Türkiye, 15 Temmuz gecesi yeni bir darbe teşebbüsü ile karşılaştı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içine sızmış olan Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarılı liderliği ve halkın dirayeti sayesinde püskürtüldü. Fakat darbe girişiminin siyasetten ekonomiye ve sosyal yaşama uzanan çizgide hasara neden olduğu görülüyor. Kuşkusuz en fazla zararı gören kurumların başında ise bizzat ordunun kendisi yer alıyor. Çünkü ülkemizdeki darbelerin tarihine bakıldığında işin sonunda TSK’nın darbelerden büyük yara aldığı ve aslında darbeciliğin orduyu çökerttiği görülüyor.
TSK’nın tamamının sorumlu tutulamayacağı 15 Temmuz darbe girişimini doğru anlayabilmek ve orduya verdiği zararı irdeleyebilmek için öncelikle Türk ordusunun tarihsel mirasına göz atılmalıdır. Türk ordusunun tarihsel mirasının ilki, ordu ile devlet birlikteliğidir ki oluşan “ordu-millet” söyleminin dayanağı bu özdeşleşmedir. İkincisi ordunun modernleşmenin öncüsü olduğuna dair yaygın kanıdır. Üçüncüsü ise Osmanlı’nın son döneminden itibaren sürekli tekrarlanan ordunun siyasete müdahalesidir.
Darbe veya darbe girişimleri temelde ordunun kendi halkını korkutma, onların yüreklerine korku salma veya onları terbiye etme teşebbüsleridir. Bir dönem Viyana önlerine kadar giden Osmanlı ordusu hakkında tarihçi Bernard Lewis şöyle diyor: “18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, bir zamanlar Avrupa’yı dehşete düşüren Osmanlı ordusu, kendi hükümdarlarından ve sivil halktan başka hiç kimseyi korkutamıyordu.” Çünkü Yeniçerilerin baskısı ile birçok padişah tahttan indirilmiş, birçok vezir veya sadrazam kellesini kaybetmişti. Kendi halkından veya yöneticilerinden başka kimseye korku salamayan ordu, Cumhuriyet döneminde siyaseti ve toplumu dizayn etmeye çalışmış, bu uğurda cinayetler işlemiştir.
Amaç Halka Korku Salmak
Cumhuriyet dönemindeki darbe örneklerinde ordu siyasal ve toplumsal hayata müdahale ederek onu biçimlendirmeye ve sindirmeye çalışmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi ve 27 Nisan 2007 e-muhtırası bu çerçevede demokrasi adına kötü birer miras olarak geride kalmıştır. Bunların yanı sıra Talat Aydemir’in 1962 ve 1963 tarihlerindeki darbe girişimleri (ikinci darbe girişimi sonrasında Aydemir, İsmet Paşa tarafından idam edilmiştir) gibi akim kalan nice darbe girişimi bulunmaktadır. Demokrasinin gelişmesine ve kökleşmesine karşı her defasında siyaset dilini tehdit eden, siyasi ve toplumsal hayatı felce uğratan hamleler bazen ordu içinden bazen ordunun emekli-sivil temsilcilerinden çoğu zaman da FETÖ gibi ordu içine sızan “kesin inançlı” cuntalardan gelmiştir.
Her Şey 27 Mayıs'la Başladı
FETÖ tarafından 15 Temmuz 2016 gecesinde başlatılan darbe girişimi aslında darbeler silsilesinin son halkasıdır. Bu kalkışma cunta örgütlenmesi bakımından olduğu kadar ordunun tamamını temsil ettiği iddiasıyla da 27 Mayıs 1960 darbesine benzemektedir. 27 Mayıs darbesinin ülkeye verdiği zararın bilançosu oldukça ağırdır. Öncelikle bu darbe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbedir ve darbe geleneğinin başlatıcısıdır. 27 Mayıs 1960’ta 37 düşük rütbeli subay tarafından gerçekleştirilen darbe sürecinde dönemin cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanmış, 235 general ve 3 bin 500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilmiş, 1.402 öğretim görevlisi görevden alınmış, bazı üniversiteler kapatılmış, 520 hakim ve yargıç görevinden uzaklaştırılmıştır. Daha da acısı Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı idam edilmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun darbeci genç subaylar tarafından tekmelenmiş, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve eski Genelkurmay Başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklanıp hapse atılmıştır.
Albay Talat Aydemir’in başını çektiği darbe girişimlerinde, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta da ordu içinde görevden uzaklaştırmalar yaşanmıştır.. 1962 ve 1963 tarihlerinde iki kez darbeye teşebbüs eden Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan 1964’te idam edilmiştir. Ayrıca 1.459 Harbiye öğrencisi ile beraber 200 subay da ordudan ihraç edilmiştir.
Darbeler Orduyu Etkisizleştiriyor
12 Eylül darbesinden sonra ise 397’si subay, 176’sı astsubay ve 447’si askeri öğrenci olmak üzere toplam 1.020 askerin ordu ile ilişiği kesilmiştir. Ancak 12 Eylül’ün bilançosu bunlarla sınırlı değildir. Darbe sonrasında 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından 230 bin kişi yargılanmış, 517 kişiye idam cezası verilmiştir. Yine 71 bin kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden dolayı yargılanmış, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış ve 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına gitmiştir. Bununla beraber 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verilmiştir. 28 Şubat postmodern darbe sürecinde ise 900’ün üzerinde asker disiplinsizlik veya irtica gerekçesiyle ordudan atılmıştır. Özellikle eşi başörtülü olan veya dindar kimliği ile bilinen askerlere karşı cadı avı başlatılmış ve bu süreçten yine en büyük zararı ordu görmüştür.
Dolayısıyla darbeler sadece millet iradesini ipotek altına almamış aynı zamanda orduyu etkisizleştirmiş, itibarsızlaştırmış ve pasifize etmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminde cuntacıların ilk olarak Genelkurmay Başkanı’nı ve üst düzey komutanları ele geçirmek için hamle yapması da ordunun kendi içinde neden olduğu hasarı göstermektedir. Kuşkusuz bu süreçte ordu bir bütün olarak zarar görecek olsa da FETÖ tarafından ordu içine yerleştirilmiş cuntanın ifşa olması büyük bir kazanımdır. Küresel güç odaklarına bağlı hareket eden ve 15 Temmuz gecesi kendi insanına kurşun sıkarak 237 kişiyi şehit eden bir terör örgütünün tasfiyesinin tüm boyutlarıyla yapılması ve ülke geneline yayılması bir zarurettir. Ordu, milletiyle bütünleştiği ve onun emrinde olduğu ölçüde anlamlıdır. Bundan sonra yapılması gereken, darbeye karışan asker veya sivil tüm unsurları tarihin ve hukukun önünde yargılamaktır.