Kriter > Dış Politika |

Doğu Akdeniz’de Türkiye Ne Yapmalı?


GKRY-İsrail-Mısır-Yunanistan bloku ile bu devletlerden iş siparişi alan çok uluslu firmaların vergi verdiği Fransa, ABD gibi dış aktörler siyasi anlamda Türkiye’yi anadolu kıyılarına “hapsedecek” bir siyaset izlemektedir.

Doğu Akdeniz de Türkiye Ne Yapmalı
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, GKRY Lideri Nikos Anastasiadis, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras 20.03.2019

Prof. Dr. Soykan Tamçelik “Doğu Akdeniz’in doğusu jeopolitiğin kırılma noktasıdır” tespitiyle Doğu Akdeniz’in Soğuk Savaş sonrası istikrarsızlığa adım adım nasıl sürüklendiğini özetlemektedir. Nitekim istikrarsızlığın enerji tabanlı gelişimi önce bölge devletlerini sonra çok uluslu şirketleri ve halihazırda büyük devletleri Akdeniz girdabına çekmektedir. Müşahede edilen sorunların ekonomik ve siyasi araçlar yanında askeri seçeneklerle güçlendirilmesi Akdeniz’in doğusunda Ortadoğu kaynaklı sorunları gölgede bırakacak gelişmeleri şimdiden haber vermektedir.

Tamçelik’in Doğu Akdeniz için ileri sürdüğü “kuramsal angajman, aksiyon ve doğal bir uzantı olarak rakiplerin reaksiyonları” şeklinde cereyan eden strateji bu bölgede uygulanma alanı bulmuştur. Ancak Doğu Akdeniz’e ruh veren enerji boyutu kuramsal boyutun tüketilmesine, öte yandan aksiyon ve reaksiyonların zincirleme bir şekilde devam etmesine yol açmıştır. Bu çerçevede Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) deniz hukukunun yazılı veya teamüle dayanan kurallarını istismar ederek etik sınırları zorlaması Doğu Akdeniz kaynaklı sorunların kuramsal tabanını oluşturmaktadır. Öte yandan bölgedeki “revizyonist” devletlerin ekonomik beklenti içinde siyasi-askeri enerji bloku oluşturması aksiyon; Türkiye’nin hem Kıbrıs Türkünün hem de kendi haklarını aramak adına münhasır ekonomik bölge (MEB) ilanı ve enerji arama faaliyetleri başlatması reaksiyon şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak aksiyon ve reaksiyonların süreklilik dahlinde farklı tercih ve şekillerde kendini yenileyeceği veya yineleyeceği unutulmamalıdır. Nitekim ABD ve Fransa gibi dış aktörlerin aksiyon-reaksiyon zincirine dahil olması Akdeniz’in doğusunda “denizin kabaracağı”na emare teşkil etmektedir.

Prof. Dr. Hakan Karan BM’nin içinde bulunduğumuz yüzyılı “deniz yüzyılı” olarak kabul ettiğini ifade etmektedir. Nitekim dünyanın kısıtlı kaynaklarını sömüren insanoğlu karalardaki kıt kaynaklar yanında deniz kaynaklarına yönelmeyi de arzulamaktadır. Bu nedenle Akdeniz’in doğusu üç kıta arasındaki konumuyla erişilmesi kolay kaynaklara ev sahipliği yapmaktadır. Bu bölgeden elde edilecek deniz tabanlı ürün ve kaynaklar doğrudan “devletlerin ekonomi sofrası”na servis edilebilecektir. Keşifler çağından farklı olarak Akdeniz’in doğusunda yaşanacak “talan”ı nizama sokabilecek deniz hukuku kuralları devletleri –Tamçelik’in ifade ettiği– kuram üretme ve aksiyonlara hukuki kılıf bulmaya zorlamaktadır. Deniz hukukuna göre deniz egemenlik sorunlarının iş birliğiyle çözülmesi gerekliliği maalesef kuram-aksiyon-reaksiyon zincirine kendini enjekte edememiştir. O halde Türkiye’nin Akdeniz’in doğusundaki sorunlarda kuramlara başka bir deyişle deniz hukukuna uygun bir şekilde aksiyon veya reaksiyon zincirine dahil olmaktan başka bir çaresi kalmamaktadır.

 

Siyasi ve Askeri Ortam

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hukuk çizgisinden çıkması düşünülemez. Nitekim Türk dış politikası her zaman meşruiyet çıpasını tercih etmiştir. Bu çerçevede 1982’de imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (Barselona) Türkiye’nin tezlerine kaynak teşkil edecek bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Türkiye’nin argümanlarının da 1982 Barselona Sözleşmesi’nden türetilmesi gerekmektedir.

Sözleşmenin ruhuna bakıldığında Doğu Akdeniz’deki meselelerin hallinin “hakkaniyet” dahilinde çözümü ön plana çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse sözleşmede adalara, ana karaya göre daha az yetki verilmesi gerektiği öngörülmektedir. Türkiye için avantaj olarak addedilebilecek söz konusu kural ilginç bir şekilde GKRY, İsrail ve Mısır tarafından dikkate alınmayarak eşit uzaklık üzerinden anlaşma sağlanmıştır. Böyle bir adımın Türkiye’nin argümanlarının önüne geçilmesi ve bölge ülkelerinin “iş birliği” yapması istikametinde bir manipülasyon olduğu açıkça hissedilmektedir. Nihayetinde taraf olmadığı art niyetli ve manipülatör antlaşmaların Türkiye’nin hak ve menfaatlerine ket vurması kabul edilebilir bir hal tarzı değildir.

Hukuki manipülasyon yanında siyasi-askeri gelişmeler gerginliği artırma potansiyeline sahiptir. İtalyan ENI firmasının Doğu Akdeniz’de Rum-İsrail-Mısır tezlerine uygun enerji kaynağı arama girişimlerinin dolaylı yoldan engellenmesi sonrası kendilerini “blok” olarak isimlendiren GKRY, İsrail, Mısır ve Yunanistan enerjipolitiği siyasi-askeri seçeneklerle geliştirme arayışına girmiştir. Bu çerçevede şu gelişmeler yaşanmıştır:

• ABD başta olmak üzere Doğu Akdeniz’de Batılı ülkelerin harp gemilerinin sayısında artış yaşanmıştır.

• ABD Ağustos 2018’de GKRY’yi bölgedeki donanması için merkez haline getirmeye yönelik girişimler yapmıştır.

• İsrail ve İtalya’nın katılımıyla 31 Mart 2019’da Girit’te Iniachos tatbikatı yapılmıştır.

• ABD Senatosunda senatörler Bob Menendez ve Marco Rubio tarafından Nisan 2019 başlarında –Rum-Yahudi lobisinin desteğiyle– Doğu Akdeniz’e yönelik yasa tasarısı hazırlanmıştır.

• Birleşik Krallık’ın kendi egemenlik alanındaki üslerinden sonra Fransa Mayıs 2019’da GKRY’de deniz üssü kurma ve GKRY donanmasının modernizasyonuna yönelik girişimde bulunmuş ve GKRY de bu talebi kabul ederek anlaşma imzalanmıştır.

• İsrail, Girit’e radar kurmak için harekete geçerken kuvvet gösterisi bağlamında 29 Mayıs 2019’a kadar sürecek bir tatbikat için GKRY’ye savaş uçaklarını indirmiştir.

Siyasi ve askeri nitelikteki girişimlerin –aksiyon temelinde yapıldığı dikkate alınırsa– gerginliği artırması ve Türkiye’nin reaksiyonlarını tetiklemesi kaçınılmaz görünmektedir. Diğer bir deyişle deniz hukukunun güvenli limanından askeri seçeneklerin girdabına kapılmak mümkün hale gelmiştir.

 

Türkiye’nin Seçenekleri

Türkiye’nin söz konusu blokun girişimleri sonrası izlediği stratejiyi hukuki, siyasi ve askeri alanlarda ayrı ayrı ele almak mümkündür. Hukuki girişimler öncelikle Türkiye’nin MEB ilanıyla başlatılmıştır. Bu kapsamda Türkiye, Akdeniz’in doğusunda halen yürüttüğü enerji kaynaklarını arama faaliyetlerine meşruiyet kazandırmıştır. Nitekim MEB’in ilanı sonrası anlaşmazlıkların 1982 Barselona Sözleşmesi’ne uygun olarak çözümü ayrı bir konu başlığı şeklinde ele alınmalıdır.

Doğu Akdeniz’de yanlış anlamalara meydan verecek asıl manevraların enerji kaynaklarının nakledilmesine yönelik projenin başlatılmasıyla ön plana çıkması beklenmektedir. 1982 Barselona Sözleşmesi’ne göre boru hatlarının tesisinde MEB’e egemen olan devletin rızasının alınması gerekmektedir. Yunanistan ile Libya arasında MEB tespitindeki anlaşmazlıkların yanında Türkiye’nin MEB’inden geçmek durumda olan boru hattının bir gerginlik unsuru olacağı açıkça ifade edilebilir. Ayrıca Prof. Dr. Hakan Berument’in de ifade ettiği gibi Akdeniz tabanındaki fay hatları ve volkanik bölgelerin varlığı bir taraftan gaz iletimini riskli hale getirirken diğer taraftan 1982 Barcelona Sözleşmesi’nin Akdeniz’de çevrenin korunmasına yönelik kayıtlarına aykırıdır. Bu nedenle enerjinin naklinde KKTC ve Türkiye topraklarının transit geçiş için kullanılması çevrenin korunmasına karşı sorumluluklara ve ekonomik gerekliliklere uygun görünmektedir. Nitekim deniz dibine döşenen boru hattının bakım ve idamesi yanında muhtemel çevresel etkisi hem enerji şirketlerini hem de çevre örgütlerini harekete geçirebilecektir.

Türkiye’nin siyasi girişimlerinin hukuki manevrası kadar kapsamlı olduğunu iddia etmek abartılı olacaktır. Nitekim GKRY-İsrail-Mısır-Yunanistan bloku ile bu devletlerden iş siparişi alan çok uluslu firmaların vergi verdiği Fransa, ABD gibi dış aktörler siyasi anlamda Türkiye’yi Anadolu kıyılarına “hapsedecek” bir siyaset izlemektedir. Bu nedenle Türkiye, Kıbrıslı Türklerin haklarını hukuka uygun korurken kendi çıkarları doğrultusunda mütekabiliyete dayalı girişimler yapmaktadır. İlan edilen MEB ile KKTC’nin MEB’inde enerji kaynaklarının araştırılması söz konusu “reaksiyon”un bir merhalesi niteliğindedir.

Askeri alanda bahse konu “aksiyonel” askeri faaliyetlerin henüz hazırlık, caydırıcılık ve askeri mesaj düzeyinde olması Türkiye’yi de benzer “reaksiyon”a itmiştir. Bu çerçevede son dönemde Deniz Kurdu Tatbikatı’nın icra edilmesi ve Deniz Kuvvetlerinin hazırlık seviyesinin en üst düzeyde tutulması ön plana çıkmaktadır. Ancak çatışmaya varacak eylemlerin kısa vadede mümkün olmadığı dikkate alındığında askeri seçeneklerin halen tali bir gayret olarak kendini hissettirdiği ifade edilebilir.

 

Çözüm Nedir?

Dr. Emete Gözügüzelli Doğu Akdeniz’de çalan çanların Türkiye’nin Akdeniz’den çıkarılması yönünde olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Kıbrıs Türkü ve Türkiye, Doğu Akdeniz’de izole edilme ve bir kara ülkesi olarak kalma riskiyle karşı karşıyadır.

Nihayetinde Doğu Akdeniz hem Kıbrıs Türkü hem de Türkiye için bir beka sorunu haline dönüşmüştür. Dolayısıyla Türkiye’nin reaksiyon göstermekten ziyade aksiyona yönelik girişimlerini devam ettirmesi ve inisiyatifi hukuka uygun olarak elinde bulundurması aklıselim hareket tarzı şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Prof. Dr. Hakan Karan’a göre kritik konu Kıbrıs meselesinin çözümüdür. Ancak Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının sahipliğini iddia eden GKRY’nin elde edilecek zenginliği Kıbrıs Türkü ile paylaşmak istemesi mümkün görünmemektedir. Bu nedenle “sus payı”ndan öteye geçemeyecek küçük tavizler dışında AB üyesi GKRY’nin Kıbrıs sorununun çözümünü istemesi imkansız hale gelmiştir. Nitekim Kıbrıs sorununun devamı GKRY’yi siyasi söylemler üretme ve Batı desteğini devam ettirme anlamında beslemektedir. Diğer bir deyişle Kıbrıs sorununun devamı aslında GKRY’nin isteğidir. Bu nedenle Annan Planı GKRY’de karşılık bulmamıştır.

Türkiye’nin tüm yaşanan ve yaşanabilecek gelişmeler karşısında enerji arama faaliyetlerini sürdürmesi ve kendi imkanları yanında bazı parsellerde diğer çok uluslu şirketlerin enerji arama ve çıkarma faaliyetlerine dahil edilmesi seçeneği hareket tarzı olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin askeri caydırıcılığı yanında egemenlik alanında hukuka uygun bir şekilde kendi ekonomik faaliyetlerini sürdürmesi bölge devletlerinin tek yanlı politikalarını gözden geçirmeye zorlayacaktır. Nitekim Türkiye’siz bir blokun işlevsel olmayacağı ve beraberinde maliyeti getireceği açıkça görülmektedir.

Sonuç olarak gelecek yıllara damga vuracak Doğu Akdeniz sorunsalı “kılıçların çekilmesi” aşamasını tecrübe etmektedir. Kılıçların kınlarına sokulması ve el sıkışılması ideal çözüm olarak karşımıza çıkarken GKRY-İsrail-Mısır-Yunanistan blokunda böyle bir istek mevcut değildir. Ancak her halükarda çözüm iletişim ve iş birliğinden geçmektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası