Geçtiğimiz Aralık ayında Yunanistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 65 yıl aradan sonra bu ülkeye giden ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Erdoğan’ın mevkidaşı Prokopis Pavlopulos ile birlikte düzenlediği basın toplantısında Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türklerin haklarının ihlal edildiğini ifade ederek Lozan Anlaşması’nın güncellenmesi çağrısında bulunması Lozan etrafında yapılan tartışmaların yeniden alevlenmesine neden oldu. Erdoğan’ın Lozan açıklaması Türkiye’nin sınırları dışında kalan Osmanlı bakiyesi topraklarda yaşanan gelişmelere kayıtsız kalamayacağını göstermesi bakımından altı çizilmesi gereken bir gelişme olarak okunmalıdır. Erdoğan’ın bu çıkışı Türk dış politikasındaki geleneksel statükocu yönelimin dayanak noktasını oluşturan Lozan Anlaşması’nın bazı hükümlerinin gerekli görüldüğünde ve “zamanın ruhu”na uygun bir biçimde yeniden yoruma tabi tutulabileceğini açık bir biçimde göstermektedir.
Sınırın Öte Tarafında Kalan Mülkler
Türkiye’nin komşu ülkelerde yaşanan gelişmelere yönelik tarihi anlaşmalardan kaynaklanan söz hakkı buralarda yaşayan Türk ve Müslüman nüfusla ilgili konulardan ibaret değildir. Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini uzun bir süre meşgul eden ve halen çözüme kavuşturulmayı bekleyen emlak meselesi bu konuların başında gelmektedir. Emlak meselesi Osmanlı devletinin 1918 yılında Ortadoğu’dan tamamen çekilmesinin ardından Türkiye-Suriye sınırının belirlenmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Ulus devletlerin yeni sınırları bir zamanlar aynı devletin vatandaşı olan Türkler ve Suriyelilerin topraklarının sınırın öbür yakasında kalmasına neden olmuştur. Bu mülklerin Osmanlı sonrası dönemde ne şekilde kullanılacağı ilk olarak Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile hukuki bir zemine kavuşturulmuştur.
Ankara Anlaşması’nın 13. maddesinde Türkiye-Suriye sınırının her iki tarafında emlak ve araziye sahip olan kimselerin mülkleri üzerindeki haklarını Osmanlı dönemindeki gibi kullanmaya devam etmeleri karara bağlanmıştır. Bu kişilerin serbest bir biçimde ve hiçbir gümrük vergisi ödemeden topraklarını ekip biçmeleri ve hayvanlarını sınırın karşı tarafına geçirmelerine müsaade edilmiştir. Ayrıca hak sahiplerinin vergilerini vatandaşı oldukları ülkede ödemeleri de üzerinde mutabık kalınan bir diğer konu olmuştur. Yani Suriye’de toprağı ve taşınmaz mülkü olan Türk vatandaşlarının mal varlıkları üzerindeki mülkiyet hakları güvence altına alınmış, diledikleri gibi kullanmaları ve vergilerini Türkiye’ye ödemelerine izin verilmiştir.
Tabii ki bu durum mütekabiliyet esası çerçevesinde Türkiye’de mülkü bulunan Suriye vatandaşları için de geçerlidir. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması’nın “Mallar, Haklar ve Çıkarlar” başlıklı bölümünde yer alan 65. madde ile Türk uyrukluların ülke sınırları dışındaki, yabancı uyrukluların ise Türkiye’deki mülkiyet hakları güvence altına alınmıştır. Böylece Türkiye ve Suriye vatandaşlarının diğer ülke sınırları içinde kalan mülkleri hakkında Ankara Anlaşması ile belirlenen hükümler Lozan Antlaşması ile teyit edilmiştir.
Fransız manda yönetimi döneminde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan bir anlaşma ile sınırın öbür tarafında toprakları bulunan kişiler için “pasavan” (hudut geçiş vesikası) rejimi uygulaması başlamış ve hak sahiplerinin bu yolla topraklarını işlemelerine kolaylık sağlanmıştır.
El Konulan Araziler ve Çözüm Arayışı
Emlak meselesi Türkiye ile Suriye arasında bir sorun olarak 1958 yılında ortaya çıkmıştır. Suriye 1958 yılında Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin (BAC) bir parçası olmuştur. BAC Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın sosyalist ekonomi politikaları çerçevesinde 27 Eylül 1958 tarihinde çıkardığı 161 sayılı Toprak Reformu Kanunu ile Suriye’deki yabancıların 300 hektardan fazla olan toprakları bedel ödenmeksizin kamulaştırılmıştır. Bu kanun kapsamında Türk vatandaşlarının Suriye’deki mallarına 1961 yılından itibaren el konulma kararı alınmış ve topraklarına ulaşmaları engellenmiştir. Bu uygulamalar Türkiye-Suriye ilişkilerinin gerilmesine yol açarken Türk vatandaşlarının konu hakkındaki şikâyetleri giderek artmıştır. 16 Mart 1961 tarihli Milliyet gazetesine yansıyan bir haberde Kilis’in Şeyh Abdullah Mahallesi’nde oturan Horo Kahraman isimli bir Türk vatandaşı Suriye’nin Afrin kazasına bağlı Şilteh köyünde 400 dönüm arazisi olduğunu ifade ederek mallarına el konulmasından yakınmıştır.
Ocak 1964’ten itibaren Toprak Reformu uygulaması kapsamında binlerce Türk vatandaşının Suriye’deki toprağına el konulmuş, Ankara ve Lozan antlaşmalarıyla garanti altına alınan mülkiyet hakları gasp edilmiştir. Dönemin Adalet Partisi hükümeti bu uygulamaya misillemede bulunarak 1 Ekim 1966 tarihinde yayımladığı “Suriye Uyrukluların Mallarının Tespiti ve Bu Mallara El Konulması Hakkında Yönetmelik” başlıklı kararnameyle Türkiye’de yaşayan Suriye uyruklu özel ve tüzel kişilerin bütün mallarına el koymuştur. Buradan gelen paraların ise Suriye ile anlaşmaya varılana kadar ilgili şahıslar adına bankada bloke edilmesine karar verilmiştir. Suriye bu kararın ardından emlak sorununun müzakere yoluyla çözülmesi için talepte bulunmuştur. Türk ve Suriyeli yetkililer arasındaki konuyla ilgili ilk toplantı 9-27 Eylül 1968 tarihlerinde Ankara’da yapılmıştır. Heyetler arasında yapılan bir dizi görüşme neticesinde 26 Şubat 1971 tarihli “Kısıtlayıcı Tedbirlerin Kısmen Kaldırılması Hakkında Protokol” üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Bu protokolle iki taraf taşınır mallar üzerindeki tedbirleri karşılıklı olarak kaldırmış ve Suriye tarafı mülklerine el koyduğu Türk vatandaşlarına ödeme yapmayı kabul etmiştir.
Yetkililer Türklerin Suriye’deki, Suriyelilerin de Türkiye’deki mal varlıklarını tespit etmek amacıyla 9 Mayıs 1972 tarihinde “Türkiye-Suriye Emlak Komisyonu Hakkında Protokol” başlıklı sözleşme üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Protokolde Emlak Komisyonunun görevleri, yapacağı işlemler ve çalışma usulleri belirlenmiştir. Suriye bu protokolle toprak reformu kapsamına giren ve Türk vatandaşlarına ait olan topraklar için tazminat ödemeyi, diğer çeşitli yollardan alınan taşınmaz malları sahiplerine iade etmeyi, bunlardan iadesi imkânsız olanlar için de tazminat ödemeyi kabul etmiştir.
Protokol Suriye’de hak sahibi olan Türk vatandaşlarının sayısı 2 bini bulan dosyalarının incelenmesi ve tazminata veya iadeye konu teşkil edecek taşınmaz malların saptanmasında uygulanacak hükümleri belirlemiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Haluk Bayülken’in 22 Aralık 1972’de düzenlediği Suriye ziyaretinde emlak meselesinin çözümüyle ilgili “Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Emlak Sorunlarının Çözülmesine Dair Sözleşme ve Eki Ödeme Protokolü” anlaşması imzalanmıştır. Protokol ve ekleri 1976 yılında çıkartılan bir kanunla kabul edilmiş ve 1983 yılında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmıştır. Fakat Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) sözleşmeyi sakıncalı bulması üzerine sözleşme ve ekli protokoller karşılıklı olarak teati edilememiş ve yürürlüğe girmemiştir.
Emlak sorunu bu tarihten beri herhangi bir neticeye ulaştırılamamıştır. AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından Suriye ile kurulan iyi ilişkiler çerçevesinde emlak meselesi yeniden gündeme getirilmiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu 13 Ekim 2009 tarihinde düzenlediği Suriye ziyareti sırasında Türk vatandaşlarına ait yaklaşık 800 bin dönümü bulan toprakların durumunu gündeme getirerek üç aşamalı bir çözüm önerisinde bulunmuştur. Suriye tarafı bu öneriyi iki aşamaya indirerek kabul etmiştir. Buna göre ilk etapta tarafların sınırları içinde diğer ülke vatandaşlarına ait olan toprakları ve bankalarda tutulan hesapları karşı tarafa bildirmesi ardından miras intikal işlemlerinin mütekabiliyet esası çerçevesinde serbest bırakılması hususlarında anlaşmaya varılmıştır. Taraflar bu işlemlerin sonunda nihai emlak anlaşmasını imzalamak için uzlaşmışlardır. Fakat takip eden süreçte emlak meselesinde bir ilerleme kaydedilememiştir. Bazı Türk vatandaşlarının sorunun çözülememesi üzerine miras hakları çerçevesinde Suriye’deki topraklarını geri alabilmek için Anayasa Mahkemesine dahi başvurdukları bilinmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti vesilesiyle tarihi anlaşmaları gündeme getirmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’daki bölgesel kaosu bahane ederek yakın çevresinde oldubittiler oluşturmaya gayret eden güçlere karşı uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarından yararlanma iradesini açıkça göstermiştir. Türk vatandaşlarının Suriye’de yaklaşık 800 kilometre kareyi bulan “unutulan topraklar”ının yani emlak meselesinin yeniden gündeme getirilmesi Türkiye’nin uluslararası anlaşmalarından doğan en temel haklarından biridir. Dolayısıyla Türkiye’nin güney sınırında oluşturulması planlanan terör koridoruna müdahale etmek için ulusal güvenlik kaygılarının yanı sıra vatandaşlarının mülkiyet hakkını koruma gerekçesini de eklemek mümkündür. Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu bugünlerde emlak meselesinin gündeme getirilmesi Türkiye’nin elini masada güçlendirecektir.