15 Temmuz kanlı darbe girişimi, devlet içinde yuvalanan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı için oluşturduğu tehdidi gün yüzüne çıkararak, devletin bekası meselesini kamuoyunun en çok tartıştığı konulardan biri haline getirdi. Modern Türkiye tarihinde başka bir örneği bulunmayan, kullandığı metotlarla yeni nesil terör örgütlerinden bile köklü biçimde ayrışan FETÖ’nün 15 Temmuz’da ordu içindeki mensuplarını kullanarak seçilmiş meşru hükümeti devirmeye kalkışması örgüte karşı alınması gereken tedbirlerin ertelenemez bir noktada olduğunu açık bir biçimde gösterdi.
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi, sorgulanması teklif dahi edilemeyen örgüt liderinin aklını devlet mekanizmasına tamamen hakim kılma hedefi nedeniyle 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi illegal müdahalelerden ayrışmaktadır. Modern devlet otoritesini bağımsız bir akılla temsil etmesi gereken askeri ve sivil bürokrasinin, FETÖ asabiyesi tarafından rehin alınmaya çalışılması ve bunun bir dereceye kadar gerçekleştirilmiş olması, karşı karşıya kaldığımız tehdidin büyüklüğüne işaret etmektedir.
Yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi pahasına bastırılan darbe girişimi, devletin varlığını içeriden tehdit eden FETÖ’nün nasıl bertaraf edileceği meselesini gündemin ilk sırasına taşımıştır. On yıllardır kullandığı gizli yöntemlerle devlet bünyesindeki hemen hemen bütün kademelere sirayet eden örgütün tasfiye edilebilmesi amacıyla 20 Temmuz 2016’da olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmiştir.
Başbakan Binali Yıldırım, “Devlet millete değil kendisine olağanüstü hal ilan etmiştir” ifadesiyle OHAL’in gerekçesini açık bir biçimde ortaya koyarak devletin kendisini koruma refleksinin altını çizmiştir. 20 Ocak 2017 tarihinde yedinci ayına giren OHAL kapsamında yaklaşık 43 bin kişi FETÖ’den tutuklanırken, yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve üniversiteler başta olmak üzere 93 bin civarında kamu görevlisi devletten ihraç edilmiştir.
FETÖ İddianameleri
15 Temmuz’dan günümüze kadar geçen sürece bakıldığında örgüte yönelik soruşturmaların hızlı bir biçimde yargı aşamasına intikal ettiği görülmektedir. Bu çerçevede başta darbeye iştirak eden askerler olmak üzere FETÖ mensuplarına yönelik İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Antalya, Sakarya, Çorum, Zonguldak ve Tokat gibi pek çok ilde iddianame hazırlanmıştır. FETÖ iddianameleri incelendiğinde örgüt mensuplarına “anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs”, “Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile TBMM’yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs”, “silahlı terör örgütüne üye olmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek”, “kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek” ve “özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” gibi suçlar isnat edilmektedir.
Savcılık makamlarınca hazırlanan bu iddianamelerde FETÖ’nün tarihi, amaç, hedef ve eylemleri detaylı bir biçimde irdelenmiştir. Örneğin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen çatı iddianamede, “Devletin, gizli bir örgütün eline geçmesini acziyet içinde seyretmesi beklenemez” ifadelerine yer verilerek FETÖ tehdidinin büyüklüğüne işaret edilmiştir. Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede ise örgütün sızdığı güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkisinin bulunmasının örgütün askeri eğilimini göstermesi bakımından önemli olduğu ifade edilmiştir.
FETÖ soruşturmalarının en önemli ayağını, MİT tarafından deşifre edilen örgütün kriptolu yazışma sistemi Bylock oluşturmaktadır. 21 Ocak 2017’de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nun, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) çalışanı 26 şüpheli hakkında hazırladığı iddianamede Bylock hakkında şu ana kadar yapılan çalışmalarla ilgili detaylı bilgiler verilmiştir.
Bylock’un örgüt üyeleri tarafından 17-25 Aralık sürecinden sonra kullanılmaya başlandığının belirtildiği iddianamede, kriptolu programın 215 bin 92 kullanıcısı olduğu, bunlardan 184 bin 298 üyesinin tespit edilebildiği ifade edilmiştir. Örgüt üyeleri tarafından Bylock’ta toplam 31 bin 886 grup kurulduğu, atılan 17,2 milyon mesajdan 15,5 milyonun içeriğinin çözümlendiği belirtilmiştir. Bylock üzerinden gönderilen 3,1 milyon e-postanın ancak 2,3 milyon kadarının içeriğinin deşifre edildiği iddianamede yer alan bir diğer husus olurken, 60 bin 473 kişinin Bylock üzerinden en az bir kez mesaj attığı ya da mesaj aldığı vurgulanmıştır. Bütün bu rakamlar göz önüne alındığında örgütün ne denli büyük olduğu ve istihbarat örgütlerini aratmayacak düzeyde gizli ve sistematik hareket ettiği anlaşılmaktadır. Bylock üzerinde yapılan çalışmalar derinleştikçe örgütün büyük oranda deşifre edileceğini tahmin etmek zor değildir.
Mücadelenin Yurt İçi ve Yurt Dışı Ayağı
15 Temmuz sonrasında bu örgütle mücadelede devletin elini güçlendiren en önemli faktör, siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarına toplumu temsil eden bütün aktörlerin, FETÖ’nün devletin varlığını tehdit eden bir terör örgütü olduğunu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kabul etmesidir. Bu çerçevede AK Parti, CHP ve MHP’nin katılımıyla 7 Ağustos’ta yapılan Yenikapı Mitingi, FETÖ tehdidinin ortadan kaldırılması için oluşan toplumsal konsensüsün en açık göstergesi olmuştur. Geniş tabanlı konsensüs, toplum nezdinde örgütle mücadelenin Türkiye tarihinde başka hiçbir meselede görülmemiş düzeyde meşruiyeti bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Bu konsensüsün doğurduğu meşruiyet zemini, kitlesel tabanı olmayan ve bir kadro hareketi olarak kalan örgütün 15 Temmuz’dan sonra toplum tarafından tamamen marjinalize edilmesine yol açmıştır. Darbe girişimi sonrasında örgütün oluşturduğu tehdide karşı ortaya çıkan devlettoplum birlikteliği, Türk demokrasisini güçlendiren en önemli dinamik olarak karşımıza çıkmaktadır.
FETÖ ile mücadele siyasi ve adli mecralarda devam ederken, 15 Temmuz’dan itibaren yurt dışında kamuoyu oluşturma hususunda yeteri kadar başarı sağlanamadığı ise aşikardır. Bunun en önemli nedeni örgütün uzun yıllar boyunca yurt dışında inşa ettiği güçlü ağlarının bulunmasıdır. Geniş tabanlı konsensüs sayesinde yurt içindeki etkinliği büyük oranda kırılan FETÖ’nün yurt dışından Türkiye’yi dizayn etmesi mümkün olmasa da örgütün yurt dışı yapılanmasına yönelik daha kapsamlı bir strateji geliştirilme ihtiyacı ortadadır. Bu bağlamda yurt dışındaki Türk topluluğunun bilinçlendirilmesi, kamuoyu oluşturacak think tank benzeri kuruluşların sayısının artırılması ve yabancı dilde yapılacak yayınlarla FETÖ tehdidinin akademik camiaya anlatılması büyük önem arz etmektedir.