ABD Başkanı Joe Biden’ın görevi devralmasının üzerinden 3 aydan fazla zaman geçti ancak Beyaz Saray’da birkaç gelenek eksik: Sızıntılar, basın toplantılarında bağrışmalar, başkanın basın toplantıları… İşin ilginç tarafı da ne Amerikan medyası ne de Amerikan kamuoyu bu durumdan şikayetçi. Halbuki Donald Trump döneminde gün geçmiyordu ki basına son derece mahrem bilgiler sızmasın; Beyaz Saray brifingleri kavgalar, salvolar, bağrışmalarla geçmesin; Trump kameraların karşısına geçip en az bir saat basın mensupları ile karşılıklı atışmasın. Amerikan medyası belki de dünyanın en kurumsallaşmış medyası, ancak haber reflekslerine baktığımızda Trump dönemi ile Biden dönemi arasında kritik bir fark gözlemleniyor. Bu da o kurumsallaşmanın, basını profesyonel bir şekilde hem siyasallaştırdığını hem de kaçınılmaz olarak yozlaştırdığını gün yüzüne çıkarmış oluyor.
Trump’ın Medya Travmaları: Sızıntılar
Trump, hakkında adaylık sürecinde bile binlerce sızıntı yapıldı. Trump kişiliği itibariyle basına çok fazla malzeme veren bir isimdi. Haliyle şahsi yaşamı, görüşleri veya gafları elbette haber değeri taşıyan ilginç bilgilerdi. Ancak Beyaz Saray’a geldikten sonra bu tür şahsi sızıntılara bir de Beyaz Saray yetkilileri ile kabine üyelerinin kendisi hakkındaki görüşleri, hatta daha da ötesi ulusal güvenlik toplantılarından notlar ve dahi diğer ülke liderleri ile yaptığı görüşmelerin dökümleri, ses kayıtları bile sızmaya başladı.
Bu sızıntılardan ilki, Trump’ı aşağılamak için Yemen’de düzenlenen ve bir Amerikan askerinin de öldürüldüğü operasyon konusundaydı. Amerikan medyası, askeri yetkililerin Trump’ı “Obama asla böyle yapmazdı” diyerek operasyona razı ettiğine yönelikti. Beyaz Saray’dan bu yönde sızıntıların ardı arkası kesilmedi dört yıl boyunca. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Michael Flynn’nin Rus elçi ile yaptığı görüşmeden, Beyaz Saray İletişim Dairesindeki yetkililerin birbirlerine ilişkin yorumlarına kadar her şey kısa sürede basına sızardı.
Basına yapılan sızıntılar çok taktiksel ilerliyordu. Önce küçük bir bilgi sızdırılırdı, Trump o bilgiyi inkar ederdi, daha sonra o bilginin biraz daha detaylısı çıkardı ve en nihayetinde bilginin tamamı ortaya çıkarılırdı. Ayrıca basın kuruluşlarına sırayla sızdırılırdı. Bir gazete ilk haberi yapar, bir televizyon devamını getirir, bir dergi veya internet sitesi hepsini yayınlardı. Bu sızıntılar öyle bir noktaya ulaştı ki Trump’ın sınır duvarı konusunda Meksika Devlet Başkanı ile yaptığı telefon görüşmesinin dökümü, Ukrayna Cumhurbaşkanı ile yaptığı telefon görüşmesinin ses kaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmenin içerikleri bile basına sızdı. Trump buna vatana ihanet dediyse de Trump’ın sesi Twitter’dan öteye geçmiyordu. Zaten seçimden sonra da 6 Ocak Kongre baskını bahane edilerek organize bir şekilde Trump’a sansür uygulandı. Youtube, Twitter ve Facebook başta olmak üzere tüm sosyal medya kanalları Trump’a kapatıldı. Medya, Trump’ın hiçbir açıklamasını vermemeye başladı. 74 milyon oy almış bir siyasi liderin adeta sesi kısıldı. Tabi bunu yapan medya ve sosyal medya şirketleri temelde menfaatlerini hesap ediyorlardı. ABD’de liberallere karşı kürek çekilmez. Çekerseniz, dünyada en katı otoriter rejimlerinde bile göremeyeceğiniz bir muamele ile karşı karşıya kalırsınız. Trump bunun en iyi örneği. ABD’nin resmi olarak terörist, düşman, güvenlik tehdidi olarak tanımladığı örgütlerin, bunların liderlerinin bile sosyal medya hesapları çalışırken, ABD’de başkanlık yapmış ve 74 milyon oy almış bir kişinin tüm hesapları askıya alındı.
Biden Döneminde Büyük Eksiklik: Sızıntılar ve Kavgalar
Biden’ın göreve gelmesinin üzerinden 100 gün geçti ve o günden beri Beyaz Saray’dan tek bir sızıntı çıkmadı. Karar alma süreçlerinde ne yaşanıyor, kimler kimler hakkında ne diyor, bu konularda tek bir bilgi kırıntısı dahi yok. Daha da ilginç tarafı, basın bu durumdan oldukça memnun. Şunu kesin bir ifadeyle söyleyebilirim ki, basına içerden her gün kayıt dışı onlarca bilgi notu geliyor ama istenmeyen hiçbir bilgi dışarı çıkmıyor.
CNN Muhabiri Jim Acosta’nın Değişimi
Trump döneminin basın toplantılarında çok kavga gürültü kopardı. Sözcüler doğaçlama yanıtlar verirdi. Basın mensupları da bağıra çağıra sözcüleri köşeye sıkıştırmaya çalışırdı. Biden döneminde ise sözcüler ellerindeki yüzlerce kez tekrar edilmiş bilgi notlarının ötesinde tek bir cümle söylemez ve Amerikalı gazeteciler, televizyoncular artık ezberledikleri o konuşma notlarına itiraz etmiyorlar. Önündeki klasörden başını kaldırmayan Beyaz Saray ve Dışişleri Sözcülerine tek bir itiraz gelmiyor. Halbuki önceki dönemde, bir ara Beyaz Saray protokollerini ihlal ettiği gerekçesi ile akreditasyonu iptal edilen CNN muhabiri Jim Acosta, basın toplantılarında mikrofonu bırakmazdı. Verilen yanıtları kabul etmeyen Acosta sesini yükseltirdi, yargı cümleleri ile hitap ederdi sözcülere. Acosta, Trump’ın basın toplantılarında olay olurdu. Aynı Acosta şimdi basın toplantılarında sırasını bekliyor ve sorusunu sorup yanıt olarak aldığı onlarca kez tekrar edilmiş konuşma notuna teşekkür ediyor.
Biden 3 aylık görevi süresince bir kez basın toplantısı düzenledi, birkaç kez de kısa açıklamalarda bulundu. Biden basın toplantısına elinde soru soracak gazetecilerin listesi ile çıktı ve ismini okuduğu gazeteciler dışında kimse soru sormadı. Soranlar da sorusunu sorup teşekkür edip oturdu. Trump döneminde, Trump kendisi seçerdi ve gazeteciler bazen birden çok soru sorardı veya Trump’la ağız dalaşına girerdi.
Burada sorulacak soru şu: Ne oldu da ana akım medyanın tavrında bu kadar keskin bir değişim yaşandı; her şey çok mu iyi gidiyor ABD’de? Bu sorunun kısa cevabı, yönetim değişti ve Demokratlar kazandı. Ana akım medya verilen görevi yaptı ve Trump’ı koltuğundan etti. Sorunun uzun cevabına gelecek olursak, Trump dönemindeki tüm krizler devam ediyor. ABD’de temelde değişen bir şey yok. Biden 100’üncü gününü doldurdu ve içerde yaptığı değişiklikler Trump döneminde sunulan Covid-19 yardım paketini çıkardı, Trump döneminde alınan aşıların dağıtılmasını hızlıca gerçekleştirdi, alt yapı için ayrı bir bütçe talebinde bulundu. Şimdi de zenginlerin vergilerini artırmaya yönelik bir teklifi var henüz görüşülmeye başlamadı ancak Amerikan ana akım medyası bunu hemen her gün ekranlardan düşürmüyor.
Polis şiddeti ve siyahilerin polislerce öldürülmesi aynen devam ediyor. Federal verilere göre 2021’in ilk üç ayında ABD’de 30 siyahi, polis tarafından öldürüldü. Bunlardan dördü silahsız oldukları görülen kişilerdi. Diğerlerinin de silahsız olduğu gösteriliyor ancak polisin bundan haberdar olup olmadıkları belirtilmiyor. New York ve diğer kentlerde zaman zaman “siyahların da hayatı önemlidir” sloganı ile 2014’te başlayan Black Lives Matter hareketi mensupları protestolar düzenliyor ancak Beyaz Saray’ın önüne yığılıp günlerce çöp kutularını ateşe verenler, mağazaları yağmalayanlar ortadan kayboldu. Bu şiddet olaylarını günlerce televizyon kanallarında da görmek mümkün değil. Demokratlar, polis teşkilatının bütçesini kesmeyi vaat ediyordu. Temsilciler Meclisi, Senato ve Beyaz Saray Demokratlarda ancak bu konunun üstünü kapatmışlar ve ana akım medya bunu sorgulamıyor.
Ana Akım Medya Gözlerini Kapatmış Durumda
Güney sınır krizi devam ediyor ve ana akım medya bu konuda adeta sessiz. Her ay binlerce ebeveynsiz çocuk ABD-Meksika sınırından içeri giriyor. Bu çocuklar alınıp askeri üslere yerleştiriliyor. Sınırda tam bir trajedi yaşanıyor. Ancak basında çok cılız bir şekilde görüldü bu kriz. İlk günlerde konuya ilişkin haberin artması ile Biden, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i o krizle ilgilenmek üzere görevlendirdi ve tek tük haberler dışında ABD medyası, sınırdaki göçmen krizine gözlerini ve kulaklarını kapattı. Medya için sorulacak çok soru var. Örneğin, sadece martta ABD sınırına 15 binden fazla çocuk geldi. Trump’ın duvar projesini rafa kaldıran Biden’ın bu krizle nasıl baş edeceğine dair yönetimin elinde tek bir strateji yok.
Biden, Çin’e karşı yeterince sert değil ve şu ana kadar Trump’ın politikalarından farklı bir uygulaması da yok. Çin, Microsoft üzerinden ABD’ye yeni bir siber saldırı düzenledi. Medyada tartışma konusu bile olmadı. Bir iki rutin haber, o kadar. Çin, Tayvan’a girmek için plan yapıyor, Rusya, Ukrayna sınırında askeri yığınak yapıyor; bu iki muhtemel duruma dair de net bir politikaları yok ve bu sorgulanmıyor. İki Amerikan muhrip gemisi Ukrayna krizi üzerine Karadeniz’e girecekti ancak Pentagon son anda iptal etti bu geçişleri. Bu şekilde verilen bir görüntü ABD açısından prestij kaybıdır ancak bu da ana akım Amerikan medyasında tartışmalara neden olmadı. Trump böyle bir ikircikli adım atmış olsaydı medya bunu sonuna kadar kullanırdı.
Afganistan konusunda “çekilmemiz için şiddetin azalması gerekir,” minvalinde açıklama yaptılar ancak bir gün ansızın Biden “koşulsuz olarak” Afganistan’dan 11 Eylül yıl dönümüne kadar çekileceklerini açıkladı. Medyada infial olması gerekirken “Afganistan’da görev yapan askerlere mesajınız var mı?” şeklinde sorularla, küçük tartışmalar yer aldı. On binlerce insanın kanı, trilyonlarca doların akıtıldığı 20 yıllık savaşın sonucunda ülkeyi Taliban’a bırakıp çıkıyorlar.
İran anlaşmasına dönmeye çalışıyorlar ve üç aydan fazla bir süredir sadece Viyana’da birkaç dolaylı görüşme dışında kaydettikleri başka ilerleme yok. Viyana görüşmelerinde de Dışişlerine göre elde edilmiş bir ilerleme yok. Daha da kötüsü, İran botları Amerikan gemilerini Körfezde taciz ediyor, bunlar basına yansımıyor veya geç yansıyor veya önemi azaltılarak yer veriliyor. Bölgedeki yetkililere İran konusunda basına konuşmama talimatı verildiği iddia ediliyor ancak ana akım medya bunları sorun etmiyor. Halbuki, Barış Pınarı Harekatı sırasında, çatışma alanındaki askerler, televizyonları arayıp Trump’ın Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerinden çekilme kararının ne kadar kötü bir karar olduğunu anlatıyordu.
Trump’ın çokça eleştirildiği bir konu da Suudi Arabistan ve Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti konusuydu. İstihbarat raporunu açıkladılar ve Suud Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın bu cinayeti azmettirdiği resmi olarak açıklanmış oldu ancak Biden yönetimi Veliaht Prens’e yönelik tek bir adım atmadı, hatta Dışişleri Bakanı Blinken, bir röportajında, Bin Selman’ın ülkenin gelecekteki muhtemel lideri olduğunu ve onunla ilişkilerin devam etmesi gerektiğini söyledi. Mülakat verdiği CNN sunucusu Jake Tapper, bunun Trump’ın söylemi ile aynı olduğunu bile söylemedi. Aynı yayında eski Dışişleri Bakanı ve şimdi Küresel İklim Değişikliği Elçisi olan John Kerry’nin İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e İsrail’in Suriye’deki 200 İran hedefine gizli operasyon yaptığı bilgisini verdiği ortaya çıktı. Amerikan medyası bırakın Flynn davasına yaklaştığı gibi yaklaşmayı, New York Times dışında bu konuya eğilen ana akım medya kuruluşu bile çıkmadı.
Kısacası ne içerde ne de dışarda elle tutulur doğru dürüst bir değişim gözlenmezken, 20 Ocak’tan sonra Amerikan ana akım medyasının gazetecilik reflekslerinde, habercilik ilkelerinde baş döndürücü bir değişim yaşandı. ABD ana akım medyasının Trump dönemindeki ulusal güvenliğe tehdit teşkil edecek seviyedeki sızıntıları gazetecilik ve bilgiye erişim hakkıyla ilişkiliymiş gibi gösterilirken, Biden döneminde onlarca konuya dair doğru düzgün soru bile sorulmuyor. Bu da ABD ana akım medyasındaki yozlaşmanın en büyük göstergesidir.