Geçtiğimiz yıl yaşanan kur krizinin akabinde gerçekleşen ekonomik daralma ve durgunluğa paralel olarak işsizlik oranında belirli düzeyde bir artış olması bekleniyordu. İşsizlik oranı beklentilerin de üzerinde bir artışla Ağustos 2018 ile Ocak 2019 arasında yüzde 11.1’den 14.7’ye kadar yükseldi. Bu durum işsizlik ile ilgili endişeleri artırırken, işsizlik oranının bundan sonraki süreçteki seyrinin nasıl olacağı ve 2019’un sonunda nereye geleceği hususlarında soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
İşsizlik oranındaki söz konusu yükselişin arka planında iki temel faktör bulunuyor: Ekonomik daralma/durgunluk ve mevsimsel etkiler. İşsizlik oranının bundan sonraki seyrinin nasıl olacağını anlamlı bir şekilde kestirebilmek için ise bu faktörlerin işsizlikteki artışta ne kadar paya sahip olduklarını anlamamız gerekiyor.
İşsizlikte Mevsimsel Etkiler
İlk olarak ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde işsizlik oranlarında kısa vadeli olarak önemli yükselişler yaşanmakta, istihdam piyasasının eski haline dönmesi ise 1-2 yıllık süreçte mümkün olabilmektedir. İkinci olarak ise mevsimsel etkilerden dolayı işsizlik oranında yıl içinde önemli dalgalanmalar yaşanmakta, genel bir kural olarak işsizlik oranı kış aylarında yükselirken yaz aylarında düşmektedir. 2005-2018 sürecinde ülkemizde işsizlik oranı ortalama yüzde 10,7 olarak gerçekleşmiştir. Fakat bu süreçte Ocak ve Şubat aylarında gerçekleşen işsizlik oranlarının ortalaması yüzde 11,9 iken, Mayıs ve Haziran aylarına ait işsizlik oranlarının ortalaması yüzde 9,7’dir. Tipik bir döngüde işsizlik oranı baharda düşmekte, yazın dibi görmekte, sonbaharda yükselmekte ve kışın da zirveyi görmektedir. İşsizlik oranındaki asıl yükselişler Aralık ve Ocak aylarında yaşanırken asıl düşüşler ise Nisan ve Mayıs aylarında gerçekleşmektedir.
Bir ülkede yaşanan ekonomik daralmalar kış aylarına denk geldiğinde ise işsizlik oranında oldukça hızlı yükselişler yaşanabilmektedir. İşte, ülkemizde Aralık ve Ocak aylarında işsizlik oranın ciddi şekilde yükselmesinin arka planında sadece ekonomik daralma/durgunluk değil, aynı zamanda mevsimsel etkiler vardır. Böylece, bir taraftan Türkiye ekonomisinin 2019’un ikinci çeyreğinden itibaren toparlanma sürecine girecek/girmiş olması diğer taraftan da bahar aylarıyla birlikte işsizlik oranının mevsimsel etkilerden dolayı azalma eğiliminde olması nedeniyle işsizlik oranının Şubat ayında da belirli ölçüde yükseldikten sonra Nisan ayından itibaren inişe geçeceğini söyleyebiliriz.
Peki, işsizlik oranı ilerleyen aylarda nasıl bir görünüm sergileyecek? Bu noktada 2008 küresel ekonomik krizi akabinde yaşananlar bize anlamlı bir ipucu verecektir. Bu krizle birlikte ve mevsimsel etkilerin de katkısıyla ülkemizde işsizlik oranı o dönemde sadece altı ay içerisinde (Ağustos 2008 ile Şubat 2009 arasında) yüzde 10,2’den yüzde 16,1’e kadar yükselmişti. Fakat daha sonraki üç ayda önemli bir iyileşme ile işsizlik oranı yüzde 13’e kadar gerilemişti. Belirtmek gerekir ki işsizlik oranındaki söz konusu düşüşün büyük kısmının arka planında mevsimsel iniş-çıkış eğilimi bulunuyordu. Daha sonraki aylarda yüzde 13 dolaylarında seyreden işsizlik oranı, 2009’un son çeyreğinde başlayan toparlanma nedeniyle kış aylarında fazla yükselmeyerek yılı yüzde 13,5 ile kapatmıştı. İşsizlik oranı, 2010’da yüzde 11 düzeylerine, 2011’de ise yüzde 9-10 bandına gerileyerek küresel ekonomik krizinin etkilerini üzerinden atmıştı.
Böylece, 2008’in ikinci yarısında yaşanan şokla birlikte işsizlik oranının altı ay içerisinde zirveye çıktığı, daha sonraki üç ayda da istihdamda yaşanan kaybın yaklaşık yarısının telafi edildiği, işsizlik oranındaki uzun vadeli trende ise yaklaşık iki yıl içinde dönüldüğü görülmektedir.
Türkiye ekonomisi, 2008’de yaşadığı dış şokun üzerinden on yıl geçtikten sonra geçtiğimiz yıl da bir kur şoku ile sarsıldı. Bununla birlikte, geçtiğimiz yıl yaşanan şokun on yıl önceki şoka kıyasla önemli ölçüde daha hafif olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye ekonomisi 2008 küresel ekonomik krizi akabinde dibi 2019 ilk çeyrekte görmüş ve çeyreklik bazda yüzde 14 küçülmüştü. Geçtiğimiz yıl yaşanan kur şokunun akabinde ise dip 2018’in son çeyreğinde yüzde 3’lük ekonomik küçülme ile görüldü. 2019’un ilk çeyreğine yaşanacak yüzde 2 civarında bir küçülmeden sonra ekonomide toparlanmanın 2019’un ilerleyen aylarında hız kazanacağını söyleyebiliriz.
Şu halde, 2019’da ekonomik toparlanmanın tamamlanması ve gelecek yıl da ekonominin normal seyrine dönmesi şeklindeki makul senaryoda, işsizlik oranının Şubat 2019’da yüzde 15,0 düzeyiyle zirveyi gördükten sonra inişe geçerek yaz aylarında yüzde 12 civarına gerilemesi, yılı da yine bu düzeyde kapatması beklenebilir. Bu durumda da işsizlik oranı 2020’de uzun vadeli ortalaması olan yüzde 9-11 bandına çekilecektir.
Fakat yüzde 9-11 bandındaki işsizlik oranları da aslında Türkiye için fazla yüksektir. Bu durumla ilgili ne söyleyebiliriz? Türkiye 2000’lerde oldukça önemli bir ekonomik büyüme performansı göstermesine ve istihdam düzeyinde ciddi bir artış yaşanmasına rağmen işsizlik oranında kalıcı bir düşüş sağlanamamıştır ve işsizlik oranı yüzde 5-6 gibi makul düzeylere düşürülememiştir. 2002-2018 sürecinde yıllık ortalama ekonomik büyüme yüzde 5,5 olarak gerçekleşirken, resmi istatistiklere göre genel istihdam düzeyi 7,4 milyon artarak 21,3 milyondan 28,7 milyona yükselmiştir. Tarım dışı istihdam ise 9,6 milyonluk artışla 13,9 milyondan 23,4 milyona yükselmiştir. Fakat işsizlik oranı herhangi bir kalıcı düşme trendine girmemiş ve yüzde 9-11 bandında seyretmiştir. Tarım dışı işsizlik oranı da ortalama yüzde 12 düzeylerinde gerçekleşmiştir.
İstihdamda Göç ve Eğitim
İstihdamda sağlanan başarıya rağmen işsizlik oranında kalıcı bir düşüş sağlanamamasının arkasında ise bir taraftan çalışma çağındaki nüfusun önemli ölçüde artması, diğer taraftan da demografik/toplumsal yapının bu süreçte önemli ölçüde dönüşmesi bulunmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye’de istihdam artışı ancak demografik/sosyal yapıdaki dönüşümün ve artan nüfusun hızına yetişebilmiştir. Yine, TÜİK’in 2000’lerde gerçekleştirmiş olduğu çeşitli revizyonlar ve metodolojik dönüşümler de “görünen” işsizlik oranının düşmemesinde hatırı sayılır bir paya sahip olmuştur.
Söz konusu demografik/sosyal dönüşüm ile ilgili olarak ise iki faktör özellikle ön plana çıkmaktadır: Şehirleşme ve eğitim düzeyindeki artışa paralel olarak işgücüne katılımda yaşanan artış.
İlk olarak, kırdan kente göç ile birlikte kentleşme oranında yaşanan artışın istihdam piyasası üzerinde önemli etkileri vardır. Bunun sebebi ise tarım sektörü ile tarım dışı sektörlerin arasındaki ciddi nitelik farklarıdır. Tarım sektöründe çalışma çağındaki nüfusun daha büyük kısmı işgücünde görünürken bunların da neredeyse tamamı istihdamda sayılmaktadır. Rakamlar bu noktada oldukça açıklayıcıdır: Tarım dışı sektörlerde işsizlik oranı yüzde 12-13 civarında iken tarım sektöründe işsizlik oranı sadece yüzde 1 civarındadır. Şu halde, “köyden kente göç” ile birlikte tarım sektöründe iken ayda bir saat bile “çalışsa” istihdamda sayılan ev hanımları ve diğer yetişkinler şehirde ancak maaşlı bir iş bulabilmeleri durumunda istihdamda sayılmaktadır. İşte işsizlik oranları arasındaki ciddi farkın arkasında bu sebep yatmaktadır. Bu durum da köyden kente göçün işsizlik oranını artırma yönünde bir etkisi olduğunu göstermektedir. Fakat unutulmaması gerekir ki bu sadece görünürdeki bir etkidir. Örneğin, benzer işleri yapan veya aynı şekilde “meşgul” olan bir ev hanımı veya başka bir yetişkin köyde çalışıyor görünürken şehirde işsiz sayılmaktadır.
İkinci olarak, Türkiye’de 2000’lerde eğitim düzeyinde yaşanan muazzam artış (özellikle kadınlarda olmak üzere) işgücüne katılımı artırma yönünde ciddi bir etkiye sahip olmuştur. Örneğin, erkeklerde lise ve altı eğitim düzeyine sahip olan kişilerin işgücüne katılım oranı yüzde 74 iken, üniversite mezunlarında işgücüne katılım yüzde 86’dır. Kadınlarda ise lise ve altı eğitim düzeyine sahip kişilerin işgücüne katılım oranı yüzde 35 iken, üniversite mezunlarında bu oran yüzde 72’dir. Yani erkeklerde arada 12 puan fark bulunurken, bu fark kadınlarda 37 puana çıkmaktadır. Şu halde, eğitim düzeyindeki yükselişle birlikte daha çok kişi işgücüne katılmakta, yine bu yüzden de istihdamdaki artışın işsizlik oranında azalış olarak kendini gösterme gücü azalmaktadır.
Görüldüğü üzere, eğitim düzeyinde yaşanan artış işgücüne katılım oranını yükseltme eğiliminde olmaktadır. Bu haddizatında iyi bir şey olmakla birlikte istihdamdaki artışın işsizlik oranını düşürmesinin önüne geçmektedir. Sözgelimi, işgücüne katılım oranı 2007-2018 sürecinde artmayıp yüzde 44,3’te kalsa idi Nisan 2018’de işsizlik oranı yüzde 9,6 değil, 8,0 olacaktı. Böylece Türkiye’de işgücüne katılımda 2000’lerde çok önemli mesafeler kat edilmiştir.
TÜİK’in Revizyonları
Bunlardan ayrı olarak, TÜİK’in özellikle 2007 ve 2014’lerde geriye dönük olarak gerçekleştirdiği revizyonlar ve metodolojik dönüşümlerle birlikte (özellikle 2004-2006 dönemi için geçerli olmak üzere) işgücünde ve istihdamda bir anda milyonlarca azalma yaşanmıştır. 2000’lerde “istihdamsız büyüme” söylencesinin önemli bir yaygınlığa kavuşmasının arkasında da aslında bu durum yatmaktadır. Örneğin, resmi istatistiklere göre, 2003’de ülkemizde 21,1 milyon kişi çalışırken, bu rakam 2004’te 19,6 milyona düşmüş ve ancak 2010’da tekrardan 21,1 milyonun üzerine çıkmıştır. Dahası, Türkiye ekonomisinin özellikle çok iyi bir büyüme performansı gösterdiği 2003-2007 sürecinde resmi rakamlara göre istihdam düzeyi artmayı bırakın, neredeyse 1 milyon kişi azalmıştır. Fakat yaşanan revizyonları dikkate alarak işgücü istatistiklerini “düzelttiğimizde” 2003-2007 döneminde Türkiye’de istihdamın 2 milyon kişiden fazla arttığını görüyoruz. Yani aslında resmi istatistikler 2000’lerde istihdamda yaşanan artışı olduğundan 3 milyon kişi eksik göstermektedir. Yine, resmi istatistiklere göre işgücüne katılım oranının 2002-2007 döneminde ciddi şekilde düştüğü ve ancak 2007’den itibaren yükseliş trendine girdiği görülmektedir. Buna göre, işgücüne katılım oranı 2002-2007 arasında yüzde 49,6’dan 44,3’e kadar düşmüş, daha sonra da bugünkü yüzde 53,2’ye kadar yükselmiştir. 2002-2007 sürecindeki bu düşüşün arka planında yine TÜİK’in yaptığı teknik değişiklikler bulunmaktadır. Öyle ki işgücü bu süreçte TÜİK’in geriye dönük yaptığı değişikliklerle birlikte yaklaşık 3 milyon kişi azalmıştır.
Sonuç olarak, işsizlik oranı ekonomik daralma dönemlerinde hızla yüzde 15-16 civarına çıkmasına rağmen göreceli olarak çabuk bir şekilde uzun vadeli bandı olan yüzde 9-11 aralığına dönmektedir. Fakat bu düzey Türkiye için yine çok yüksektir. Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda gösterdiği performansla resmi rakamlara göre 7,4, düzeltilmiş rakamlara göre ise yaklaşık 10,4 milyon ek istihdam sağlamıştır. Fakat bu performans, işsizliği arzu edilen noktalara düşürememiştir. İşsizliği düşürme noktasında hükümetin geçen yıldan bu yana uygulamakta olduğu “ilave istihdama teşvik” gibi uygulamaların anlamlı düzeyde faydası olmakla birlikte, işsizliğin kalıcı bir şekilde en azından yüzde 5-6 bandına gerileyebilmesi için ekonomideki yapısal problemleri uzun vadeli politikalarla çözmemiz gerekiyor.