ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü örtülü mücadele, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesiyle yeni bir boyut kazandı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın, Biden yemin etmeden önce Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde Türkiye’yi “sözde stratejik ortak” olarak nitelemesinin ardından gelinen bu noktada, artık müttefiklik kavramının varlığını sorgulayanlar çoğunlukta. Peki Biden, Türkiye ile “sorunlar listesine” neden yeni bir satır daha ekledi? Bunun Ermeniler için anlamı ne? Ve belki de hepsinden önemlisi Türkiye bu durumu ne kadar ciddiye almalı?
Göreve resmen başladığı 20 Ocak 2021’den itibaren NATO müttefiki Türkiye ile ilişkilerde nasıl bir yol izleyeceğine ilişkin net bir tavır sergilemeyen Biden, 24 Nisan’daki açıklamasında, 1915 olaylarını “soykırım” olarak niteledi.
Biden’ın açıklamasında ilginç ifadeler yer aldı; “Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı”, “Konstantinopol’deki Osmanlı yetkilileri”, “Bunu kimseyi suçlamak için değil, yaşananların tekrarlanmaması için yapıyoruz” ve “Bugün kaybedilenler için yas tutarken, aynı zamanda yüzümüzü gelecekte çocuklarımız için hazırlayacağımız dünyaya çevirmeliyiz.”
Açıklamanın hemen ardından ABD basınında, bazı Amerikalı diplomatlara atıf yapılarak, yukarıdaki ifadeler ile Biden’ın modern Türkiye’yi hedef almadığına ilişkin haberler yer aldı. Yani onlara göre, Türkiye ile ABD arasındaki sorunlu konular arasına sözde “soykırım” gibi bir başlığın girmesine gerek yoktu. Biden hem seçim öncesinde ABD’deki Ermeni lobilerine verdiği sözü tutuyor ama bir yandan da Türkiye gibi bir NATO müttefikini “tamamen uzaklaştırmak” istemiyordu.
Ancak gerçek hiç de öyle değil…
1993’ten bu yana, geleneksel olarak her yıl, ABD başkanlarının 1915’te hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerine dair yayınladıkları 24 Nisan mesajında, sözde “Ermeni soykırımı” ibaresini kullanıp kullanmayacakları Türkiye’de önemli bir gündem maddesi oluşturur.
Her yıl Türkiye’nin önüne getirilen bu gündem akla önemli iki soru getirir. İlki, sözde “Ermeni soykırımı” ifadesinin ABD Başkanı tarafından kullanılmasının meşru ve hukuki olup olmadığıdır. Yani bu konuda karar verme yetkisinin siyasi bir makam tarafından kullanılması hep sorgulanır. İkinci soru ise Türkiye’nin bu sorunu ciddiyetle takip etmesinin gerekli olup olmadığıdır. Yani “şayet ABD Başkanı ‘sözde soykırım’ ifadesi kullanırsa bu hem Amerikan ulusal hukuk sistemi hem de uluslararası siyasi ve hukuki düzende ne gibi sonuçlar doğurabilir” sorusuna yanıt aranmaya çalışılır.
Bu iki sorunun yanıtları aslında basit ve bunu ABD Başkanı Biden’ın da bilmiyor olmasına imkan yok. Yani ABD Başkanı'nın “sözde Ermeni soykırımı” ifadesini kullanması ne meşru ne de hukuki… Ve evet, şayet ABD Başkanı böyle bir ifade kullanırsa, bunun hem Amerikan ulusal hukuku, hem de uluslararası hukukta bazı olumsuz sonuçlar doğurması olasılığı var.
ABD ile Dip Noktası mı?
Osmanlı döneminde ABD ile yaşanan problemler, Amerikalı misyonerlerin gayrimüslim tebaayı kışkırtmalarından kaynaklandı. Ermeni ayaklanmalarında Amerikalı misyonerler, ayaklanmacılara lojistik destek ve barınma imkanı sağladı ve Ermeni sorununun Türk-Amerikan ilişkilerinin gündemine girişi yine bu misyonerlerin çabalarıyla gerçekleşti.
1915 olaylarını ve Ermeni tehcirini, devlet eliyle yapılan planlı, sistematik ve kitlesel bir katliam olarak ilk kez niteleyen de ABD’nin Osmanlı Devleti nezdindeki son büyükelçisi Henry Morgenthau’dur. Amerikan misyonerleri ve Morgenthau, Amerikan kamuoyunda Türk imajının olumsuz şekilde oluşmasında en büyük paya sahip. Ancak 1980’lere gelene kadar Ermeni sorunu ikili ilişkilerde öncelikli bir yer tutmadı. Ermeni soykırımı yalanlarının ikili ilişkileri zehirlemeye başlaması 1980’lerden sonraya dayanır ve burada da Ermeni lobileri öne çıkar.
Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın, başbakanlığı döneminde, Türk-Amerikan ilişkilerinin sağlıklı ilerleyebilmesi için Ermeni ve Rum lobilerinin etkisizleştirilmesi amacıyla ABD’deki Yahudi lobisiyle iletişime geçildi. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi karşılığında Yahudi lobisi de ABD’de Türkiye’ye destek vermeye başladı. Bu formül 2010’a kadar işledi, ancak sonrasında ABD’deki Ermeni lobilerinin etkisi özellikle Demokratlar arasında giderek arttı.
Harris, Pelosi, Schiff ve Menendez Faktörü
Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), Amerikan Ermeni Asamblesi ve Hristiyanların Savunması, en etkin faaliyet gösteren kuruluşlar olarak ortaya çıktı ve hem eyaletlerde hem de başkent Washington DC’deki siyasiler ile çok daha yakın ve ekonomik nitelik taşıyan ilişkiler geliştirdi.
Bunun en son örneği olarak, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in seçim kampanyasını ANCA üyeleriyle başlatmış olduğu gösterilebilir. Harris bu toplantıda, kendi ifadesiyle, “Ermeni soykırımının hak ettiği şekilde tanınması için çalışacağı” sözünü verdi.
Ermeni lobilerinin “has adamı” olan isimler bununla da bitmiyor. Hatırlanacağı üzere Türkiye’yi cezalandırmak adına ABD Senatosunda ve Temsilciler Meclisinde ardı ardına alınan sözde soykırımı tanıma kararlarını Kongre’ye taşıyan isimler Demokrat Partili Adam Schiff, Robert Menendez ve Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi idi. Schiff, Biden kabinesinde Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi’ndeki görevine devam ederken, Menendez, Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığı görevine getirildi. Menendez’in daha önce de bu göreve getirildiği ancak hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle açılan dava sonucu istifa ettiğini ve sonrasında bu iddiaların üzerinin kapatıldığını da belirtmek gerek.
Menendez’in ANCA ile kurduğu yakın ilişkiler, yeni görevinde hızlıca harekete geçmesinin önünü de açtı. Menendez Dışişleri Bakanı Blinken’dan, 24 Nisan’da sözde “Ermeni soykırımını” tanıma ve Dağlık Karabağ konusunda Ermeni ayrılıkçıların desteklenmesini istedi. Hemen ardından, sözde “Ermeni soykırımının” tanınması için imza kampanyası başlattı. Menendez’in geçen yaz, ABD’deki bir Ermeni Kilisesinde hayatını Ermeni kökenli Nadine Aslanyan’la birleştirdiği de unutulmamalı.
Ermenistan Başbakanı, Hukukçular ve Belgeler Ne Diyor?
ABD’de Ermeni lobilerinin etkisiyle 1915’te Osmanlı döneminde yaşananların “soykırım” olarak kabul edilmesine destek veren ABD’li yetkililerin bu talepleri aslında ne tarihi gerçeklere ne de uluslararası hukuka dayanıyor.
Öncelikle şunu belirtmek gerek; soykırım ifadesi uluslararası hukuka, “Soykırım Suçlarının Cezalandırılması ve Engellenmesi Konvansiyonu”nun, 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle girdi. Konvansiyon 12 Ocak 1951’de ise uygulanmaya başlandı. Bu konvansiyonda, “soykırım” suçu açıkça tanımlanıyor ve kabul edilmesi için, mahkeme kararı gerektiği belirtiliyor. Yani bir mahkeme kararı olmadan, herhangi bir ülke, grup ya da kişinin “soykırımla” suçlanması, uluslararası hukuka aykırı.
ABD Başkanı Biden’ın bunu bilmediğini söylemek imkansız. Biden’ın bilmemesine imkan olmayan bir başka belge ise, Ermenistan’ın ilk başbakanı olan ve aynı zamanda Taşnaksutyun Partisi kurucularından Ovannes Kaçaznuni tarafından kaleme alınan manifesto. Manifesto, Kaçaznuni tarafından 1923'te Bükreş'te toplanan Taşnaksutyun kurultayına sunuldu ve sonrasında “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnagtzoutiun) has Nothing to do Anymore” (Ermenistan Devrimci Federasyonu’nun -Taşkansutyun- Artık Yapacak Birşeyi Yok) ismiyle kitaplaştırıldı.
Kaçaznuni tarafından kitap olarak bastırılan manifesto, 1927’de Rusçaya çevrilerek Tiflis’te yayınlandı. Kitap içerdiği ifadeler nedeniyle yasaklandı, kopyaları Taşnaksutyun üyeleri tarafından tüm Avrupa’daki kütüphanelerden toplatıldı. Yıllar sonra, 1955’te İngilizce olarak New York’ta Ermeni Enformasyon Servisi tarafından yeniden yayınlandı. Ancak bu kez içinde Kaçaznuni’nin “itiraf” niteliğindeki ifadeleri bulunmuyordu. Orijinal Rusça kopya ise Moskova’daki Lenin Kütüphanesi’nde duruyor.
Kaçaznuni bu kitapta, tek taraflı olarak ileri sürülen Ermeni milliyetçi tezlerine karşı çıkıyor, 1915 ve 1920 felaketlerinde Taşnaksutyun yönetiminin de suçlu olduğunu savunuyor, Ermenilerin yaptığı Müslüman katliamlarına değiniyor ve Taşnaksutyun partisinin artık kendini feshetmesi gerektiğini savunuyor. Ovanes Kaçaznuni, anlatımına 1914’le başlıyor ve “1914 sonbaharında, Osmanlı İmparatorluğu henüz savaşan taraflardan birine katılmamış, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı” diye devam ediyor.
Ona göre “1914 sonbaharında Ermeni gönüllü birlikleri kurulması ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı faaliyete geçmesi, Ermeni halkının hemen hemen çeyrek yüzyıl boyunca beslenmiş olduğu psikolojinin doğal ve kaçınılmaz sonucuydu.”
“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik” ifadeleri de o kitaptan… Kaçaznuni sözü Ermeni tehcirine getirerek şu ifadeleri kullanır; “Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun yöntemdi.”
Belgeler elbette bununla da sınırlı değil. 19 Mayıs 1985’te New York Times ve Washington Post gazetelerinde 69 Amerikalı tarihçinin Kongre üyelerine hitaben yazdığı mektup, bugün 1915 olayları için “soykırım” ifadesi kullanan ABD Başkanı Biden ya da danışmanlarının bilmesi gereken bir belge. Bernard Lewis, Stanford Shaw, Heath Lowry, J.C. Hurewitz gibi önde gelen Amerikalı tarihçiler, o günlerdeki “soykırım” tasarısına karşı çıkıyor ve Türkiye’nin Ermenilere “soykırım” yaptığının doğru olmadığını belirtiyor ve tasarının “tarihen” yanlış olduğunu vurguluyorlardı.
Ermeni “soykırım” iddialarına karşı çıkan ünlü tarihçi Justin McCarthy ise gerekçeleri yıllar boyu şu sözlerle açıkladı; “Ermeni örgütler ve milliyetçiler üç amaçları olduğunu söylüyordu. İlk olarak Türkiye’nin ‘soykırım’ yaptıklarını kabul etmelerini istiyorlardı. Ardından Türkiye’nin yüksek miktarlarda tazminat ödemesini istiyorlardı. Ardından toprak talepleri geliyor ve Kars, Ardahan, Erzurum, Van ve Bitlis’in kendilerine verilmesini istiyorlardı. Ama bunun ötesinde Türkiye aleyhine yüzyıllardır sürdürülen propaganda sonucunda, Batı’da Türkler hakkındaki yalanlara inanmaya hazır çok büyük bir kitle oluşturulmuştu. Yani Türklerin önündeki en büyük engel ön yargıydı.”
Son olarak Ermenilerin “soykırım” iddialarının gerçek olmadığını ve ABD Başkanı Biden’ın ve senatörlerin bildiğine hiç şüphe olmayan bir başka belge ise İngilizlere ait. O dönemki İngiliz İstihbarat Bürosu’na sunulan ve 12 Mart 1918 tarihini taşıyan o bölge, “Türkiye Haftalık Raporu” başlığını taşıyor. Belgede Ermenilerin Anadolu’daki Müslüman nüfusa karşı katliam gerçekleştirdiği açıkça ifade ediliyor. Belgenin en önemli ifadesi şu şekilde; “Ermeniler düzenli bir ordu kurmayı başaramadı ancak dağıtılan Rus ordusunun silahlarıyla silahlandılar ve tedhiş grupları oluşturdular. Bu grupların Osmanlı ordusu karşısında durma imkanı yok, ancak ne yazık ki, çekilmek zorunda oldukları bölgelerdeki Müslüman nüfusa karşı katliam gerçekleştirecek kapasiteye sahipler.”
İngiliz İstihbarat Ofisi’ne 1918’de gönderilen bu bilgi notunu, Biden’ın açıklamasının ardından TRT World ekranlarında konuşan Amerikalı hukukçu Bruce Fein de tarihi belgelere dayanarak doğruladı. Osmanlı Ermenilerinin bağımsızlık beklentisiyle Rusya ve diğer Müttefik devletleri yanında yer alarak ayaklandıklarını belirten Fein, bunun Ermeniler tarafından açıkça itiraf edildiğini söyledi ve ekledi; “Ermeniler 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı’nda açıkça kendilerini saldırgan olarak nitelendirdi ve savaşta Osmanlı Ermenileri kadar Osmanlı Türklerinin de hayatını kaybettiğini söyledi. Bu bir savaştı ve yaşananlar Yahudi soykırımı ile karşılaştırılamaz. Auschwitz’teki toplama kamplarında hiçbir Nazi öldürülmedi.”
Kararın Olası Sonuçları
ABD Başkanı Biden’ın 1915 olaylarını sözde “soykırım” olarak nitelemesinin, Türkiye ile ABD ilişkilerindeki sorunlar listesine yeni bir madde daha eklediğine şüphe yok. Ankara ve Washington, terör örgütü PKK/YPG’ye verilen destek, FETÖ liderinin Pensilvanya’da himayesi, S-400 sorunu, CAATSA yaptırımları, Suriye-Irak ve Doğu Akdeniz’deki sorunları çözmeye çalışırken, artık sözde “soykırım” ifadesinin neden olacaklarıyla da uğraşmak zorunda.
Şu ana kadar 30 kadar ülke 1915 olaylarını sözde “soykırım” olarak kabul etmiş durumda. Ayrıca ABD’de 49 eyalet de aynı ifadeyi kullanıyor. Biden’ın bu kararının ardından ilk sonuç, dünyada 1915 olaylarını sözde “soykırım” olarak kabul eden ülke sayılarının artabilecek olması. Ancak ilk etapta göze çarpmayacak ve sadece ABD yönetiminin ön açmasıyla daha fazla baş ağrıtacak bir başka sonuçla karşılaşmak da olası; Amerikan ulusal hukuku kullanılarak açılabilecek tazminat davaları…
Biden’ın sözde “soykırım” ifadesinin hukuki yansıması çok büyük olasılıkla ABD iç hukuk sisteminde gerçekleşecek. Yani Amerikan mahkemelerinde Türkiye aleyhine bugüne kadar açılan tazminat davaları yeni bir boyut kazanabilir. Bu tazminat davaları ABD’de iki temel kanunu temel aldı.
O kanunlardan ilki; 1976 “Yabancı Egemen Bağışıklığı Kanunu.” Bu kanun kapsamında bir kişi ya da kurumun malına haksız yere el konulmasına karşı o kurumların ABD'de yargılanabileceği hükme bağlandı. Ancak bu kanun kapsamında “Bir kişi ya da kurum; o devletin vatandaşı olmayan birinin malına el koymuşsa” ifadesi kullanıldı. Buna göre; ABD'deki Ermenilerin Türk kurumları hakkında yargı yoluna gidebilmesi için, atalarının Osmanlı vatandaşlığından çıkarılıp, mallarına el konulmuş olmasını ispatlaması şart koşuldu.
İkinci yasa ise 2000’de ABD'nin Kaliforniya Eyaleti'nde “Poochigan Kanunu” adıyla kabul edildi. Bu kanunla “Ermeni soykırımı” mağdurlarının sigorta şirketlerini dava edebileceği hükme bağlandı. Movsesiyan, Davoyan ve Bakalian davaları olarak uluslararası hukukta ve diplomaside ün kazanmış üç büyük davada Ermeniler, atalarının Osmanlı vatandaşlığından çıkarıldığını kanıtlayamadı.
Amerikan mahkemeleri ayrıca Amerikan devletinin “soykırımı” tanımadığından hareket ederek, yürütme erkinin dış politika yapma özgürlüğünün ihlal edilemeyeceğine hükmetti. 2019'da üç dava da düştü, davaların tamamı zaman aşımına uğradı.
Biden’ın "soykırım" ifadesini kullanmasıyla, bu davaların düşmesine neden olan “Amerika'daki kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor” hükmü geçersiz olacak.
ABD Hukuku Siyasetin Gölgesine Girecek mi?
Ancak uluslararası hukuk uzmanları, buna rağmen davaların yeniden açılabilmesi için yeni bir kanunun çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Şayet böyle bir kanun çıkarılırsa yeni tazminat taleplerinin gündeme gelebilmesi olasılığı var. Yine de Ermenilerin, atalarının Osmanlı vatandaşlığından çıkarıldığını kanıtlaması gerekiyor. Bu hukuki süreçlerin nasıl şekilleneceğini zaman gösterecek. Burada Türkiye’nin bu iftiralara karşı atacağı adımların ve yapacağı misillemelerin de iftiralara karşı belirleyici etkisi olacaktır.
Öte taraftan her ne kadar, uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler uzmanları, bu olası davaların ABD’deki Ermenilerin lehine sonuçlanmasının “zor” olduğunu belirtse de Ermeni lobisinin davalar yoluyla Türkiye aleyhine oluşturdukları kamuoyunu güçlendirme ihtimali olasılık dışı değil. Bunun ilk işaretleri hiç gecikmeden verilmeye başlandı bile. Biden’ın açıklamasının ertesinde Los Angeles Times gazetesinde yer alan bir haberde, “ABD'nin soykırımı tanıması, mağdurların ve ailelerinin, mahkemelerde yasal işlem başlatarak ve Türkiye’ye tazminat ödemeleri için baskı ekleyerek kaybettiklerinin peşine düşmelerine yardımcı olacak" ifadeleri yer aldı.
Yani Amerika’da yargı mekanizması siyasetin gölgesinde kalarak, iki ülke ilişkilerinde yaşanan sorunlara bir de hukuki boyut ekleyebilir.
Biden’ın 1915 olaylarını sözde “soykırım” olarak nitelemesinin ardından iki ülke ilişkilerinin geleceğine ilişkin belki de en somut gösterge, haziranda NATO liderler zirvesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Biden arasında yapılacak olan görüşme olacak.
Biden’ın bu tavrının siyasi ve “göbekten bağlı olduğu” Ermeni lobilerini mutlu etme çabası olduğu gerçeğinden hareketle, bu adımın geri alınması ya da uygulamaya yansıtılmamasının sağlanması için sonuç alıcı önlemler için yürütülecek çalışmaların Türkiye’nin yoğun gündemi olacağı kesin görünüyor. Bu çalışmalarda, ABD’ne, Rusya ve Çin’i çevrelemeye ve Transatlantik ilişkilerini yeniden düzenlemeye çalıştığı bir dönemde, bölgedeki en güçlü NATO müttefiki Türkiye’yi, “tarihi gerçekleri” göz ardı ederek kaybetmenin bir maliyeti olacağını açıkça göstermekle işe başlanabilir.
Sözde soykırım iftirasına dönersek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD için söylediği gibi soykırım görmek isteyen aynaya baksın. Hem ABD’nin hem de Batı’nın tarihi soykırımlarla dolu.