Kriter > Dosya > Dosya / İdlib Çatışması |

Putin Doktrini: Büyük Güç Statüsünün Muhafazası


Rusya’nın Putin sonrası dış politikasının olmazsa olmazları arasında ilk olarak ülkenin büyük güç statüsünün/küresel etki merkezi pozisyonunun muhafaza edilmesi gelmektedir. Bu stratejinin arkasında da temelde Moskova’nın benimsediği yayılmacı girişimler ve bu yönde yürüttüğü politikalar bulunmaktadır.

Putin Doktrini Büyük Güç Statüsünün Muhafazası

2000 sonrası Rusya’nın dış politika dinamiklerini incelediğimizde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte yeni bir doktrin benimsendiğini görmekteyiz. Esasen bu dönem ülkenin izlediği dış politika prensiplerinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bu dönem ile birlikte kuruluşunun ardından sürdürülen kararsız, belirsiz, kısa vadeli ve reaktif politikalar, yerini uzun vadeli, çok daha organize, proaktif ve tüm yönleriyle ulusal çıkarların ön planda tutulduğu politikalara bırakmıştır. Putin’in ortaya koyduğu yeni dış politika konsepti özünde vazgeçilmez ve esnek unsurları bir arada barındırmaktadır. Söz konusu vazgeçilmez unsurlar 20 yılı aşkın süredir hiç değişmeden her atılan adımın arkasında mevcudiyetini korurken, esnek unsurlar dönemsel gelişmelere ve konjonktüre bağlı olarak alınan aksiyonlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Küresel Etki Merkezi

Rusya’nın Putin sonrası dış politikasının olmazsa olmazları arasında ilk olarak ülkenin büyük güç statüsünün / küresel etki merkezi pozisyonunun muhafaza edilmesi gelmektedir. Bunu ayrıca ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, komşu ülkelerle iyi ilişkilerin geliştirilmesi, Rus vatandaşlarının haklarının korunması, Rus dili ve kültürünün tüm dünyaya yayılması izlemektedir. Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın 2000, 2008 ve 2016’da yıllarında “Rusya Federasyonu’nun Dış Politika Konsepti” üzerine yayımladığı belgelerin tamamında olmazsa olmaz olarak nitelendirdiğimiz unsurlar açık bir şekilde görülebilmektedir. Elbette bu unsurlar yalnızca strateji belgeleri üzerinde kalmamakta aynı zamanda Putin’in retoriğine ve Rusya’nın dış politika uygulamalarına da yansımaktadır. Bu minvalde en çarpıcı ve öncelikli olarak büyük güç statüsünün korunması, diğer bir deyişle küresel boyutta nüfuza sahip olmak öne çıkmaktadır. Zira bu hedef Putin sonrası Rus dış politikasında olmazsa olmaz unsurlardan en belirleyici olan olarak kabul edilmektedir. Bu stratejinin arkasında da temelde Moskova’nın benimsediği yayılmacı girişimler ve bu yönde yürüttüğü politikalar bulunmaktadır.

 

Askeri Nüfuz Alanı

Bu kapsamda Rusya’nın sahip olduğu nüfuz alanlarını genişletme üzerine izlediği yayılmacı politikaları iki ana başlıkta değerlendirebiliriz: Askeri ve ekonomik. Askeri nüfuz alanlarını incelediğimizde ilk olarak karşımıza Suriye gelmektedir. Rusya’nın Suriye sahasında 45’ten fazla askeri noktası bulunmaktadır. Bunlar arasında Su-24, Su-25, Su-30 ve Su-34 gibi uçaklarını kaldırdığı hava üsleri de bulunmaktadır. Bugüne kadar Rusya’nın Suriye Savaşı’na katılan 70’i aşkın hava aracı bulunurken, toplamda 70 bine yakın çeşitli rütbelerde askeri personel sahada aktif faaliyet göstermiştir. Tank, top ve diğer muhtelif teçhizat yardımlarının da unutulmaması gerekir. Suriye Savaşı’nın bugüne kadarki askeri maliyeti 5 milyar dolara yaklaşmıştır. Tabii ki sahadaki faaliyetleri ve Suriye rejimine verdiği askeri destek, bölgedeki nüfuzu savaşa katılmadığı döneme kıyasla oldukça arttırmıştır. Hatta nüfuzu öyle bir noktaya ulaşmıştır ki Suriye Savaşı’nda günümüzde ABD kadar etkili ve rejimden daha önde, birincil aktör konumuna gelmiştir.

Suriye’nin ardından Rusya’nın yakın çevre addettiği ülkeler arasında olan Ukrayna, Gürcistan, Tacikistan ve Ermenistan karşımıza çıkmaktadır. Ukrayna diğer tüm ülkelere kıyasla Rusya’nın en güçlü askeri nüfuza sahip olduğu ülkeler arasındadır. Ukrayna’ya bağlı Kırım şehrinin ilhak edilmiş olması ve 2014’te gerçekleştirilen referandum ile Rusya topraklarına bağlanmış olması söz konusu nüfuzun temel nedenidir. Bölgede 20 binin üzerinde askeri personel, muhtelif savaş teçhizatları ve hava savunma sistemlerinin de olduğu unutulmamalıdır. Bu sayede, Moskova, Karadeniz bölgesindeki gücünü arttırmış, Azak Denizi üzerindeki kontrolünü arttırmış ve Kerç Boğazı’nda hakimiyet sağlamıştır. Kırım’ın ilhak edilmesi sonrası başlayan gösteriler, Ukrayna’nın doğusunda bulunan etnik Rusların yoğunlukta olduğu Donbass bölgesine de sıçramış, Rusya destekli gruplar ile bölgede yaşayan Rus karşıtı halk arasında halen daha süren iç çatışma başlamıştır. Çatışmalar devam ederken bölgede Rusya’ya muzahir kurulan de-facto devlet, Moskova’nın Kiev’e karşı elini güçlendirmiş, iki ülke arasında görüşülen birçok hususta pazarlık/yaptırım aracı haline gelmiştir. Gürcistan’a baktığımızda benzer durumlar görmekteyiz. Her ne kadar toprakları doğrudan ilhak edilmiş olmasa da ülkede kurulan Abhazya ve Güney Osetya cumhuriyetlerinin, 2008 Rusya-Gürcistan savaşı sonrası elde ettikleri de-facto bağımsız yapılar Donbass’taki durumu anımsatmaktadır. Donbass’tan farklı olarak Rusya bölgeye doğrudan askeri olarak müdahale etmiş ve savaşa girmiştir. Ancak Kırım’da olduğu gibi de ilhak etmemiştir.

Şu anda her iki bölgede toplamda 8 bini aşkın askeri personeli bulunmaktadır ki; bu durum Tiflis hükümeti üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Gürcistan’ın ardından Tacikistan Rusya’nın en çok askeri personel bulundurduğu ülkelerden bir tanesidir. 1992’de ülkede baş gösteren iç savaş sonrası konuşlandırılan 5 bine yakın asker, diğer bölge ülkeleri üzerinde sahip olduğu nüfuzunu arttırmak ve ABD’nin Afganistan’daki varlığını dengelemek adına Rusya’nın önem atfettiği hususlar arasındadır. Ermenistan’ın mevcut durumda yaklaşık 4 bin Rus askerine ev sahipliği yaptığı bilinmektedir.

Moskova hem Bakü hem de Yerevan ile ilişkilerinde bölgede var olan söz konusu askeri varlığını bir araç olarak görmektedir. İki ülke arasında süregelen çatışmalara müdahale, bölgede baskı oluşturma ve nüfuz alanı yaratma bağlamında askeri kapasite önem arz etmektedir. Dahası Rusya’nın, Belarus’ta yaklaşık bin 500 ve Moldova’da binin üzerinde askeri bulunurken, Kazakistan ve Kırgızistan’da da askeri üsleri bulunmaktadır. Rusya’nın toplamda 18 farklı ülkede askeri üsleri, lojistik destek merkezleri ve barış gücü altında faaliyet gösteren askerleri bulunmaktadır. Daha önce askeri varlığı bulunan ülkeleri de dahil edersek bu sayı 25’i bulmaktadır. Yurt dışı üslerindeki asker sayısı ise 30 binden fazladır. Resmi mevcudiyetle beraber, özel askeri şirketler aracılığıyla faaliyet gösterdiği ve etkin bir nüfuz elde ettiği başka ülkeler de bulunmaktadır. Bunlar arasında ilk başta iki bin 500 Wagner savaşçısının bulunduğu tahmin edilen Libya gelirken, Venezuela’dan Madagaskar’a, Sudan’dan Mozambik’e birçok ülkede faaliyet alanları olduğu bilinmektedir.

 

Ekonomik Yaptırım Gücü

Rus savaş uçaklarını ve hava savunma sistemlerini temin eden ülkeler genellikle başka devlet yapımı benzer araçları satın almamakta ya da alamamaktadırlar. S-400 hava savunma sistemlerinin ihracı bu noktada çok doğru bir örnektir. Moskova bir taşla iki kuş vurarak hem kendine nüfuz alanı açmakta hem de ABD başta diğer ülkelerinkini de engellemektedir. Bu aslında uzun süredir izlenilen bir politikadır. Nitekim S-300 örneğine baktığımızda ilk bakışta sadece ekonomik getiriler önceleniyor gibi görünse de Ukrayna, Belarus, Ermenistan ve Suriye gibi ülkelerde benzer şekilde diğer ülkelerin etkisinin dengelenmesi/ engellenmesi amaçlanmıştır.

Ekonomik olarak nüfuz alanını elde etme konusuna daha detaylı baktığımızda ülkeler bazında bir öncekiler ile benzerlik gösterdiğini, yalnızca yöntem farklılığı olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomik nüfuz alanı noktasında silah ticaretinin yanı sıra karşımıza enerji politikaları da çıkmaktadır. Söz konusu politikalar neticesinde hedef ülkeleri kendisine bağımlı kılarak, yeri geldiğinde maliyet arttırma stratejisi uygulayarak veya arz güvenliğini sekteye uğratarak yaptırım gücü elde etmektedir. Belarus, Ukrayna ve neredeyse Avrupa ülkelerinin tamamı bu kapsamda değerlendirilebilmektedir.

Son tahlilde izlenilen yayılmacı politikaları neticesinde Rusya’nın artan nüfuzunun yanında ABD’nin kendisine karşı yürüttüğü çevreleme politikasının da dengeleniyor olması, aslında Rusya’ya çifte kazanç sağlamaktadır. En nihayetinde gelecek dönemde bu yönde politikaların daha da derinleşeceğini ve dış politika oluşumunda haiz olduğu etkiyi sürdüreceğini söyleyebiliriz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası