15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Türkiye’nin askeri darbeler literatüründe “başarısız darbeler” sınıfına bir yenisi daha eklenmiş oldu. FETÖ/PDY tarafından organize edilen, milli iradeye yönelik bu terörist girişimi öncekilerden ayıran en önemli özelliklerden biri de Hava Kuvvetleri’ne ait uçak ve helikopterlerin aktif olarak işin içinde yer almasıydı. Böylece F-16’lar ve Sikorsky helikopterler, tankların yanında son darbe girişiminin sembolleri olarak hafızalara kazındı.
Başta Hava Kuvvetleri eski komutanı olmak üzere iradesini FETÖ’ye teslim etmiş bir kısım Hava Kuvvetleri mensubunun millete ait uçak ve helikopterleri alıkoyarak Paralel Yapı'nın Darbe Girişimi’nin merkezinde yer alması, daha önceden Hava Kuvvetleri’nin gerçekleştirdiği birtakım olayların tekrar gündeme getirilmesini ve üzerinde düşünülmesini zorunlu kıldı. 25 Mart 2009’da Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin şüpheli bir şekilde düşmesi, 28 Aralık 2011’de Şırnak-Uludere’de sivillerin bombalanması, 24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesi bunlar arasında sayılabilir.
Şüpheler Zandan İbaret Değil
Bu tarz şüpheler yersiz değil. Zira milletin Meclisine, seçilmiş Cumhurbaşkanı’na, silahsız ve masum insanlara, meşru hükümete ve onu korumaya çalışan güvenlik güçlerine karşı bomba atanları gören akıl ve vicdan sahibi her insan darbecilerin iktidarı elde etmek için her yolu deneyebileceğine rahatlıkla kanaat getirebilir. Nitekim bu tarz hastalıklı zihniyetlerin en önemli özelliğinin kaos ortamı oluşturmak için sansasyonel cinayetler işlemek, kilit isimleri ortadan kaldırmak olduğu Türkiye toplumunun daha önceki tecrübeleriyle sabittir.
Bu olaylarla ilgili şüpheler yalnızca zandan ibaret değil. Cumhurbaşkanı’nın Marmaris’te kaldığı otele saldıranlardan birinin daha önce Muhsin Yazıcıoğlu davası kapsamında tutuklandığı malum. Bu şahıs Yazıcıoğlu’nun helikopterinden parça sökerken görüntülenmiş ve delil karartmakla suçlanmıştı fakat daha sonra nasıl olduysa serbest bırakılmıştı. Dolayısıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı öldürmekle görevli infaz timine dahil olan birisinin daha önce başka infazlara katılıp katılmadığı, aynı zihniyetin Muhsin Yazıcıoğlu’nu da hedef alıp almadığı cevap bekleyen sorular arasındadır.
Önceki Darbe Teşebbüslerinin Zirve Noktası
Son yaşanan darbe teşebbüsü daha önce AK Parti hükümetlerine karşı yapılan girişimlerin zirve noktasıdır. Şöyle bir geçmişe bakıldığında 27 Nisan e-muhtırasıyla başlayan süreçte Erdoğan karşıtlığı üzerinde konsensüs sağlayan çevrelerin ciddi girişimleri olduğu görülmektedir. Bunların çoğu Erdoğan’ı ve onunla özdeşleşmiş AK Parti’yi içeride ve uluslararası alanda itibarsızlaştırma girişimleri olarak ortaya çıktı. Üstelik Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ciddi anlamda etkiledi.
Özellikle Uludere’de sivillerin bombalanması ve Rus uçağının düşürülmesi gibi Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların başrolde olduğu olaylar AK Parti hükümetini ve Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakmıştı. O dönemde Uludere ile ilgili olarak askeri operasyonlarda bu tarz hataların yapılabileceği öne sürülerek takipsizlik kararı verilmişti. Fakat darbe girişimi sonrasında gelinen nokta bu tarz olayların arka planında da hükümeti devirmek isteyenlerin olabileceği ihtimalini gündeme getirdi. Dolayısıyla bu konular mutlaka yeniden incelenmelidir. Bunun arkasında herhangi bir paralel terör bağlantısının olup olmadığı mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Gelinen süreçte kimse bu konuyla ilgili daha önce varılan neticenin hakikati yansıttığından emin değildir.
Son dönemde Türk Hava Kuvvetleri’ne mensup bir uçağın içinde yer aldığı en çarpıcı olay Rus uçağının sınır ihlali gerekçesiyle düşürülmesidir. Uçağın düşürülmesinin ardından Rusya ile yaşanan krizin Türkiye'ye olumsuz etkileri herkesin malumudur. Bu olaydan sonra da Rus uçağını düşürme emrini kimin verdiği uzunca süre tartışılmış fakat net bir cevap elde edilememişti. Darbe girişiminde havadan milleti bombalayanların ortaya çıkardığı tablo, Türkiye kamuoyu nezdinde Rusya ile yaşanan uçak krizindeki şüpheleri yeniden canlandırmıştır. Rus uçağını düşüren pilotun darbeciler arasında yer alması da bu şüpheleri kuvvetlendirmiştir. Dolayısıyla söz konusu uçağı düşürme kararının nasıl bir süreçte ortaya çıktığı ve burada Türkiye Cumhuriyeti hükümetini zor durumda bırakmaya yönelik içeriden bir teşebbüs olup olmadığı sorusu önümüzdeki günlerde gündemi çokça meşgul edecek gibi görünüyor. Bu ve buna benzer olayların yaşanan terörist darbe girişimi sonrasında yeniden soruşturulması öncelikle kamu vicdanının rahatlatılması açısından son derece önemlidir.