15 Temmuz darbe girişimi sadece hükümeti devirip yönetime el koyma operasyonu muydu? Kesinlikle hayır! Asıl olarak yeni Türkiye'nin, büyük Türkiye'nin, tam bağımsız Türkiye’nin ve bunun mimarlarının mezara gömülmesi teşebbüsüydü. O gece taammüden vatanın canına kastetmişlerdi. Başlangıç noktasına gidersek, bu girişim, bitmemiş Birinci Dünya Savaşı’nın yeni bir cephesiydi. Bu sebeple, eğer başarsalardı çok acı şeyler olacaktı.
Casusluk teşkilatı şeklinde çalışan bir küresel terör örgütünün kendi içinden çıktığı millete ve ülkeye tanklarla, savaş uçaklarıyla, savaş helikopterleriyle, makineli tüfeklerle saldırdığı bu gaddar olay, yeryüzünün görüp görebileceği en alçak, en haysiyetsiz ve en hain hadisedir. Öyle ki; tezahürü ne kadar korkunç, ne kadar vahşi, ne kadar can yakıcı olduğu ortada olan bu olay, eğer hedefine ulaşsaydı, olabilecek olanların yanında masum(!) kalabilirdi.
FETÖ, hain planlarını başarabilmek için paralel ordusuyla, paralel emniyetiyle, paralel yargısıyla, paralel bürokrasisiyle, paralel iktisadıyla, paralel maliyesiyle hatta paralel diniyle bir paralel devlet kurdu. Fakat paralel millet kuramadı ve millet anında “Türk Silahsız Kuvvetlerine” dönüşerek onları en ağır bir yenilgiye uğrattı. Binlerce yıllık devlet geleneği olan Türk milleti kukla yönetimlerin, devletin ve devletsizliğin, bekanın ne olduğunu bilir ve asla vatan hainlerine fırsat vermez. Bunun kodları milletimizin derin hafızasında gizlidir. 15 Temmuz bunun en muazzam ispatı ve o kodlar açıldığında Türk milletinin neler yapabileceğinin de en açık göstergesidir. Şimdi, darbe girişiminin aslında ne olduğu ve başarsalardı neler yapacaklardı konusunu 10 madde halinde görelim:
1-Erdoğan’ı Şehit Edeceklerdi
İşe ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı Recep Tayyip Erdoğan’ı şehit ederek başlayacaklardı. Bunu Marmaris’te yakalanan darbeci, vatan haini, asker kılıklı teröristler “Tayyip Erdoğan’ı öldürüp selfi çektirecektik” şeklinde ifade etmişlerdi. Yine, Ermenistan sınırından yurtdışına kaçmaya çalışırken yakalanan iki subay kılıklı da ifadelerinde aynı katledilişten bahsetmişlerdi. Dahası, darbe planlayıcıları Kahramankazan’daki askeri üste devlet ricali için odalar hazırlatmış, fakat Erdoğan için bir oda hazırlatmamışlardı. Bunun anlamı Cumhurbaşkanı’nın zaten öldürülmüş olacağıdır. CIA ile ortak çalışan Stratfor’un Erdoğan’ın Marmaris’ten İstanbul’a uçan uçağının uçuş kodlarını yayınlaması bir başka Erdoğan katli planının parçasıdır ve bu durum darbenin arkasında asıl kimlerin olduğunu açığa çıkaran en önemli göstergelerden biridir. Şayet Erdoğan’ı şehit etme planları gerçekleşseydi, ondan sonra ülkede neler olabileceğini siz tahayyül edin!
2-İç Savaş ve İşgal ile Türkiye’yi Libya’ya Çevireceklerdi
Erdoğan’ın şehit edilmesi aynı zamanda vatanın da teslim alınması manasına geleceği ve bunu asla kabul edemeyeceğimiz için çatışmalar başlayacaktı. Bir tarafta elinde savaş uçakları, tanklar, savaş helikopterleri, toplar, makineli tüfekler, füzeler vesaire olan Pensilvanya paralel ordusu ile ortada, ne olacağını gözleyen silahlı ya da silahsız fırsatçılar veya örtük hainler, diğer tarafta ise vatansever Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk milleti ya da diğer adıyla Türk Silahsız Kuvvetleri.
Bu çatışma ve iç savaş durumu devam ederken, bölgesel işgal için Güneydoğu sınırlarımızda konuşlandırılmış olan DEAŞ, PKK ve PYD teröristleri harekete geçirilecekti. Ülke bu yolla Libya’laştırılacaktı. Libya’laştırma şu demek:
- Merkezi otorite ya zayıf veya bir üst gücün elinde: Acz-i hakimiyet durumu
- Parçalanmış ama bir tür bütünlüğünü de koruyabilen bir ülke: Acz-i merkeziyet durumu
- Süregiden iç çatışma ve iç savaş: Acz-i sulh ve selamet durumu
Eğer 15 Temmuz’da vatan hainleri başarılı olsalardı, yukarıda bahsedilen iç savaş ve Libya’laştırma durumunu hala yaşıyor olabilirdik. (Türkiye, Libya’daki süreci sona erdirmek üzere danışmanlık hizmeti vermektedir ve Libya kurtulmak üzeredir.)
3-Bağımsızlaşan Türk Maliyesini Yeniden IMF'ye Teslim Edeceklerdi
Türkiye 14 Mayıs 2013’te IMF’ye olan borcunu bitirmiştir. Elbette IMF’ye borcumuzun olmaması hiç dış borcumuzun olmadığı anlamına gelmez. İlginçtir ki IMF’ye olan borcun bitirilmesiyle, Gezi olayları aynı döneme denk gelmiştir. Bunu da hatırlamak gerekir. Zira 27 Nisan 2007 e-muhtırasından başlayıp ameliyat masasında Başbakan Erdoğan’ı şehit etmeye uzanan, Gezi’den devam edip 17-25 Aralık’a sarkan, 6-8 Ekim 2014 Kobani projesi ve 7 Haziran 2015 sürecinden dolanıp 15 Temmuz ihanetine çıkan olaylar zincirindeki hiç bir halka diğerinden ayrı, bağımsız ve ilişkisiz değildi.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının çevirdikleri finansal kumpaslar ve yayınladıkları kurgusal raporlar bir yana; 15 Temmuz sürecinde ekimde ülkemizi ziyaret eden IMF heyeti, yayımladığı raporda şoklara karşı dayanaklı olduğunu belirttiği Türkiye için “dış finansman ihtiyaçları yüksek seyretmeye devam etmekte ve mali alanı sınırlamaktadır” derken acaba neye işaret etmekteydi! Bu ifadeleri içinde bulunduğumuz vetirede Türkiye’ye karşı yürüttükleri finansal ve ekonomik darbe tezgahıyla birlikte okuduğumuzda meselenin ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Unutulmamalıdır ki, ülke için para, bir başka ifade ile likidite, vücuttaki kan gibidir. Kana kim hükmederse, vücut ülkesine de o hükmeder. Halihazırda yeni maliye politikalarıyla Türkiye’nin parası artık Türkiye’nin hükmü altındadır. FETÖ başarsaydı, Türk maliyesi tamamen IMF kontrolüne girecekti ki; halihazırda bir kısım muhalefet yetkililerinin IMF görevlileriyle gizli gizli buluşmaları, darbe başarılsaydı neler olacağının açık işaretleridir.
4-Türk Ekonomisini Yeniden Çok Uluslu Şirketlerin ve Onların Yönettiği Ülkelerin Kontrolüne Sokacaklardı
Türkiye ekonomisi bütün küresel krizlere rağmen şoklara karşı dayanıklılığını devam ettirmekte ve -pandemi etkisini saymazsak- büyümesini sürdürmektedir. Ekonominin Ankara’dan yönetilmesi, kararların Ankara’dan verilmesi, dünyanın en büyük yatırımlarının Türkiye’de gerçekleşiyor olması, vaktiyle bütün bunları ülkemiz menfaatlerine göre değil, kendi menfaatlerine göre gerçekleştiren küresel güçlerin ve onların içimizdeki acentelerinin hoşuna gitmemeye başlamıştır. Nitekim, Gezi olaylarının başındakiler Başbakan Erdoğan’la yaptıkları görüşmede Gezi Parkı’yla ilgili değil, ülkenin en önemli yatırım projelerinin iptal edilmesi yönünde taleplerde bulunmuşlardı. Ancak ilginç bir tecelli olarak, her ne olursa olsun, dış yatırımcının Türkiye’ye ilgisi devam etmektedir. Asya-Pasifik pazarının Şangay’dan Londra’ya uzanan ulaşım hatları Türkiye’den geçmektedir. İstanbul Boğazı’nın altından ve üstünden geçen ulaşım hatları bunun için inşa edilmiştir. İstanbul’un üçüncü havalimanı bunun için yapıldı. Hızlı trenler, yeni limanlar, otobanlar, bölünmüş yollar bunun içindir. Elbette, bunca başımıza gelen bela ve musibet de bunun içindir. Yüksek teknoloji ve Ar-Ge çalışmaları, savunma sanayiindeki eşsiz gelişmeler, sağlık teknolojisindeki ürünler, Türk yazılım ve donanım sektörünün parlayan bir yıldız gibi dünya piyasalarında yerini alması bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun yapıtaşlarını oluştururken, bir taraftan da yıkıcı nazarları celbetmektedir.
Doğu Akdeniz’deki stratejik atakları ve Mavi Vatan meydan okumaları şunu göstermiştir ki, Türkiye artık bir “köküne su, tepesine makas” ülkesi değildir. Türk ekonomisi dünyanın en sağlam ekonomilerinden biri olarak küresel pazarın istikrar adası haline gelmiştir. Darbe girişimi bu adayı istikrarsızlaştırıp küresel güçlerin dizayn hanesine çekme girişiminden başka bir şey değildi. 15 Temmuz’da başaramadılar, şimdilerde yürüttükleri ekonomik darbe girişimlerinde de mağlup olacaklar ve Türk ekonomisi yerli ve milli çizgideki gücünü küresel pazara taşıyacaktır.
5-Yeni Dünyanın Enerji Dağıtım Merkezi Olan Ülkemizi Pay Dağıtan Değil, Seyreden Konumuna Sürükleyeceklerdi
Malum olduğu üzere, ülkemiz dünyanın enerji dağıtım merkezi olma niteliklerine haizdir. Enerji kaynağı olmayan Avrupa’nın en uygun fiyata enerji alabileceği hatlar ya halihazırda Türkiye üzerinden geçmektedir ya da Türkiye üzerinden geçecek şekilde inşa edilmek zorundadır. Bu geçişin fiyatlaması ülkeye kimin liderlik ettiğiyle doğrudan alakalıdır. Ülkenin yerli ve milli hükümetinin misal 100 liraya fiyatlayacağı petrol veya doğalgazı, küresel güçlerin taşeronu olan bir hükümet 10 liraya fiyatlayabilir. Aradaki devasa fark büyük Türkiye ile uşak zihniyet arasındaki farktır. Bunun uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin elini ne kadar güçlendireceğini veya ne kadar zayıflatacağını bir düşününüz! Türkiye’nin küresel ve bölgesel meselelerde pazarlık gücünün ne olabileceğini, yahut elinden neleri kaçıracağını hesaplayınız! 15 Temmuz’da hainler başarılı olsalardı, iş başına gelecek olan gayrı yerli ve gayri milli hükümet tüm avantajları küresel güçlere teslim edecekti. Bu, Türkiye’yi teslim etmekten farksız olacaktı. Kimlerin teslim alacağını anlamak için çok şey bilmeye ve çok şey demeye gerek yoktur; sadece İncirlik Üssü’nden havalanan NATO uçaklarının darbecilerin kullandığı F16’lara yakıt ikmali yaptıklarını hatırlamak yeterli olacaktır.
6-Kendi İradesiyle Karar Alıp Diplomatik Ataklar Yapan Türk Hariciyesini Üst Aklın Uşağı Haline Getireceklerdi
Monşerlik sonrası Türk Hariciyesi, uluslararası kurumlar ve uluslararası toplum denilen ne olduğu belirsiz ahlaksızlık abidelerinin iki yüzlü, çifte standartçı, yalancı ve sahtekar tavır ve davranışlarına rest çekmeye başladığından beri, uluslararası ilişkilerde yalnızlaştırılmaya başlamıştır. Darbe girişiminin seyri belli oluncaya kadar, yani darbecilerin mağlubiyet emareleri görülünceye kadar hiç bir Batılı ülke Türkiye’nin yanında yer aldığını ve darbeye karşı olduğunu beyan etmemiştir. O kadar ki, bazıları bilgisayar oyunu oynandığını zannettiklerini söyleyecek kadar densizleşmişlerdir. Halbuki biz Pokemon değil vatan haini kovalıyorduk; yani onların piyonlarını ve uşaklarını.
Darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasından sonra, çoğu yarım ağızla olmak üzere, Türkiye’nin yanında olduklarını ifade eden Batılı ülkeler, darbeci vatan hainlerinin hukuk karşısına çıkarılması süreçlerinde her gün yeni bir demokrasi, özgürlük ve insan hakları soytarılığına soyunmaktadır. Darbecilerin avukatlığını yapmakta, içişlerimize müdahale etme cüreti göstermeye yeltenmekte, teröristlere arka çıkmakta, kendi ülkelerindeki teröristlere yardım ve yataklık yapmaktalar. Bu durum, darbeyi gerçekte kimlerin yaptırdığı, eğer başarsalardı ipleri asıl kimlerin ele alacağı ve böylece Türk dış politikasının kimlere hizmet edeceği konusunda sanırım herkese bir fikir vermektedir. Bu süreçte her türlü oyunu boşa çıkaran Türkiye, gerek bölgesel gerekse küresel ölçekte bir umut olarak diplomatik, jeopolitik ve jeoekonomik sorunların onsuz çözülemeyeceği bir konuma yükselmiştir.
7-Kendi İradesiyle Karar Alıp Harekat Yapan Türk Milli Savunmasını NATO’ya Emir Eri Yapacaklardı
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk savaşlı toprak kazanımımız Kıbrıs Barış Harekatı’nda olmuştur. Başbakan Ecevit’in karşı çıkmasına rağmen, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, onun İngiltere’de olduğu zamanlarda müdahale kararı vermiş ve Kıbrıs yeniden Türk yurdu olmuştu. O günden sonra ordu Cumhuriyet tarihinde ikinci defa Fırat Kalkanı Operasyonu ile 1974’te olduğu gibi, yine egemen güçlere rest çekerek büyük bir harekat gerçekleştirmiştir. Bölgenin barış ve huzuru bu harekat ve ardından gelen Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatlarıyla sağlanmıştır. Keza, Irak’ta PKK terörü örgütüne karşı yürütülen Pençe Kartal ve Pençe Kaplan operasyonları da bunların devamı niteliğindedir. Tüm bunlar kendi irademizle yapılmaktadır. Daha yeni yaptığımız İdlib ziyaretinde bunu en açık bir şekilde gördük. 15 Temmuz gecesi sınırlarımıza konuşlandırılan terör gruplarının, eğer başarsalardı güneydoğu topraklarımızda, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde neler yapacaklarını ve oralardaki askeri varlığımızın akıbetinin ne olacağını sanırım herkes tahmin edebilir. Milli savunma kararı artık sadece Ankara’da alınmaktadır. İşte 15 Temmuz’da son verilmek istenen şeylerden biri de buydu.
8-Küresel Silah Tüccarlarının Ağından Kurtulan Türk Savunma Sanayiini Yeniden Küresel Kan Emicilerin Acentesi Haline Getireceklerdi
Bilindiği üzere, 18 yıl önce savunma sanayiimizin yüzde 20 kadarı yerli üretimdi. Şimdi, bu oran yüzde 70’e yaklaşmıştır. Türkiye gün be gün küresel güçlerin müşterisi olma, onların kapısına gitme mecburiyetini sonlandırmaktadır. Gerçek bağımsızlık budur. Türkiye’nin hem kendi savunma ihtiyaçlarını karşılayacak üretimde bulunması hem de savunma sanayii ürünlerini ihraç etmeye başlaması, yani silah baronlarının pazarlarını daraltması ve bununla büyüyen milli ekonomiyi daha da büyütmesi “bağımlı Türkiye mahallesinin” 15 Temmuz saldırısının ilk saatlerinde neden sessiz kaldığına da açık bir telmihte bulunmaktadır. Bu durum aynı zamanda, eğer muvaffak olsalardı, 15 Temmuz sonrasında milli savunma sanayiimizin başına neler geleceğinin de bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
9-F. Gülen'i Manevi Lider Olarak Türkiye'nin En Başına Getirip Müslüman İradeyi Teslim Alacaklardı
FETÖ elebaşı, kendisini Mesih kabul eder. Böyle bir sapık inanca sadece kendisi değil, hizbinin çatı katındaki herkes sahiptir. Bunların böyle olup olmadıklarını Küçük Dünyam isimli kendi hayatını anlattığı söyleşi kitabında okuyabilirsiniz.
Ehli Sünnet bu toprakların özüdür. Bu toprakları bize vatan yapan Ehli Sünnet yoludur. İşte, FETÖ’nün arkasındaki güç, onu tam da buraya, Ehli Sünnet’in kalbine saldırttı. Başarılı olsalardı, F. Gülen, dini lider olarak “Ankara’ya inecekti” ve onu havaalanında, atadıkları “Genelkurmay Başkanı karşılayacaktı”. Böylece icat ettikleri paralel din, Türkiye’nin resmi dini haline getirilecekti. Sünnisi, Alevisi, Caferisi, Hristiyanı, Yahudisi, Ezidisi, deisti, ateisti ve agnostiğiyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu dinle karşı karşıya kalacaklardı. Lakin, paralel devlet ve paralel din uydurdular ama paralel millet uyduramadıkları için millet onlara gereken cevabı verdi.
10-Milli İradenin Temsilcisi, Tam Bağımsız Türkiye'nin Dirayetli ve Meşru Hükümetini Devirip AB ve ABD'nin Piyonu Kukla Hükümetler Kuracaklardı
Açıktır ki; AB ve ABD kendi rayında bir Türkiye istiyor. Türkiye ise son yıllarda onların rotalarını parçalamıştır. Bu, hem Türk milletinin hem de Türk devletinin kararı ve iradesidir. Türkiye kendi istikbal ve istiklalini kendi çizdiği ufuklarda aramaktadır. Hükümetlerin kararlılığı ve alternatifli dış politika stratejileri Avrupa ve Amerika’nın dış politika stratejileriyle ve hususi bölgemizdeki yani Merkezi Dünya’daki stratejileriyle çelişmektedir. Ne güzel ki, her defasında Türkiye olarak engel teşkil etmekteyiz. 15 Temmuz gecesi “taraflara itidal tavsiye etmeleri” -hangi taraflarsa artık- aradan geçen bunca zamana rağmen samimi bir açıklama yapmamış olmaları ve uzun süre geçmiş olsun ziyaretine gelmemiş olmaları, aslında ne tarafta durduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu yüzden her türlü Erdoğan’dan kurtulma planının içinde yer almakta ve hükümeti zayıflatıcı, zor durumda bırakıcı ne varsa, terör örgütleri dahil, ona destek olmaktalardır. Bunu yapmak için de ne kadar yalan, iftira, ikiyüzlülük, çifte standart, çarpıtma ve saptırma varsa onu silah olarak kullanmaktalar. Onlara rest çeken, meydan okuyan, yaptıkları ne kadar ahlak ve vicdan dışı iş varsa yüzlerine vuran bir hükümet değil; “tamam efendimci”, “kul köle olucu” bir hükümet istemekteler ve 15 Temmuz hıyanetini başarsalardı tam da arzuladıkları gibi bir hükümet kurmuş olacaklardı. Bu, aynı zamanda proxy demokrasi demek olacaktı. Bu olmadı, olamaz ve asla olmayacak. Büyük Türkiye’nin her zaman dik duruşlu, dirayetli ve sadece milletine hizmet eden, sadece milletinden emir alan hükümetleri olacaktır.
15 Temmuz’da bütün mesele, tam bağımsız bir ülke yolunda hızla ilerleyen Türkiye’nin yolunu ve nefesini kesmekti. Türkiye’nin tam egemen bir ülke haline gelirken kara, hava, deniz, uzay ve siber uzay hakimiyetlerini de tam olarak sağlaması hainlerin efendilerini tek tek düşürmek demekti. Vatanın can damarını kesmelerine ramak kalmıştı ki; milletiyle, devletiyle, lideriyle, başkomutanıyla, gerçek silahlı kuvvetleriyle ve silahsız kuvvetleriyle Türkiye ayağa kalktı ve ülkesini, devletini, maliyesini, ekonomisini, hariciyesini, milli savunmasını, savunma sanayini, dinini ve milli iradesini kurtardı.