Yüzyılımızda çatışmaların şiddeti ve değişim hızında yaşanan ivme muharipler yanında sivil halkı her zamankinden daha fazla etkilemektedir. Aktörlerin ve faktörlerin karmaşıklaştığı günümüz çatışmalarında Hobbesçu anlayışın baskın hale gelmesiyle özellikle sivillerin korunmasına yönelik evrensel değerler “geri plan”a itilmiştir. Bu çerçevede Bosna, Afganistan, Irak ve nihayetinde Suriye gibi çatışma bölgelerinde sivil halk çatışmalar boyunca muharip unsurların insafına terk edilmiş, göçe zorlanmış veya göç etmek zorunda kalmış, insanlık dışı muameleye maruz kalmış, özellikle kadın ve çocuklar mağdur edilmiştir. Kendi topraklarında yaşamak arzusunda olanlar ise en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrum kalmıştır.
Çatışmaların yarattığı bölgesel insani dramlar devam ederken artan radikalliğin esiri haline gelen Batı dünyasında kriz bölgelerine ilgisizlik artmış, insani dramların önlenmesi yerine göçmenlerin kendi yaşadıkları coğrafyada izole edilmesi kaygısı yoğunlaşmış, ekonomik kriz beklentilerinin sonucu olarak insani maksatlarla yapılan yardımlar sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede gelişmiş ülkeler çatışmaların sosyal sonuçlarını çatışma alanlarına hapsetme politikası izlemiş, küreselleşmenin belki de olumlu yanı olarak görülebilecek “insani etkileşim” alanında başarısız olunmuştur. Böylece söz konusu ülkeler mağdur ve korumasız sivillerin çatışma bölgelerinde veya çatışmalara komşu olan devletlerin sınırları içinde tutulması politikasını uygulamaya sokmuş, aralarında “göçmenleri kendi topraklarından uzak tutma” kavgasına tutuşmuşlardır. Göç karşıtı eylemler yanında sivil zayiatın “yancıl etki” şeklinde değerlendirilmesi neticesinde sivil insan kayıpları normalleştirilmiş, kimyasal silahların kullanılması gibi küresel anlamda gelenekselleştirilmek ve normalleştirilmek istenmeyen yöntemler dışındaki varil bombası kullanımı, sivil yerleşim yerlerinin tahrip edilmesi gibi şiddet araç ve yöntemlerine karşı sessiz kalınmıştır. Sonuçta çağımızın ulus devletleri insani duyarsızlıklarıyla, çatışmaların önlenmesi ve sonuçlarının yönetilmesinde düşük performanslarıyla dikkat çekmektedir.
Devletlerin isteksiz ve başarısız görünümleri yanında şiddetin sivil yerleşim yerleri ve altyapı tesislerine yöneltilmesi dünya harplerinde yaşanmış şehir yıkıntılarını hatırlatmaktadır. Fiziksel tahriple sözü edilen sosyal ve siyasi çarpıklıklar göç ve yerinden edilmişliği kalıcı hale getirmiş, normalleşmeye yönelik çabaların önünü tıkamış ve sorunların gerçek kökenlerine yönelik gerçekçi ve başarılabilir çabaların mahdut seviyede kalmasına yol açmıştır. Diğer bir ifadeyle insani ve sosyal dramlar kendi gerçekliğine çarpan etkisi oluşturmaya başlamıştır. Bu çerçevede çatışmaların sosyal, siyasi, idari ve askeri çarpıklıkları nedeniyle “istikrarsızlığın kurumsallaşması” ön plana çıkmıştır.
Çatışmalar esnasında yaşanan çarpıklıkların yanı sıra çatışmaların sona erdirilmesi sonrasında devlet veya devlet dışı aktörlerin ortak çabaları akut hale gelmiş insani, sosyal ve altyapı sorunlarının çözülmesi yolunda istenen düzeye ulaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle çatışmaların sona ermesiyle birlikte sivil halk yokluk ve yıkımla baş başa kalmakta ancak az sayıda aktör yıkıma uğramış bölgelere yardım elini uzatmaktadır. Krizin ve çatışma ortamının tekrar alevlenmesi riskini barındıran çatışma sonrası ortam sorumluluk hisseden söz konusu aktörlerin yeniden yapılandırma gayretlerini ön plana çıkarmıştır. Bu çerçevede çatışma sonrası sürdürülebilir bir istikrarın tesis edilmesinde kurumsallaşma istikametinde yürütülen söz konusu faaliyetlerin başarısı barışın kalıcılığına doğrudan etki etmektedir. Esasen kazananı olmayan günümüz çatışmalarında asli zaferin çatışmalar değil kriz sonrasında kazanılan kalplerden geçtiği dikkate alınırsa yeniden yapılandırma gayretlerinin önemi anlaşılabilir. Öte yandan çatışmaların değişen doğası ile çatışmaların sonlandırılması sonrası sarf edilen gayretler dikkate alındığında devlet ve devlet dışı aktörlerin yeniden yapılandırma ve normalleştirme çabalarını değişen öncelikler kapsamında sürdürdükleri görülmektedir. Ancak az sayıda aktör herhangi bir çıkar kaygısı olmadan ve karşılık beklemeden yeniden yapılandırma girişimlerine destek vermektedir.
Dünya genelinde meydana gelen çatışmalarda yaşanan bahse konu gelişmeler 2011’den bu yana aktörler ve faktörler bağlamında derinlik ve genişlik gösteren Suriye’de kendini tekrar etmektedir. Suriye –2011’den bu yana ve halen çatışmalar devam ederken– yerinden edilmiş veya göçmen statüsüne düşmüş topluluklardan kaynaklanan sorunlar yanında altyapının tahrip edilmesi ve devlet sorumluluğunda olması gereken hizmetlerin karşılanamamasından dolayı gündemdedir. Yaşanan yıkım güvenlik sorunlarına temel ihtiyaçlarının karşılanması yoluyla çarpan etkisi oluşturmakta, sivil halkın hem güvenli hem de temel hizmetlerin sağlandığı bölge/ülkelere göç etmesini teşvik etmekte, daha da vahimi göç etmiş kitlelerin geri dönüşüne ket vurmaktadır.
Ağustos 2016’dan itibaren aktif politika izleyen Türkiye, Suriye’de bekasına yönelik risk ve tehditleri yerinde etkisiz hale getirmek, hudut güvenliği sağlamak, Suriyelilere daha güvenli bir yaşam alanı tesis etmek ve tersine göçü başlatacak koşulları oluşturmak amacıyla yerel ve meşru muhalif gruplarla birlikte askeri operasyonlar icra etmiştir. Söz konusu operasyonlar aylarla ölçülebilen bir zaman diliminde icra edilirken yeniden yapılandırma gayretleri askeri operasyonlarla aynı anda başlatılmış ve operasyonlar sonrası halen sürdürülmektedir. “Kapsamlı angajman/harekat” konsepti dahilinde Silahlı Kuvvetlerle birlikte tüm devlet kurumları, istekli sivil toplum örgütleri ve bir kısım uluslararası örgüt Suriye’de yeniden yapılandırma faaliyetlerine kanalize edilmiştir. Bu çerçevede Suriye’ye komşu valilikler, belediyeler, milli düzeyde faaliyet yürüten kurum ve vakıflar ile sivil toplum örgütleri seferber olmuştur. Askeri harekat sonrası güvenliği tesis edilen bölgelerde öz kaynaklarıyla hareket eden Türkiye sivil halkın ihtiyaç duyduğu acil hizmetlerin görülmesi, altyapı eksikliklerinin giderilerek söz konusu bölgelerin yaşanabilir hale getirilmesi, yerel halkın kendi idaresini tesis etmesi suretiyle “yerel” düzeyde kurumsallaşmanın sağlanması ve bölge halkının kendine yeterli hale getirilmesini amaçlamıştır.
Sonuçta çatışmalarda yaşanan yıkımlar için Suriye güncel bir vaka olarak ortada dururken çatışmalar esnasında ve sonrasında yeniden yapılandırma girişimleriyle Türkiye bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin Yeniden Yapılandırma Modeli
Türkiye’nin Suriye’deki yeniden yapılandırma modeli şu başlıklardan oluşan bir strateji üzerine bina edilmiştir:
- Türkiye’nin tüm devlet kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının mevcut kapasiteleriyle dahil edilmesi
- Suriyelilerin yerel idari yapılarıyla doğrudan katılım sağlaması
- Yerel kabiliyet ve kapasitelerin geliştirilmesinin ön plana çıkarılması
- Bağımlılıktan ziyade sürdürülebilirliğin yeğlenmesi
- Yeniden yapılandırma yoluyla yerel ekonomi oluşturulmasının öngörülmesi
- Acil ihtiyaçların karşılanmasını müteakip yeniden yapılandırmanın idame edilebilir olmasının temin edilmesi
Ankara’nın kontrolü altında olmayan Münbiç, Tel Rıfat ve Rakka gibi bölgelerde yaşayan Suriyelilerin, Türkiye’nin sağlamış olduğu imkanlardan bahisle Türk askerinin kendi bölgelerine de gelmesine yönelik gösteriler düzenliyor olması Ankara’nın askeri stratejisi yanında yeniden yapılandırma stratejisinin de etkin olduğunu işaret etmektedir. Afganistan’da halkı karşısına almış ABD’nin halk nezdinde rağbet görmemesi belirgin bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim nihai karar merciinin halk olduğu günümüz çatışmalarında müdahil aktörlerin çatışma sonrası halka karşı tavrı güvenlik tesisinde belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de izlediği yeniden yapılandırma stratejisi halkı merkeze alırken çıkar beklentisi olmadan icra edilen yapılandırma gayretleri üzerine kurgulanmıştır.
Tablo: Türk Kızılay'ı Yardımları
Tablo: TİKA'nın Suriye'de Yaptığı Kalkınma Yardımları (Milyon TL)
Türkiye’nin kendi kurumları arasındaki uyum ve koordinasyonu sağlaması Suriye’deki yapılandırma başarısındaki asli nedenlerin başında gelmektedir. Bu çerçevede Suriye’ye komşu illerin valilikleri ile belediyelerinin aktif olarak içinde yer aldığı yapılandırma gayretleri merkezi teşkilatın kurumlarıyla taçlandırılmış ve Türk Kızılayı gibi vakıfların katkılarıyla zenginleştirilmiştir. Söz konusu kurumlardan AFAD’ın genel koordinatör olarak tayin edildiği yeniden yapılandırma gayretlerinde belediyecilik hizmetlerinden altyapı yatırımlarına, çatışma izlerinin silinmesinden sağlık yardımına, gıda yardımından ekonomik faaliyetlerin tekrar başlatılmasına, sosyal yardımlardan eğitime kadar geniş bir yapılandırma yelpazesi icra edilmektedir.
Türkiye’nin faaliyetlerine örnek olması açısından bazı yapılandırma faaliyetlerinden bahsedilmesi yerinde olacaktır: Gaziantep Valiliğinin Cerablus’ta halen yürüttüğü faaliyetlerde yardım faaliyetlerinin aksatılmadan icra edilmesi istikametinde Cerablus mahalli meclisinin oluşturulması, nüfus sayımı ve nüfus kayıt sisteminin kurulması, kamu kurumlarının tesis edilmesi ile altyapı çalışmaları ön plana çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse eğitim faaliyetleri kapsamında Cerablus merkez ve köylerinde eğitim öğretime devam edilen bir meslek yüksek okulu, 98 ilkokul, 12 ortaokul ve dört lise olmak üzere toplamda 114 okul ve bir halk eğitim merkezi aktif hale getirilmiştir. Bu kurumlarda çalışan bin 187 öğretmen ve 143 diğer personel olmak üzere toplam bin 330 personele Türkiye Maarif Vakfı aracılığıyla maaş ödemesi yapılmaktadır. Öte yandan inşa edilen Adalet Sarayı ile Cerablus halkının kendi idaresine itimadı sağlanmıştır. Dolayısıyla imar faaliyetleri hayatın kolaylaştırılması ve düzenin tesisine katkı sağlarken eğitim ve adalet yoluyla Cerablus’ta “sürdürülebilirlik” amaçlanmıştır.
Gaziantep Valiliğinin faaliyetlerine paralel olarak Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Cerablus’a belediyecilik hizmetleri götürmüş; temizlik, çatışma izlerinin giderilmesi, okulların onarımı, gıda ve temizlik yardımı, elektrik ve su şebekesi inşası, park alanı ve itfaiye hizmeti gibi alanlarda bizzat Suriyelileri istihdam ederek bölge ekonomisinin canlanmasını da sağlamıştır.
Sivil toplum örgütü olarak Kızılay’ın faaliyetleri yeniden yapılandırmada belirleyici nitelik ve karakterde olup geniş bir yardım yelpazesini kapsamaktadır. Türk Kızılayı tarafından oluşturulmuş dağıtım organizasyonu Uluslararası Gözlemci Heyeti’nin denetim ve gözlemleri eşliğinde valilikler tarafından verilen malzeme listesine göre sınır bölgesinde yığılmış bulunan Suriyelilere ulaştırılmaktadır. Eylül 2018 itibarıyla Kızılay yardımlarının ulaştığı seviye 14 hudut geçiş noktasından yüzde 68’i gıda tabanlı olmak üzere muhtelif kalemlerde toplam 2,5 milyar TL seviyesine ulaşmıştır. Ayrıca Kızılay ve Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) finansal iş birliğiyle Suriyeli ailelere –ailedeki birey sayısına göre– aylık nakit yüklemesi yapılan Kızılay Kart hizmeti verilmektedir.
TİKA, AFAD ve Türk Kızılayı’nın yanı sıra diğer Türk sivil toplum kuruluşları da Suriye’de çatışmalar arasında sıkışmış, yaşamsal ihtiyaçlara erişimi yok denecek kadar az olan bölgelere ekmek fırınları kurmaktan okul tamiratına, mesleki eğitimden psikososyal desteğe ve öğretmenlere eğitim faaliyetlerini sürdürebilmeleri için mali desteğe kadar pek çok alanda yardımlarını sürdürmektedir. 2017’de Türk STK’larının Suriyelilere yönelik yardım miktarı 419,34 milyon dolardır.
Gaziantep Üniversitesi Suriyelilerin ülkelerinde kaliteli eğitim alması için Fırat Kalkanı bölgesindeki Cerablus ilçesinde meslek yüksekokulu açtı, 19 Ekim 2018
Güvenli ve Üreten Bir Diyar Kurulacak
Türkiye’nin Suriye politikası askeri motivasyon üzerine bina edilmiş, çıkar tabanlı ve umursamazlık üzerine kurgulanmış bir yapıda değildir. Türkiye askeri operasyonlarla bir yandan Suriye’nin kuzeyinde güven ortamını tesis ederken diğer taraftan kalıcı barışın tesis edilmesine yönelmiştir. Bu kapsamda merkezi teşkilat ile sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri merkezi koordine dahilinde uyumlaştırılmış, valilikler ile yerel yönetimlerin sorumluluk üstlenmesi teşvik edilmiştir. Sivil halk merkeze alındığında yeniden yapılandırma faaliyetlerinde yapılan yardımların çarpan etkisi oluşturarak sosyal ve ekonomik sonuçları itibarıyla düzen tesisine katkı sağlaması amaçlanmıştır. Yardımların mali büyüklüğü Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin imkanlarının ötesinde olmasına rağmen fedakarlık şeklinde ifade edilebilecek seviyede gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin hudut boyunda istikrara kavuşmuş Suriye, hudut güvenliğini takviye edebilecek, terörist oluşumların tasfiyesini kolaylaştırabilecek, halkın mağdur değil mahir hale gelmesiyle kendine yeterli hale gelebilecek, bu sayede tersine göçü teşvik edebilecek, Türkiye’nin yanı başında çatışma değil üretim ve paylaşım kaynağı olan bir yapı kurulabilecek, nihayetinde kapsamlı yeniden yapılandırma yoluyla insani dramların önüne geçilirken refahın yaygınlaşmasıyla güvenlik üreten bir “diyar” kurulabilecektir.