sözleşmesi hukuki olarak Karadeniz için önemli bir güvenlik ve askeri denge belgesi olmanın dışında bölgenin ötesindeki küresel siyasi istikrarının da teminat belgesidir.

Bu noktada Türkiye’nin bulduğu ikili geçiş rejimi formülü, Kanal İstanbul’un getireceği fırsatları tepmeden bölgede var olan rejimi koruma fırsatını Türkiye’ye vermektedir. Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu’nun Kanal İstanbul için ifade ettiği ikili geçiş formülü gerçekleştiğinde İstanbul Boğazı’nın yükü doğal olarak hafifleyecek ve yukarıda saydığımız jeopolitik ve jeo-ekonomik fırsatlar için uygun zaman beklenirken artan seyir emniyeti ile can, mal, deniz ve çevre güvenliğinden sağlanacak kazanımlar da Türkiye adına ilave artılar olacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası