Kriter > Söyleşi |

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Türkiye İçin En Rasyonel Model


AK Parti Genel Sekreteri Abdulhamit Gül Kriter'e konuştu:"Yeni sistemde bir bakanın yaptığı bir yanlıştan dolayı millet cumhurbaşkanını hesaba çekecek ya da sorgulayacak."

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Türkiye İçin En Rasyonel Model

AK Parti’nin MHP ile yürüttüğü müzakereler neticesinde son şeklini verdiği Cumhurbaşkanlığı sistemine ilişkin Anayasa değişikliği teklifi, TBMM Başkanlığına sunuldu. Yasama, yürütme ve yargıya dair önemli değişiklikler içeren teklif, Anayasa Komisyonunda kabul edildi. TBMM Genel Kuruluna gelecek olan Anayasa değişikliği teklifinin siyasi rasyonalitesini ve hukuki meşruiyet çerçevesini AK Parti Genel Sekreteri Abdulhamit Gül’le konuştuk.

SÖYLEŞİ: NEBİ MİŞ

AK Parti’nin Cumhurbaşkanlığı sistemini içeren Anayasa değişikliği teklifi Meclise geldi. Anayasa Komisyonu’nda genel görüşmeler tamamlandı, şu anda maddeler üzerinde görüşülüyor. Meclise sunduğunuz Cumhurbaşkanlığı sistemi tasarımı için hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz?

Anayasa teklifimizde Türkiye’deki hükümet sisteminin yeni, rasyonel bir hali yer almaktadır. Özellikle koalisyon hükümetleri ile Türkiye’nin içine sürüklendiği kriz atmosferini de sona erdirecek bir tablo için çalışıyoruz. Bunun örneklerini de Güneş Motel olayında, 28 Şubat döneminde birçok evrede kısacası siyasal hayatımızda çokça yaşamıştık. Aslında Türkiye’de Menderes’li, Özal’lı, Erdoğan’lı dönemlerin dışında yani karizmatik liderlerin olduğu dönemlerin dışında koalisyon hükümetleriyle birlikte yaşanan krizlerin olduğu aşikardır. Gerek hukuk aleminde gerekse siyasi alanda “Acaba hükümet ne zaman sona erer?”, “Güvenoyu alabilir mi?”, “Kaç ay devam edecek?” soruları herkesin zihnini meşgul etmiş meselelerdir.

Buradan bakıldığında özellikle son zamanlarda, “AK Parti 14 yıldır tek başına iktidar. Neden böyle bir sisteme ihtiyaç duyuyorsunuz? Aslında parlamenter sistemlerde de tek başına iktidar mümkün. O yüzden istikrar diye öne sürdüğünüz gerekçe parlamenter sistemde de sağlanabiliyor” şeklinde eleştiriler mevcut. Tam da bu noktada bizim AK Parti olarak önerdiğimiz sistemin misyonu ya da felsefesi ortaya çıkıyor. Türkiye’deki mevcut sistem sadece karizmatik lider istisnalarında istikrar sağlamış bir sistem. Diyoruz ki AK Parti’li dönemler ya da şahıs endeksli hükümet modeli değil de isimlerden farklı olarak, kim olursa olsun, karizmatik lider olmasa bile önerdiğimiz sistem kriz üretmez. Dolayısıyla bizim Cumhurbaşkanlığı sistemindeki amacımız Türkiye’de siyaset baskılanmasının, vesayet aygıtları aracılığıyla gerçekleşen hükümet krizlerinin artık ortadan kaldırılması, hükümetin millet tarafından kurulması ve inşa edilmesidir. Burada esas itibarıyla hükümet krizlerinin rejim ve sistem krizine dönüşmemesi amaçlanıyor. Sistem önerimiz istikrar sağlamayı ve yürütmedeki çift başlılığın ortadan kaldırılmasını hedefliyor.

Teklifte Türkiye’ye Özgü Birçok Öneri Var

Cumhurbaşkanlığı sistemi isminin kullanılmasının sebepleri nedir?

Dünyada demokratik sistemler başkanlık sistemi, parlamenter sistem ve yarı başkanlık şeklinde tasnif edilebilir. Aslında burada sizin de ifade ettiğiniz gibi baktığınızda teklifimizin içerik itibarıyla başkanlık sistemiyle ilgili bir model olduğu söylenecektir. Cumhurbaşkanlığı sistemi dememizin temel sebebi de Türkiye’de Cumhurbaşkanının “cumhur”un başı olması ve özellikle 2007 referandumundan sonra anayasal olarak, 2014’ten sonra da fiilen cumhurun kendisinin seçtiği bir Cumhurbaşkanlığı modeli bulunmasıdır. Bir anlamda hem içerik hem de muhteva itibarıyla cumhur ile başkanın birleştiği bir sembol olması, cumhurun özellikle 15 Temmuz sürecinde gördüğümüz gibi başkanla olan irtibatı, ayrıca devlet tecrübesi ve ülkede yaşanan deneyimler dikkate alınarak Türkiye’nin daha fazla kabul edebileceği, geleneğine daha uygun bir isim olması gerektiği düşünüldü. Bu nedenle de Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak ifade edildi. Zaten teklifte Türkiye’ye özgü birçok öneri de var. Türk tipi derken evrensel değerlerden kopuş anlamında değil tamamıyla daha demokratik bir temsili öngören bir modelimiz var. Ama burada isim olarak Cumhurbaşkanlığı sistemi şeklinde bir teklif tercih edildi.

Bu teklifle önerilen sistemin AK Parti ile MHP’nin uzlaşısıyla ortaya çıktığını, ardından AK Parti’nin bunu Meclise sunduğunu görüyoruz. AK Parti ve MHP arasında Cumhurbaşkanlığı sistemi müzakerelerinde görüş ayrılıkları oldu mu?

Bu konuda bir mutabakat söz konusuydu. İsim itibarıyla Cumhurbaşkanlığının seçilmesinde, başkan dediğimizde neredeyse her yer ve her ortamda bir başkanla muhatap olunurken Cumhurbaşkanının tek bir kişi olması sebebiyle esasen bir uyumsuzluk olmadı. Metin ve içerik itibarıyla MHP ile bazı fikir ayrılıklarımız vardı ancak bu son tahlilde bir uzlaşma metni olduğu için ana çerçeve ve ana içeriği koruyarak her iki parti bir mutabakat metni ortaya koymuş oldu.

Önerimizde Sert Kuvvetler Ayrılığı Hakim

Bu teklifle yasamanın yürütme karşısında fonksiyonunun azaldığına yönelik tartışmalara ilişkin görüşlerinizi merak ediyorum.

Bu konuyla ilgili kamuoyu tartışmalarında sanki, “Tek adamlık inşa ediliyor, bir kişiye yönelik olan geçici bir düzenleme yapılıyor, Parlamento ortadan kaldırılıyor, milletvekilleri artık seçilmeyecek” gibi farklı eleştiriler dile getiriliyor. Bunların hiçbirisi doğru değil. Bizim önerdiğimiz sistemde sert kuvvetler ayrılığı hakimdir. Şu anki sistemde olduğu gibi yumuşak kuvvetler ayrılığı değil de katı kuvvetler ayrılığı söz konusudur. Aslında şu anda yasamanın içerisinden çıkan bir yürütme var. Yıllar önce Özal’ın da söylediği gibi, “Ben istersem Parlamentoyu istediğim gibi yönetirim, istediğim şekilde yasamayı dizayn edebilirim.” 20. dönemden itibaren çıkarılan tüm yasalara bakıldığında yüzde 89 civarında kanunun tasarıyla geldiği görülmekte. Yani hükümet bir tasarı getiriyor ve Meclis onu kabul ediyor. Bu parlamenter sistemde 276’yı bulan iktidar partisi muhalefete ihtiyaç duymadan her türlü yasama fonksiyonunu yerine getirebilir. Aslında şu anda biz kuvvetlerin yürütmede birleştiği bir modeli uyguluyoruz parlamenter sistemde; kanunu milletvekili çıkarmaz, hükümetten gelir. Bu anlamda gensoru dediğimiz müessese parlamenter tarihte iki ya da üç örnekle sınırlı olmuş ve hiçbir şekilde denetim mekanizması olarak görülmemiş. Çünkü 276’yı elinde bulunduran hükümet kendisiyle ilgili bir gensoruya asla müsaade etmiyor. 

Getirilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi önerimizde yasama önceliği milletvekiline, parlamentoya verilmekte. Yürütmenin hiçbir şekilde yasama teklifi söz konusu değildir. Kanunları milletvekilleri çıkarıyor. Yani şu anki parlamenter sistemde var olan tasarıyı ortadan kaldırıyoruz. Sadece milletvekilleri yasama faaliyeti yapabilmektedir. Yani kanun teklif etme yetkisi milletvekilinin. Yine milletvekili seçimleri beş yılda bir, Cumhurbaşkanı seçimiyle aynı anda yapılacak.

Tarihi ve Rasyonel Bir Model 

Teklifte öne çıkan hususlardan birisi de Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin eş zamanlı olarak yapılması. Eş zamanlı modeli tasarlarken temel gerekçeniz neydi? Eş zamanlı seçimlerin denge ve denetim mekanizması açısından sorun yaratacağına dair eleştirilere nasıl cevap verirsiniz?

Orada eş zamanlı olunca seçmen iradesinin her iki seçimde aynı şekilde tecelli edeceği yönünde bir kabul söz konusu ama bunun farklı örnekleri de var.

Getirdiğiniz teklifte seçimlerin eş zamanlı olarak öngörülmesinde, Türk siyasi hayatında örneğine çok rastladığımız, yürütme ile yasama arasında oluşacak muhtemel krizleri önlemeye yönelik bir düşüncenin etkin olduğu hissediliyor.

Şüphesiz. Bu konu yine hükümet sistemlerinin önümüze getirdiği bazı sorunların çözümüne yönelik gerçekten rasyonel bir model olarak, Türk tipi ya da Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dediğimiz model çok rasyonelleşmiş bir tekliftir. Özellikle ABD’de neredeyse son 50 yıldır iki konu tartışılıyor; biri eş zamanlı seçim, diğeri seçimdeki kuvvetin birbirini dengelemesi için seçimlerin karşılıklı yenilenmesi. Bu iki model tartışılıyor çünkü ABD özelinde bakıldığında gerek bütçenin reddi gerekse birtakım yasama faaliyetlerinde yürütme ile yasama arasında kriz ortaya çıktığında ve bu kriz devlet krizine dönüştüğünde bu mesele nasıl çözülecek sorusuna bir cevap bulunamıyor.

Getirdiğimiz teklifte ise beş yıl yürütmeye ya da yasamaya tahammül eden seçmenin bir hükümet krizi olması halinde bu tıkanıklığın nasıl çözüleceğine yönelik korkusu, eş zamanlı seçim teklifimizle uyumsuzlukları çatışmaya dönüşmeden engelleyen çok tarihi ve rasyonel bir model ile gideriliyor. Burada da seçmen isterse aynı zamanda denge-denetim unsuru da söz konusu. Bunu 1999 seçimlerinde de gördük, yerel seçimler ile genel seçimlerin aynı olduğu takvimlerde ya da 7 Haziran örneğinde... Seçmenin burada bir şekilde, krize sebebiyet vermeden nasıl bir iradesi tecelli ettiyse yürütmeyi de, yasamayı da aynı gün, aynı iradeyi ortaya koyacak şekilde bir düzenleme öneriyoruz.

Dolayısıyla yasamanın da, yürütmenin de güçlü olduğu bir model. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeki temel paradigmamız bu. Ve yargının da bağımsız ve tarafsız olduğu bir model. Her kuvvet birbirinden ayrı. Yasama ve yürütme birbirinin güvenine dayanmıyor. Her ikisi birbirini dengeliyor. Yasama da, yürütme de çok güçlü ve hükümeti de milletin vesayetçilere izin vermeksizin kendisinin kurduğu, Meclisi ve yürütmeyi tayin ettiği bir modelden bahsediyoruz.

Sistemin En Güçlü Yanı Denge-Denetim             

Eş zamanlı olmasının ötesinde bir de seçimlerin yenilenmesiyle ilgili benzer bir tartışma var. Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine yönelik daha kolay karar verebilirken, Meclisin seçimlerin yenilenmesine karar vermesinin nitelikli çoğunluk üzerinden öngörülmesi hususu çeşitli eleştirilere neden oluyor. Ayrıca seçimlerin yenilenmesinin çerçevesinin net bir şekilde çizilmediği söyleniyor. Genel olarak seçimlerin karşılıklı olarak yenilenmesine yönelik tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada mevcut Anayasa’nın 116. maddesinde Cumhurbaşkanının Parlamentoyu feshettiği, seçimlere götürdüğü bir düzenleme söz konusu. “Güvenoyu alınamaması”, “hükümetin kurulamaması hallerinde” diye sayılarak böyle bir imkan var. Nitekim 7 Haziran’dan sonra Sayın Cumhurbaşkanı’mız bu hükümet krizini ortadan kaldırmak üzere seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Bizim önerdiğimiz sistemde bir güvenoyu müessesesi olmayacağı için, hükümet sisteminde yasama ile yürütme arasında bir çatışma olması halinde beş yıl buna tahammül etmek zorunda kalan devletin bir krizle karşı karşıya gelebileceği hakkında akademik ve siyasi hayatta çokça tartışma yapıldı. Başkanlık sistemine referansla gündeme gelen bu eleştiriler karşısında gerek ABD gerekse diğer ülkelerde uygulanan başkanlık sistemindeki -hatta anti demokratik uygulamalara neden olan- bir soruna çözüm olarak bu mekanizmayı getirmiş oluyoruz. Nedir? Her iki organ kendi görevinin de sonra erdirilmesi koşuluyla seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyor. Bunu biz fesih olarak nitelendirmiyoruz. Çünkü fesih dediğimiz tek taraflı bir mekanizma ve diğer organı bütün yetkileriyle, bütün gücüyle sona erdirir. Böyle bir şey yok. Giyotin gibi kendi yetkilerini de sona erdirdiği için aslında kontrol, denge-denetim anlamında bu sistemin en güçlü yanlarından birisidir.

Her ne kadar birtakım eleştiriler burada yapılsa bile o eleştirilerin temelsiz olduğu ortada. Sanki Cumhurbaşkanı Meclisi feshediyor! Hayır. Cumhurbaşkanı Meclisin eğer görevini sona erdiriyorsa, seçim kararı alıyorsa kendi görevinin de sona ermesini, kendisinin de seçmen iradesinin karşısına çıkmasını öngörüyor. Dolayısıyla burada asla Meclisin feshi anlamında bir şey ifade edilemez.

Diğer konu beşte üç dediğimiz oranla Meclis Cumhurbaşkanının görev süresini sona erdirebiliyor ve seçime gidebiliyor. Buradaki mesele, bir kriz var ve bizim önerdiğimiz sistemde bu krizi anayasal kurumlar değil de doğrudan egemenliğin kaynağı millet çözsün. Yani hakem millet olsun diyoruz. O yüzden bu sistemi, bu modeli öneriyoruz. Konu seçmene gideceği için de bunun keyfi bir şekilde kullanılması imkansız. Kaldı ki Cumhurbaşkanı Meclisin görevini sona erdirir ve seçim kararı alırsa iki defadan daha fazla seçilemiyor. Dolayısıyla burada bir tek adamlığa, antidemokratik uygulamalara gitme değil bilakis tamamıyla milletin hakemliğine giderek sorunu çözme anlamında ve dengeyi, denetlemeyi sağlayan model öngörüyoruz.

Kararname Yetkisi Yasama Yerine Geçmeyecek

Diğer bir mesele de Cumhurbaşkanının kendi görev alanlarına ilişkin düzenleyici işlem yapma yetkisi. Cumhurbaşkanının kararname çıkarmasıyla ilgili yetkili olduğu husus. Burada çerçevenin geniş tutulduğuna yönelik bir eleştiriyi nasıl cevaplarsınız?

Bu eleştirilerin de hiçbir şekilde dayanağı yok. ABD’de “executive order” diye 1806’dan beri uygulanan bir kararname yetkisi var ve bu yetki orada çok daha geniş bir şekilde kullanılıyor. Başkan kanunları değiştirebiliyor, kanun gücünde kararname çıkarabiliyor.

Bizim önerdiğimiz, Anayasa’nın 104. maddesindeki kararname çıkarma yetkisi asla yasamanın yerine geçip kanun çıkarma anlamındaki bir fonksiyon değildir. Yasama yine kanun faaliyetini yapacaktır. Özellikle de 2012’de önerdiğimiz kararname yetkisinden daha da daraltılmış bir yetki söz konusu. Burada kanunları Meclis çıkaracaktır. Ancak yürütmeye ilişkin Cumhurbaşkanının alması gereken kararlar, çıkarması gereken kararnameler vardır. Şu anda da zaten 105. maddede Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabiliyor. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ni düzenleyen işlemlerle ilgili kararname çıkarılabiliyor, işlemler yapılabiliyor. Her halükarda Bakanlar Kurulu da bu sistemde olmayacağı için, Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı kararnameler, Başbakan’ın çıkardığı birtakım düzenleyici işlemler, hasılı devletin yürütme erkinin kullanmasına yönelik kararnamelere inhisar edilen bir düzenleme söz konusu. Kanunla çelişmesi halinde kanun uygulanıyor. Anayasa ve kanunla düzenlenmesi gereken alanlarda bir kararname çıkarılamıyor.

Mesela geçtiğimiz günlerde bir CHP milletvekili “Vergiler kararnameyle çıkarılacak” diye bir şey söyledi. Asla böyle bir şey söz konusu değil. Anayasa’da 73. maddede vergilerin kanunla çıkarılacağı söyleniyor. Burada Anayasa’da düzenlenmesi gereken konularda çıkaramıyor, yargıya ilişkin düzenlemeler yapamıyor. Yasamanın konusu alanındaki hususlarla ilgili bir kanun değil yürütmeye ilişkin kararnameler. Dolayısıyla yine Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimi de söz konusu. Bu kararnamelerle ilgili “Meclisin kanun çıkarma yetkisi gasp ediliyor” şeklindeki iddiaların hiçbir geçerliliği yoktur. Bu yürütme alanına ilişkin çıkarılması ve düzenlenmesi gereken hususlarla ilgili bir kararname yetkisidir. Bu konudaki eleştirilerin de bir dayanağı bulunmamaktadır.

Teklifte Cumhurbaşkanı ve bakanların yargılanmasıyla ilgili bir düzenleme var; kademeli bir süreç öngörülüyor. Burada önemli hususlardan birisi Cumhurbaşkanının yargılanma sürecinin, “her türlü suçtan” ifadesinin teklifte yer almasıyla, daha kapsamlı ve diğer başkanlık sistemlerine kıyasla daha geniş bir çerçeve içine alınmış olması. Bu düzenlemeyle ilgili tartışmalarda olumlu bir tespit var. Fakat diğer taraftan da bakanların yargılanma sürecinin Cumhurbaşkanının yargılanması ile benzer olduğu ve zorlaştırıldığına yönelik kamuoyunda bir tartışma var. Bu kapsamda düzenlemenin tasarımı nasıl yapıldı ve sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Bu sistem Türkiye için yeni bir hükümet sistemi modelidir. Bu tartışılacaktır; anayasalar dinamik metinlerdir, normlardır. İhtiyaca göre bunların hepsi zaman içerisinde daha olgunlaşarak devam edebilir. Bu konudaki genel düşüncede bakanlar Cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Burada yürütmenin hepsine aynı güvencenin verilmesi, yapılacak işlemlerle ilgili hukuki güvencenin daha sağlam olması, yürütmenin daha aktif ve etkin bir şekilde çalışmalar yapabilmesi düşüncesinden yola çıkıldı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının her zaman atayıp görevden alabileceği bir bakanlık makamı söz konusu olduğu için bu hususta bir hukuki güvencenin benzer şekilde tanınması görüşü ortaya çıktı ve bu şekilde sunuldu.

Yürütmede İstikrar Sağlanacak

Başkanlık sistemlerinde bakanlar sert kuvvetler ayrılığından dolayı aynı zamanda yasamanın bir üyesi olamıyor. Türkiye’deki mevcut sistemde yasama üyesi de olabilen bakanların yasamayla ilişkilerinin tarihsel, siyasal ve kültürel de bir tarafı var. Burada milletvekillerinin bakanlara soru önergesi ya da herhangi denetleyici mekanizma oluşturulmadığı yönündeki eleştirilere ne diyorsunuz?

Mevcut parlamenter sistemde bakanların konumu güvenoyuna dayalı olduğu için bunun hesabını Parlamentoya veriyorlar. Ama bizim önerdiğimiz sistemde bakanlarıyla birlikte Cumhurbaşkanı millete hesap veriyor. Yani bir bakanın yaptığı bir yanlış, hukuka aykırılık ya da milletin beğenmediği bir eylem ve davranıştan dolayı Cumhurbaşkanını millet hesaba çekecek ya da sorgulayacak. Burada bir gensoru müessesesi söz konusu değil. Millete gidildiğinde millet onu yaptıkları ve yapmadıklarından sorumlu tutacak. Dolayısıyla bakanlar için de milletvekillerinin yasama dokunulmazlığından yola çıkarak bu dokunulmazlıktan istifade etmeleri yönünde bir tercih ortaya kondu.

Her iki kuvvette de birbirinden ayrı olması sebebiyle yazılı soruyla denetim, Meclis araştırması ve genel görüşme yoluyla Parlamentonun yürütmeyi denetimi yönünde bir öneri paketimizde söz konusu. Yani burada hükümet istikrarının hedeflenmesinden dolayı gensoruya ihtiyaç duyulmamıştır. Bu modelin en büyük yeniliklerinden birisi istikrarlı bir yürütmeyi sağlaması yani “Güvenoyuyla hükümet acaba beş yıl devam edecek mi?”, “Ne zaman düşürülecek?” gibi milletin muhtemel kaygılarının giderilmesidir. Dolayısıyla hükümet kurulduktan sonra millet istemedikçe farklı bir yola ya da Güneş Motel gibi birtakım ayak oyunlarına, vesayetin dizaynına artık şahit olmayacağız.

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte iki kurum ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi başkan yardımcılığı makamı; bu bir veya birden çok olabiliyor. Burada başkan yardımcılarının seçilip seçilmemesi tartışma konusu. Mevcut teklifte Cumhurbaşkanı, yardımcılarını kararnameyle atıyor. Cumhurbaşkanına vekalet etme süreçlerinde seçilmiş ya da atanmış olmasının muhtemel sıkıntıları tartışılıyor. Sizin bu eleştirilere yönelik cevabınız nedir?

Burada ABD gibi birçok örnekte başkan adayının yardımcısıyla beraber seçmenin karşısına çıktığı bir model söz konusu. Türkiye’de bu sistemin temel merkezinde milletin seçeceği bir Cumhurbaşkanı bulunuyor. Özellikle seçimle gelen başkan yardımcılıklarında, koalisyonlarda seçilmiş başkan yardımcısının “Ben de seçildim, benim de meşruiyetim var” gibi yürütme içerisinde yeni dik başlılıklar ve çatışmaların oluşma ihtimalinin ortadan kalkması amacıyla böyle bir düzenleme getirilmiştir. Esasen şu anda yürütmede Başbakan ve Cumhurbaşkanı söz konusu; yani Bakanlar Kurulu’nun başı olarak Başbakan ve yine Cumhurbaşkanı. Her ikisi de yürütmenin içerisinde. Fakat biz burada yürütmeyi tek merkezde toplayan yani çift başlılığı ortadan kaldıran bir sistem öneriyoruz. Amacımız ise seçimle gelen bir yardımcı da acaba fiilen parlamenter sistem alışkanlığı sebebiyle yürütmede iki başlı sonuca evrilebilir mi diye bir endişe oluşmasın. Çünkü Türkiye’nin bu konuda Başbakanlık anlamında yaşamış olduğu bir tecrübesi var. Bir kişi olsun, vatandaş onu bilsin, tercihini ona göre yapsın. Onun vekalet edeceği, onun belirleyeceği kişi de zaten ona verilen izinle vekillik yapacaktır.

Yargıda Tarihi Evre

Diğer bir mesele de üst kamu görevlilerinin atamalarıyla ilgili. Cumhurbaşkanlığı sisteminde atamaların nasıl olacağı, özellikle HSYK üyelerinin atanmasıyla ilgili çeşitli tartışmalar var. Yani siyasal sistemde yasama, yürütme ve yargı arasında en azından denge ve denetleme bakımından demokratik bir ilişkinin kurulup kurulmadığı şeklinde bir tartışma var. Buna sizin cevaplarınız nelerdir? 

Bu konuda özellikle yargıya yönelik yapılan düzenlemede biz, CHP ve MHP ile beraber HSYK konusunda bir mutabakata varamamıştık. Orada aslında hakim ve savcılar kürsüsünde seçim yapılmasının hakimler ve savcılar arasında kamplaşmaya sebep olduğu yönünde bir görüş birliği olmuştu ancak uzlaşamamıştık. Şimdi MHP ile yapmış olduğumuz bu görüşmelerde bir uzlaşı noktası bulundu. Buna göre HSYK’dan “yüksek” ifadesini çıkarıyoruz ve 22 olan üye sayısını 12’ye indirmeyi teklif ediyoruz. Bunun beşini Cumhurbaşkanı seçiyor, birini Adalet Bakanlığı, altısını da TBMM. Burada çok önemli olan değişiklik artık kürsüde hakim ve savcılar seçimle değil de dosyalarıyla, yargılama faaliyetleriyle uğraşacaklar. Dolayısıyla “Şu hakim bu listeden, o hakim şu listeden” şeklindeki seçim faaliyetini ve yargıda kutuplaşmayı ortadan kaldıran çok tarihi bir adımdır.

Özellikle 2010 referandumunda illegal bir örgüt olan FETÖ’nün buradan sızma yoluyla yargıyı ele geçirdiği durum ortadadır. Bu durum gibi hakimler sınıfı içinde hiçbir örgütün yargıya nüfuz etmemesi, doğrudan milletin iradesinin yargıda temsil edileceği çok tarihi bir yeniliktir. Ayrıca 9. maddede yargıya bağımsızlıkla beraber tarafsızlık ibaresini ekliyoruz.

Bir de HSYK’daki düşüncenin temeli şudur: Yargı Türk milleti adına karar alır. Ama adeta bir yargıçlar devletinde görülecek şekilde, bir meslek dayanışması içerisinde 13 bin hakimin kendi arasında Türkiye’nin kaderini belirleyecek şekilde bir yargı kuvveti oluşturması yerine milletin temsilcilerinin doğrudan yargıyı bu şekilde belirlemesinin daha demokratik olduğunu düşündük. Meşruiyeti millete dayanan bir tercihin, milletin iradesi yansıyacağı düşüncesiyle halk tarafından bir Cumhurbaşkanı seçiliyor ve yarısını o belirliyor. TBMM halk tarafından seçiliyor ve diğer yarısını o belirliyor. Ayrıca orada da şu anki sayıya göre 330 gibi, eğer inşallah geçerse 360 milletvekilinin ittifakının da arandığı, öncesinde de üçte iki ittifakının arandığı daha çoğulcu ve katılımcı bir şekilde millet ve Meclis iradesinin yansıyacağı bir tercih söz konusu. Bu gerçekten yargı faaliyetlerinin tarihi bir evresidir.

Dünya örneklerinde de hakim ve savcıları Adalet Bakanlığının belirlediği Almanya örneği var. Yine Fransa’da cumhurbaşkanının ve diğer ülkelerde parlamentonun etkin olduğu kurullar var. ABD’de HSYK yok. Kurul olan yerlerde daha çok seçilmiş oylanır. Meclis ile Cumhurbaşkanının belirlediği uygulamalar var. Türkiye’de bu önermiş olduğumuz sistemle birlikte milletin iradesi yargıya yansıyacaktır. Hızlı ve etkin karar alınacaktır. Yargı kendi yargılama faaliyetlerine yönelecek ve oradaki hatalarda yine milletin kendisi yargıyı belirleyen iradeyi değiştirmesi halinde oradaki hatalarla ilgili de bir denetim mekanizması olacaktır.

Partiyle İlişkinin Kesilmesi Demokratik Değil

Teklifte dikkat çeken hususlardan birisi de Cumhurbaşkanı ile partisi arasındaki ilişkinin nasıl olacağı. Düzenlemede mevcut Anayasa’daki “Partisiyle ilişkisi kesilir” hükmü kaldırılıyor. Aslında bu konuyu incelediğimizde meclislerin seçtiği Cumhurbaşkanları için bile Venedik kriterlerine göre ilişkisi kesilir gibi bir hüküm yok ama Türkiye’de bu mesele tarafsızlık üzerinden tartışıldı. Sizin Cumhurbaşkanı ve partisi arasındaki ilişkiyle ilgili görüşleriniz nelerdir?

Burada sürekli dillendirdiler; “Tarafsızlık yemini ettiniz, Cumhurbaşkanının bir siyasi partiyle ilişkisi olması düşünülemez” gibi... Esasen Cumhurbaşkanı hiçbir şekilde tarafsız olamaz. Mutlaka kendi düşüncesi vardır. Üstelik 2007 referandumundan sonra, siyasi partilerin önerdiği ve halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı için “Partisiyle ilişiği kesilir” ibaresinin çok demokratik olmadığı aşikar. Türkiye gibi disiplinli partilerin egemen olduğu, böyle bir geleneğin, siyasal kültürün olduğu bir ortamda Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğinin kesilmesi sizin de ifade ettiğiniz gibi parlamenter sistemlerde bile aslında çok görülen bir şey değil. Hemen hemen hiçbir anayasada Cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisi ve hukukunun ne şekilde olacağını düzenleyen bir madde yer almamaktadır. Bu teklifte o konu bir “İlişkisi devam eder” şeklinde de değil tamamıyla siyasal kültüre, seçmen iradesine, o parti ile o kişi arasındaki hukuka ve genel kamuoyunun inisiyatifine, iradesine bırakılan bir düzenlemedir. Bir partiyle ilişiğini sürdürmek isteyen Cumhurbaşkanının bu ilişkiyi sürdürmesine imkan getirmektedir.

Kaldı ki Türkiye’de 1961’e kadar bakıldığında da Cumhurbaşkanının partili olması geleneği Türk siyasal sistemine yabancı değildir. Buradaki tarafsızlık millete, vatandaşa yapmış oldukları kamu hizmetinde tarafsız davranmaktadır. Yoksa bir siyasi parti ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanının ilişkisinin devam etmesi, aslında milletin denetimi açısından demokraside sorumluluk açısından korunması gereken bir ilke. Bir siyasi parti ile ilişiğinin olması o Cumhurbaşkanının taraflı davranacağı anlamına gelmemektedir. Tarafsızlık bir siyasi partiyle ilişkiyi değil yapmış olduğu işlem ve eylemlerde vatandaşına karşı objektif ya da tarafsız davranmasıdır. Dolayısıyla bunun tarafsızlıkla da bağdaştırılması doğru değil.

Anayasa Komisyonu’nda maddelerin görüşülmesine geçildi ve yedek milletvekilliği tekliften çıkarıldı. Bunun gerekçesi neydi?

Yedek milletvekilliği bizim 2012’de de TBMM Uzlaşma Komisyonu’na sunduğumuz bir modeldi. Bu Avrupa’nın birçok bölgesinde de görülen, uygulanan bir yöntem. Buradaki temel kasıt ara seçimlerin ortadan kalkması, istikrarlı bir yönetim için sürekli bir seçim baskısı altında olunmaması. Üyeliklerde bir boşalma olması halinde seçilemeyen diğer üyenin milletvekili olarak Meclise gelmesi yönünde bir düzenlemeydi. Ancak yapılan istişareler neticesinde kamuoyu ve komisyon sürecinde gelen öneriler dikkate alınarak, bu anlamda yedek milletvekilliği hususunun çıkarılmasına karar verildi. Yani 78. maddede herhangi bir değişiklik yapılmayacak. Oradaki belirlenen koşullar gerçekleşirse ara seçimi tekrar mümkün kılan bir düzenleme oldu.

CHP Değişime Direniyor

CHP’nin komisyondaki tutumuna baktığımız zaman aslında genellikle meselenin teknik tarafını konuşmuyor, öneri vermiyor ama engellemeye yönelik olarak sert bir muhalefet yürütüyor. Bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP maalesef değişime direnmeye devam ediyor. Biz burada yürütmenin de yasamanın da millet tarafından seçilmesini yönelik bir öneride bulunuyoruz. Bir kriz halinde milletin hakemliğine gidilebilecek bir sistem önerimiz var. Ama CHP burada halkın önüne ne kadar geç giderse, halkın önüne mümkünse hiç gitmezse daha demokratik bir sistem olacağına inanıyor. Bu aslında CHP’nin ontolojik bir refleksi, her zaman gösterdiği bir tavır. Bunu sürdürmeye devam ediyor. Öne sürdükleri hiçbir şey yok. Mesela bu konuda zaruri gördüğümüz değişiklikleri, önergeleri kendimiz veriyoruz. “Peki ne istiyorsunuz? Nasıl bir model istiyorsunuz? Daha iyi öneriniz nelerdir?” diye sorulduğunda, hem Anayasa değişikliği hem de komisyon aşamasında hiçbir katkıları yok. Klasik “istemezük” tavrıyla, “Her şeye karşıyız” yaklaşımı içine giriyorlar. Getirdikleri tek somut şey de “Cumhurbaşkanını halk seçmesin, yine Parlamento seçsin. Yani Cumhuriyet'ten, halktan korkan, çekinen bir yaklaşım ve tutum içerisindeler.

İyileştirici bir teklifle gelseler AK Parti ve MHP bunu değerlendirmeye alır.

Şüphesiz dikkate alır. Ama bu konuda herhangi bir önerileri olmadı. CHP milletvekillerinin getirdikleri şey “Yemin ettiğiniz Anayasa’yı nasıl değiştiriyorsunuz?” Yemin ettiğimiz o Anayasa’nın 175. maddesinde zaten Anayasa’nın nasıl değiştirileceği yazılı. Yani yemin ettiğimiz Anayasa bana millet adına o değişikliği yapabilecek yetkiyi verirken CHP böyle bir şeyi dogmatik bir yaklaşımla sosyolojik değişimin hukuk değişimine yansımasına karşı çıkıyor. Yapıcı ve siyasetin sorunları çözücü yaklaşımından öte daha muhafazakar ve dogmatik bir yaklaşım içerisindeler. Bazen onların konuşmalarını dinleyince “Bunlar hangi tekliften bahsediyorlar” diyerek ben bile ürküyorum. Bizim teklifle hiçbir alakası olmayan, kendi kafalarında kurdukları bir şeyden bahsediyorlar. Daha bizim teklif Meclise sunulmadan “Tek adamlık geliyor” diye eleştiride bulundular. Teklifimizi görmeden yaptıkları eleştirileri tekrar ediyorlar.

Benim izlediğim kadarıyla CHP’de bunun referanduma gitmesi durumunda zaten halkın bunu kabul edeceğine yönelik bir korku var. Yani halka karşı bir güvensizlik söz konusu. 

Bu CHP’nin geleneksel bir refleksi aslında. Burada da HDP ile beraber hareket ediyorlar, muhalefetlerini HDP ile beraber yapıyorlar. Genel olarak tarzları da “Halk bu yetkiyi kullanmasın” şeklinde bir itiraz. Biz “Yürütme Parlamento içinden değil de doğrudan halk tarafından seçilsin, yasamayı da halk seçsin” diyoruz. CHP buna karşı çıkıyor. Bunu hiçbir tutarlı tarafı yok. Tutumları CHP-HDP bloklaşmasıyla bizim bu hükümet sistemine yönelik önerimize karşı çıkmaya devam etmek oluyor.

HDP ve CHP’nin buradaki karşı duruşu söylem birliği üzerinden aynı hareketlerle mi bloke etmek oluyor? 

Evet. HDP’li olduğunu bilmediğiniz metni okuyun, isimleri çıkarın, HDP ve CHP’nin söylediklerinin aynı olduğunu görürsünüz. Komisyon çalışmalarında da ortak dil ve söylemle karşı çıkışı birlikte yapıyorlar.

Fire Olmadan Meclisten Geçireceğiz

Teklif, Komisyon süreci tamamlandıktan sonra TBMM Genel Kurulu’na gelecek. Bunun referanduma gitmesiyle alakalı zihninizde bir takvim var mı?

Hukuken Genel Kurul’da kabul edildikten 60 gün sonra referandum oluyor. Bu Genel Kurul takvimi, Komisyon takvimi müzakerelerin yapılmasıyla ilgili bir konu. Dolayısıyla burada statik bir tarih vermek zor. Bu Komisyon ve Genel Kurul çalışmalarından sonraki durumda ancak söylenebilecek bir konu.

Mecliste fire ihtimaliyle ilgili bir endişeniz var mı?

CHP’nin bir endişesi var; bu milletin önüne gidecek endişesi. Bizim bu konuda 316 milletvekilimizle ilgili hiçbir bir endişemiz yok. Tüm milletvekillerimiz bunun altına imza atıp Meclise sundular. Bu önerimiz 2012’de de gerek toplum gerek siyaset gerekse akademinin tüm kesimleri dikkate alınarak ortaya konulmuştu. O zaman da AK Parti bütün seçimlerde, “Bizim önerimiz budur” diye çıktı.

Bütün milletvekillerimiz bunu biliyor. MHP ile uzlaşarak yaptığımız birtakım değişiklikler de var ama bu AK Parti’nin öteden beri savunduğu bir metin. Dolayısıyla hiçbir fire olmaksızın 316 arkadaşımızla biz bu teklifimizin Meclisten geçmesi konusunda gerekli her türlü gayreti göstereceğiz. Son tahlilde kararı millet verecek.

Halkın da kabul edeceğine yönelik bir beklentiniz var.

Bu zaten halkın beklentisi. Biz demokrasinin bütün imkanları ve kurumlarıyla kurumsallaşması anlamında çok tarihi bir teklifle geldik milletin karşısına. “Ey millet! Menderes, Özal, Erdoğan gibi kişiler olmasa da senden başka hiç kimse egemen olmayacak! Bu ülkede senin iraden hakim olacak. Senin egemenliğinden başka hiçbir irade, bürokratik vesayet, karanlık odak bu iradene ortak olmayacak!” diyerek bir sistem önerisinde bulunuyoruz. Bu yüzden çok tarihi bir öneridir. Milletimizin de beklediği, arzu ettiği bir hükümet sistemidir.

Bu AK Parti ile başlayan bir tartışma da değil. Bunu rahmetli Türkeş “Tek Meclis, tek başkan” diyerek tartışmış. Milli Nizam Partisi’nin seçim beyannamesinde var. Milli Selamet Partisi’nde var. Özal tartışmış. Akademi dünyasında yaklaşık 50-60 yıldır tartışılmış. 61 Anayasası yapılırken bile tartışılmış belli çevrelerde. Çok partili hayata geçildikten sonra Türkiye’de konuşulan bir mesele. Ama herkes gücü eline geçirince ya imkan bulamamış ya da nasıl olsa güç bende diye düşünmüş. Şimdiki farklılık şu: Cumhurbaşkanı şu an her türlü yetkiye sahip ama sorumsuz olduğu halde, AK Parti kendisi için değil bir sistem olarak baktığı için, biz en güçlü olduğumuz zamanda böyle bir öneriyle milletin karşısına çıkıyoruz. Çünkü partiler de fanidir ama biz Türkiye’nin bekası anlamında bir paradigma ile demokrasinin kurumsallaşması ve kalıcı olmasıyla alakalı bir öneriyle geliyoruz. Tüm bu taleplerimiz, milletimiz tarafından beklenen bir taleplerdir.

AK Parti olarak bizim zaten toplumun talebini siyasetin merkezine taşıma iddiamız ve felsefemiz var. Bu milletin talebi ve beklentisi olduğu için bunu getiriyoruz. Asıl olan tabii ki baştan sona yeni bir anayasa yapmaktır ama buna şu anda sayısal olarak da imkanımız yok. Bu arzumuz, milletin bu talebi diri bir şekilde durmaktadır. Ama şu anda bu mevcut sistemden kaynaklı sorunu çözmeye yönelik çok tarihi bir öneri. Ben bu öneriye de milletimiz tarafından destek verileceğine inanıyorum. Referandumdan da başarılı bir şekilde geçeceğine inanıyorum.

2019’a kadar bir hazırlık süreci ile en azından öncelikli kanunların dönüştürülmesine yönelik bir geçiş öngörüyorsunuz sanırım.

Hükümet sistemi değişikliğine yönelik bu öneride uyum yasalarının çıkması, bürokrasinin buna uyum göstermesi, bu anlamda da çok daha sağlıklı bir süreçle bu geçişin sağlanması amacıyla geçiş hükümleri de konuldu. 2019’a kadar hem mevzuat çalışmalarının yapılması hem de buna yönelik ilgili ikincil mevzuatların da hazırlanması anlamında bir süre öngörüldü. Bunların yürürlüğe girişi de 2019’a bırakıldı ama hazırlıklar hemen yapılacak. Dolayısıyla en azından sisteme geçilince tüm Türkiye kurumları ve mevzuatıyla bu sisteme hazır bir hale gelmiş olacak. Aslında milletimiz hazır, sadece işin mevzuatı eksikti. O da bu Anayasa ile gerçekleştirilmiş olacak. İnşallah sorunsuz şekilde de geçirilmiş olur.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası