Kriter > Siyaset |

27 Mayıs Darbesi ve CHP


İsmet İnönü oldukça nettir: “İdamlar ihtilallerin tabii neticesidir.” Bunu duyan ve hayal kırıklığına uğrayan Cevdet Gereloğlu, partiden istifa edeceğini söyleyince İnönü, tereddüt etmeden “Edebilirsin” cevabını verir. Gereloğlu istifa eder, Demokratlar asılır ve İnönü iktidar koltuğuna doğru yürür.

27 Mayıs Darbesi ve CHP

Tarihi bir anekdot: Bir gün Milli Birlik Komitesi üyesi Jandarma Yüzbaşı Ahmet Er’in yolu, Davutpaşa Kışlası’na düşer. Darbenin ayak sesleri işitilmektedir. Niyeti, arkadaşı Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı’yı ziyaret etmektir. CHP sıralarında milletvekilliği yapacak olan Erkanlı, Davutpaşa’da Tank Tabur Komutanı’dır. İki sivil ile görüşme halinde olan Erkanlı’nın odasına girer. Odaya girince içeride bulunan iki yabancı bir anlık şaşkınlık yaşar. Kurmay Binbaşı, hemen duruma müdahale eder. Onlara döner ve “Yüzbaşım yabancı değil; devam edin” der. Bunun üzerine sivil şahıs konuşmaya, daha doğrusu Erkanlı’ya brifing vermeye devam eder: “Binbaşım, Saraçhane’de iki grubu birbirleriyle çatıştırdık. Kavga bütün şiddetiyle devam ediyor.” Ve “Başka bir emriniz var mı?” diye de ekler. “Teşekkür ederim! Böyle devam edin” diyen Erkanlı, bir süre sonra onları yolcu eder. Artık Erkanlı ile Er yalnızdır. Er, şaşkınlıkla “Binbaşım! Bu adamlar kimdir?” diye sormaktan kendini alamaz. Erkanlı’nın cevabı oldukça manidardır; “Bunlar, Halk Partisi milletvekilleridir.” Bu duruma Er “Memleketin genç evlatlarını birbirine kırdırıyorlar. Bu ne haince iştir?” sözleriyle tepki gösterir. Erkanlı ise “Olaya öyle bakma, onlar, ihtilale zemin hazırlıyor!” karşılığını verir.

 

Halkın Elinden Geri Alınan Devlet…

14’ler grubunda yer alan ve Milli Birlik Komitesi ile yaşadıkları anlaşmazlıktan dolayı 13 Kasım 1960’ta Libya Büyükelçiliği’ne Devlet Müşaviri olarak atanan Ahmet Er’in gördükleri ve yaşadıkları bunlarla da sınırlı değil. Yine bir gün Albay Fikret Kuytak kendisini ziyarete gelir ve Ona CHP lideri İsmet İnönü’nün bir teklifinden bahseder. Profesör Afet İnan’ın evinde darbeci askerlerden bazılarını etrafına toplayan İnönü’nün, iktidarın kendisine verilmesi karşılığında onlara yaptığı teklif, senatörlüktür. Darbe günü Kurmay Albay olarak Adnan Menderes’i ve Hasan Polatkan’ı havalimanından alarak Harp Okulu’na getiren ve Yüksek Adalet Divanı tarafından verilen idam kararlarının onaylanmasında “evet” oyu kullanan Albay Kuytak, “Biz bu teklifi kabul ettik, sizlerin de kabul etmenizi rica ediyorum” der. Er ise “Bu teklifi kulaklarım duymamış olsun ve siz de söylememiş olun” diyerek odadan hışımla ayrılır. Er’in yaşadığı hayal kırıklığı oldukça büyüktür. Yaklaşmakta olan darbe, aslında art arda üç seçim kaybeden CHP’nin yeniden iktidar olabilmesi için yapılmaktadır.

Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na da bilgi veren Ahmet Er; CHP’nin darbeye zemin hazırladığını, darbe sürecinde bazı subayların İnönü ile irtibatta olduğunu ve hatta bazı subayların yönetimi İnönü’ye vermeyi düşündüklerini itiraf eder. Peki, Türk ordusunun içine sızan bir cunta tarafından yapılan 27 Mayıs darbesi nasıl gerçekleştirilmiştir, sürekli söylenegeldiği gibi Cumhuriyet Halk Partisi ve “gerdeğe girecek bir delikanlı gibi” iktidar için sabırsızlanan İnönü, 27 Mayıs darbesinin neresindedir?

 

Akis Dergisi / 1960
30 Mayıs 1960 tarihli Akis dergisi... İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in yayın organı Başbakan’ın fotoğrafı üzerine çarpısını atmıştır.

 

14 Mayıs 1950: Beyaz İhtilal

Türkiye, Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk askeri darbesini 27 Mayıs 1960’da oldukça kanlı bir biçimde yaşamıştır. 1923’ten itibaren devam eden baskıcı Tek Parti idaresinden sonra 14 Mayıs 1950’de gerçekleşen seçimle millet Beyaz bir ihtilal yapmış ve Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sini demokratik yollarla iktidara taşımıştır. On yıl iktidarda kalan Demokrat Parti, maalesef askeri darbe ile siyasi yolculuğunu tamamlamıştır. On dört idam, onlarca müebbet ve yüzlerce kişiye verilen uzun süreli hapis cezaları… Darbeci cunta bunlarla da yetinmemiştir; 235 general ve 3 bin 500 civarında subay emekliye sevk edilmiş, 147 üniversite öğretim görevlisi görevinden alınmış, bazı üniversitelere el konulmuş, 520 hakim ve yargıç görevinden el çektirilmiştir. Böylece Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi devlet, halkın elinden geri alınmıştır. Ancak daha da kötüsü, 27 Mayıs’ın geriye bırakmış olduğu antidemokratik mirastır. Bu tarihten itibaren asker; siyasete müdahil olmayı, siyaseti dizayn etmeyi ve devleti, milletten korumayı kendine misyon edinmiştir. Sonraki diğer darbe ve muhtıraların örneği hep 27 Mayıs olmuştur.

 

İnönü’nün Demokrat Parti’den Beklentisi

Öncelikle 14 Mayıs 1950’de Adnan Menderes seçimleri kazanmış ve Demokrat Parti ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Ancak ne hikmetse bu tarihten itibaren ordu ne Menderes’i kabul edebilmiş ne de Demokrat Parti yönetiminden memnun olmuştur. Ve hatta Demokrat Parti’nin seçim başarısından sonra bir grup asker İnönü’yü ziyaret ederek yönetime el koymak istediklerini söylemekten çekinmemiştir. Ordunun rahatsızlığının farkında olan İnönü de askerlerin kendisine olan sempatisini suiistimal etmiş ve yer yer orduyu Demokrat Parti iktidarına karşı kışkırtmaktan geri durmamıştır.

İnönü’nün, Demokrat Parti’den beklediği aslında göstermelik demokrasi oyunu ya da sembolik bir muhalefetin varlığıdır. Menderes’in, 17 Temmuz 1946’da memleketi Aydın’da yapmış olduğu konuşma, bu anlayışın ifşası gibidir. “Arkadaşlar ben size hesap vermeye geldim” diyerek sözlerine başlayan Menderes, kendilerinden istenilenleri şu cümlelerle açıklar: “Bu memlekete hürriyet gelsin diye çırpındık. Dinlemediler. Bizi sorguya çektiler. Yedi saat küfrettiler. Bize kızmalarının yegane sebebi, istedikleri yolda yürümeyişimizdi. Şark vilayetlerinde ve hudut vilayetlerimizde teşkilat yapmamamızı, köylere asla uzanmamızı istemediler. Halk Partisi’ne karşı hiç olmazsa 40-50 sene iktidara gelme iddiasında bulunmamamızı istediler. Görülüyor ki arkadaşlar, bizden beklenilen demokratik manzarayı tamamlayan bir süs olarak kalmak.” İşte, İnönü ve çevresinin Demokrat Parti’den beklentisi 1946’danberi gerçekte tam olarak buydu.

Ancak işler İnönü’nün liderliğindeki CHP’nin istediği gibi gitmez; Demokrat Parti’ye halkın teveccühü her geçen gün artar. 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde oyların yüzde 53,35’ini alan Demokrat Parti, 2 Mayıs 1954 seçiminde oylarını yüzde 58,4’ünü alarak gücünü artırır. 27 Ekim 1957’de yapılan genel seçimlerde de oyların yüzde 47,8’ni alarak ezici üstünlüğünü korumaya devam eder. Bu durum, İnönü’nün şiddet siyasetine ve antidemokratik yollara müracaat etmesine neden olur. Aslında Demokrat Parti’nin siyasi gücünü korumaya devam etmesi ve üç genel seçimi de ezici bir üstünlükle kazanmış olması darbenin gerekçesini oluşturur.

Özellikle 1957 seçimlerinden sonra İnönü ve CHP, darbeye zemin hazırlamaya, orduyu kışkırtmaya, kendine yakın basını ve üniversiteleri, Menderes ve Demokrat Parti’ye karşı tahrik etmeye başlar. Demokrat Parti’ye biçtikleri altı ay veya en fazla bir senelik iktidar ömrünün uzaması, İnönü ve CHP’nin şiddet politikasına savrulmasına neden olur. CHP çizgisindeki Ulus, Yeni Ulus, Akis ve Halkçı Gazete özellikle Başbakan Menderes’i tezyif ve tahkir ederek itibarsızlaştırmaya çalışır, askeri kışkırtır. Yıllar sonra darbeci Orhan Erkanlı “biz darbeyi Akis dergisi ve Ulus gazetesi okuyarak yaptık” demesinin arkasında bu olgu vardır. İnönü ile uzun bir müddet siyaset yapan ve CHP’nin kurmaylarından olan Nihat Erim’in 27 Şubat 1962’de günlüğüne düşmüş olduğu not, İnönülü CHP’nin 27 Mayıs’taki rolünü ortaya koyar niteliktedir. Erim, günlüğüne şu notu düşmüştür: “İnönü’nün bu işte büyük sorunu var. 27 Mayıs’ı teşvik etti. Askeri, politikaya teşvik etti. İhtilale azmettirdi.”

 

Akis Dergisi-2 / 1960
20 Temmuz 1960 sayılı Akis dergisi… Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın başının üzerinde idam ipi görseliyle çıkıyor.

 

“Bunları Süngüden Başka Hiçbir Şey Koltuktan İndiremez”

Demokrat Parti milletvekili Mükerrem Sarol, Halk Partili Lütfi Kırdar’dan şöyle bir anekdot nakleder. Yıl, 1954… Yer, İsmet Paşa’nın evi… Olayın kahramanı, o dönem CHP sıralarında milletvekilliği yapan Lütfi Kırdar’dır. Kırdar, “İsmet Paşa'nın evinde Faik Ahmet Barutçu, Sadi Konuk, Cevat Dursunoğlu ve ben oturuyorduk. Konu, Demokrat Parti'nin gücü Halk Partisi'ne karşı tutumu ve önümüzdeki seçimler idi” der ve devam eder. Dursunoğlu, Demokrat Parti’nin milletin içine iyice yerleştiğinden, özellikle köylerde Halk Partisi’nin güç kaybettiğinden, seçimle Demokrat Parti’yi yenmenin hayal olduğundan ve darbeden başka çözümün olmadığından bahseder. Bu konuşmadan sonra Dursunoğlu; “paşam” der ve devam eder; “Dört yıldır dilimin döndüğü kadar bunları size anlatıyorum. Fakat siz, inat ve ısrarla milletin bu politika acemilerine itibar etmeyeceğini ve Halk Partisi yönetimini arayarak oylarını bize vereceğini söylüyorsunuz. Bunları süngüden başka hiçbir şey koltuktan indiremez.” İsmet Paşa, önce cevap vermez. Bir müddet susar. Sonra yüzünü Ahmet Faruk Barutçu’ya çevirir. Belli ki onun da konuşmasını istemektedir. Barutçu sözü alır ve Dursunoğlu’nun fikirlerine katılmamakla beraber gerçeğin maalesef böyle olduğunu, bir hükümet darbesi veya ihtilalden başka hiçbir suretle Demokrat iktidarın devrilmesinin mümkün görünmediğini söyleyerek konuşmasını tamamlar. Herkes, Paşa’nın ne diyeceğini, ne düşündüğünü merak etmektedir. İnönü kendisinden beklenen konuşmayı yapar: “Önümüzde seçim var. Bütün gücümüzle saldıracağız ve boş yerlerini kollayacağız. Eğer yine de deviremezsek o zaman, tam o anda Barutçu ile Dursunoğlu’na bakar ve sizin dediğiniz yolu deneyeceğiz” der ve ekler; “Fakat tutumlarına bakıyorum da ben de size katılmak ihtiyacını duyuyorum ama kararı seçimden sonra vereceğiz.” Lütfi Kırdar, duydukları karşısında şaşkındır; “Ben dondum kaldım” der. Biraz sonra izin isteyen Kırdar, Sadi Konuk ile beraber İnönü’nün yanından ayrılır. Konuk ile dışarı çıkar ve hayretle birbirlerinin yüzüne bakarlar. “Ben ihtilal pazarlığı yapılabilen bir partide bir dakika bile duramam” diyen Kırdar’a, Konuk da destek verir. Daha sonra hem Kırdar hem de Konuk CHP’den istifa eder. Aslında bu olay, Türkiye’nin neden 27 Mayıs darbesi ile karşı karşıya kaldığının ve niçin adım adım darbeye sürüklendiğinin göstergesidir.

 

İnönü, Kürsüde ihtilal Beyannamesi Okudu…

Türkiye’yi 27 Mayıs Darbesi’ne götüren en önemli eşiklerden birisi, 18 Nisan 1960’da kurulan Tahkikat Komisyonu’nda İnönü’nün yapmış olduğu konuşmadır. Demokrat Parti’nin iki numarası Celal Bayar’ın ifadesiyle, “27 Mayıs düğümünün çözüldüğü nokta, Meclis Tahkikat Encümeni kurulması kararı alındığı gün İsmet Paşa'nın Meclis’te yaptığı konuşmadır.” 18 Nisan 1960 günü Demokrat Parti milletvekilleri Mazlum Kayalar ve Baha Akşit, “CHP’nin meşru iktidarı en ağır ithamlarla kötülediği, halkı kanunları ihlale ve kanuni tedbirlere karşı direnmeye çağırdığı, fiili tecavüzlere tahrik ve teşvik ettiği, kardeş kavgası çıkarmaya çalıştığı, orduyu siyasete çekmek için gayret ettiği, yıkıcı ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu, CHP ile aynı maksatlarla bazı gazete ve dergilerin yalan haberlerle ülkenin geleceğini tehlike altına soktuğu” gerekçesiyle Mecliste bir Tahkikat Komisyonu kurulması için önerge verir. Bu önerge karşısında İnönü oldukça öfkelidir; “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam... Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır.”

27 Nisan 1960 TBMM toplantısında da İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu’nu hedef alır. Oldukça sert ve antidemokratik bir tavra sahip olan İnönü konuşmasında, “Muvaffak olamayacaksınız. Şurası doğrudur ki Milletler başlarına musallat olan baskı idarelerinden kurtulmak kudretini kendileri bulmazlarsa, tertip etmezlerse o idarelerden kurtulamazlar. Syngman Rhee kurtuldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru elindeydi… Sizin elinizde ne Ordu var ne memur ne üniversite ve hatta ne de polis... Baskı tertipçileri bilsinler ki Türk milleti Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.”

Bu konuşmadan sonra Afyon Milletvekili Murat Ali Ülgen İnönü’ye; “Kürsüden ihtilal beyannamesi okudun paşam” demekten kendini alamaz. İnönü, neredeyse meclis kürsüsündeki her konuşmasında askeri siyasete müdahale etmeye çağırır. İnönü’nün bu sözleri darbeci subaylar için de bir mesaj niteliğindedir. Darbeci Erkanlı’ya göre, “şartlar tamam olursa ihtilal meşru olur” sözü ile askerin endişesi bertaraf olmuştur. “Sizi ben bile kurtaramam” sözü ile de ihtilal için yeşil ışık yakılmıştır.

İnönü’nün askeri darbe yapmaya çağıran sözleri, Bayar tarafından söyle yorumlanır; “Dikkat ediniz! Baskı rejimlerinin ustası İsmet Paşa ordu ile üniversiteyi aynı kefede tartıyor. Çünkü kurulan düzen budur! Üniversite anarşi unsuru haline dönüşecek, ordu bunu bahane ederek müdahale edecek. Gerçekten bu oyun, Güney Kore’de oynanmış ve başarılmıştı.”

Bundan dolayı İnönü ve CHP özellikle 1957 seçimlerinden sonra ülkeyi darbeye sürükleyen bir yöntem tercih etmeye başlamıştır. CHP kurmaylarından olan Avni Doğan böylesi bir yöntem kullandıklarını itiraf eder: “1957’den sonra mukavemetimiz, taarruzi ve fiili bir mahiyet aldı. Hükümetin meşruiyetini kaybettiğini ilan ettik. Hele 27 Nisan’dan 27 Mayıs'a kadar bin türlü baskı altında dağıttığımız beyannameler tam bir ihtilal metodu içinde geçti.” Bu çerçevede Uşak, Topkapı ve Kayseri’de yaşananlar, 28 Nisan’da İstanbul’da 29 Nisan'da Ankara’da çıkan öğrenci olayları, 5 Mayıs 1960’da Ankara Kızılay’da güya Demokrat Parti aleyhtarı öğrenciler tarafından organize edilen 555K isimli gösteri İnönü ve CHP’ye yakın bürokrasi tarafından tezgahlanan darbe planının parçasını oluşturmuştur. Böylece Türkiye, adım adım darbeye sürüklenmiş ve henüz yeşermekte olan demokrasisi dinamitlenmiştir. Bundan dolayı olsa gerek İnönü, ne Menderes’in, Zorlu’nun ve Polatkan’ın idamına ses çıkarmış ne de gerçek anlamda idamları durdurmaya çalışmıştır; bilakis idamlara destek vermiştir. 16 Eylül 1961’de idam edilen Hasan Polatkan’ın eşi Mutahhare Polatkan da İnönü’nün seçimle iktidar olamayacağını anlamış olmasından dolayı askerleri kışkırttığından ve idamları önleme imkanına rağmen çaba göstermemesinden bahseder. Polatkan’a göre “Eğer İnönü ‘İdam edilmemeli’ diye beyanat verseydi askerler bunu yapamazlardı.” Ancak askerleri darbeye teşvik eden İnönü, bilakis sesini çıkarmamıştır. Çünkü İnönü, onların cezaevinden çıkması durumunda şefaatçilerinin olacağından korkmaktadır. Bundan dolayı kendisini ziyarete gelen askerlere idamların bir an evvel gerçekleşmesi gerektiğini söylemektedir. İnönü’ye göre idamlar bir an evvel gerçekleşmelidir; yoksa onlara şefaat eden çok olacaktır.

 

CHP Darbenin İçindedir

1954’te yapılan milletvekili genel seçimlerinde Muş’tan Türkiye'nin ilk bağımsız milletvekili olarak parlamentoya seçilen Gıyasettin Emre’nin tanıklığı, İnönü’nün idamlara nasıl taraftar olduğunu gözler önüne serer. Olayın şahidi, Gıyasettin Emre’dir ve o anlatır. 1962’de Halk Partisi’nden Kurucu Meclis Azası olan Doktor Cevdet Gereloğlu idam cezasının Anayasa’dan çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Meclise bir önerge verir; ancak oylamaya dahi koydurtamaz, buna gücü yetmez. Bunun üzerine randevu alarak İnönü’nün evine gider. İnönü’ye, Demokratların peşinen mahkum edildiğinden ve mahkemelerin idama gidebileceğinden bahseder. Gereloğlu, İnönü’den idamın kalkmasına tavassutunu rica eder. Ancak İsmet İnönü oldukça nettir: “İdamlar ihtilallerin tabii neticesidir.” Bunu duyan ve hayal kırıklığına uğrayan Gereloğlu, partiden istifa edeceğini söyleyince İnönü, tereddüt etmeden “Edebilirsin” cevabını verir. Gereloğlu istifa eder. Demokratlar asılır ve İnönü iktidar koltuğuna doğru yürür. Aslında Gereloğlu’nun İnönü’yü ziyaret etmesi oldukça yerindedir; çünkü İnönü’nün asker üzerindeki etkisi, idamları engelleyebilirdi.

27 Mayıs darbecilerinin ve destekçilerinin İnönülü CHP ile aralarında bir ilişkinin olduğunu gösteren diğer gösterge darbeden sonra oluşturulan Kurucu Meclis’te yer alan 49’u doğrudan 125’i dolaylı CHP’li temsilcidir. Ayrıca 27 Mayıs sabahında bayram yerine dönen İnönü’nün Ayten Sokak’taki evinin önü, CHP’nin 27 Mayıs darbe sürecinin bizatihi içinde olduğunu göstermektedir. Birçok olay ve tanık da bu görüşü doğrulamaktadır. 27 Mayıs sabahını kısaca hatırlayalım; darbeyi radyodan duyan CHP’liler ve pek çok darbeci subay, soluğu İnönü’nün evinin önünde almış ve yapılan kutlamaya katılmıştır, sokağa çıkmak yasak olmasına rağmen yapılmıştır bu şenlikler. Öyle ki İnönü’nün evinin önünde büyük bir kalabalık toplandığını duyan Alparslan Türkeş de bildiriden hemen sonra bir tabur asker ile buraya geçmiş, İnönü’nün evinin içine girmiş, Onun elini öpmüş, İnönü’ye bilgi vermiş ve sonra Ona sarılıp ayrılmıştır. İnönü ise yanında bulunan darbeci subaylarla beraber evinin balkonundan sokakta toplanan CHP’lileri selamlamanın hazzını yaşamıştır. Artık çanlar onun için çalmaktadır.

Bununla beraber, 27 Mayıs’tan sadece iki gün sonra darbecilerin lideri Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı işlerden birisi, telefon ile İnönü’ye bilgi vermek olmuştur. Bu konuşma ve sonrasında yaşananlar, İnönülü CHP’nin 27 Mayıs darbesinin neresinde olduğunu göstermektedir. Gürsel ile konuşurken İnönü’nün yanında bulunan damadı Metin Toker yaşananların şahididir. Bu konuşmada Gürsel Paşa, “Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur Paşam” diyerek İnönü’ye bağlılığını sunmuştur. İnönü de “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük iş yaptınız… Başarınız için asıl ben sizin emrinizdeyim Paşa Hazretleri… Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim” diyerek Gürsel’i onore etmiştir. Bundan dolayı olsa gerek, 1963’te Başbakan olan İnönü’nün icraatlarından birisi, 27 Mayıs’ı “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak ilan etmek olmuştur. 

Bu ülke yirmi yıla yakın bir süre 27 Mayıs Darbesini Türkiye’nin resmi bayramlarından birisi olarak kutlamıştır. Dahası, 27 Mayıs’tan sonra kendisinin darbe ile olan ilişkisini soranlara İnönü’nün verdiği cevap da CHP’nin 27 Mayıs darbesindeki yerini gösterir niteliktedir: “Biz ihtilalin ne içindeyiz ne dışında...” Kısacası, tanıklıklara ve yapılanlara bakıldığında aslında CHP 27 Mayıs darbesinin tam göbeğindedir.

Bu tablo içinde darbeciler Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanını idam eder. Cumhurbaşkanı Celal Bayar dahil yüzlerce DP’li hapse atılır. Yassıada’da tam bir yargı tiyatrosu yapılır. Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “sizi buraya tıkan irade böyle olmasını istiyor” cümlesi yargılamanın aslında idam kararları için bir süreç olduğunun kanıtıdır. Süreç boyunca milli iradenin temsilcileri için “düşükler” ifadesi kullanılır ve en ağırından itibar suikastı yapılır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası