İsrail, Suriye iç savaşının başından itibaren pozisyonunu açıkça dile getirmeme ve kırmızı çizgilerine müdahale edilmediği sürece soruna doğrudan taraf olmama yönünde bir strateji takip etti. 2015 yılında dönemin Savunma Bakanı Moshe Yaalon, İsrail’in kırmızı çizgilerini şu şekilde sıralamıştı: İleri teknolojik silahların Suriye veya İran aracılığıyla herhangi bir terörist grubun eline geçmesi, herhangi bir terörist grubun kimyasal madde veya silahlara sahip olması ve başta Golan Tepeleri’nde olmak üzere İsrail egemenliğinin ihlal edilmesi. Ayrıca İsrail’e yönelebilecek bir mülteci akınının engellenmesi ve Ürdün’deki Haşimi hanedanlığının sürdürülmesi de İsrail’in önceliği olmuştur. Suriye konusunda Türkiye PKK/PYD’ye, ABD ile Rusya DAEŞ’e yoğunlaşırken, İsrail ise Suudi Arabistan gibi İran’ın Doğu Akdeniz’de artan nüfusuna karşı önlem almaya çabalamıştır. İsrail, Suriye iç savaşına müdahil olan Hizbullah’ın bu savaş sırasındaki ve sonrasındaki stratejisini, kendisi açısından güvenlikleştirmeye çalışmıştır.
Statükonun Devam Ettirilmesini Savunanlar
Suriye iç savaşındaki her önemli gelişme sonrasında İsrail’de buna yönelik politikalarla ilgili tartışmalar yaşanmaktadır. Bir kısım güvenlik uzmanları ortaya çıkan yeni gelişmeler İsrail’in -politikalarını zorlasa bile- takip ettiği “iç savaşa doğrudan taraftar olmama” halinin devamını savunmaktadır.
Bununla birlikte İsrail, kendisi için büyük risk oluşturan kimyasal silah stoklarından hiçbir maliyet ödemeden kurtulmuştur. Ayrıca İran ve Hizbullah’ın Suriye içindeki faaliyetlerine yönelik gerçekleştirilen sınırlı sayıdaki hava saldırısı ile de bu iki aktörün Golan Tepeleri’nde etkinlik kazanmasının önüne geçmiştir.
Ayrıca iç savaşa müdahil olunmasının veya net mesajlar verilmesinin İsrail’in caydırıcılığını azaltacağı düşünülmektedir. Bu şekilde bir siyaset tüm aktörleri İsrail’e karşı eylemden alıkoyarken, tüm gruplara karşı caydırıcılık sağlamaktadır. Olaylara müdahil olunmadığı ve net mesajlar verilmediği için ne ABD ne de Rusya ile ilişkilerde herhangi bir soğukluğun da ortaya çıkmadığı iddia edilmektedir.
İsrail’de statükonun devamından yana olanlar şartlar olgunlaşmadan ne Esed rejimi ne de DAEŞ’in yıkılmasına olumlu bakmaktadır. Bu iki taraf arasındaki şiddet döngüsünün devam etmesi istenmektedir. Son dönemlerde uluslararası askeri müdahaleler ile göreceli olarak Esed rejiminin güçlenmesi ve DAEŞ’in zayıflaması, İsrail’de statükodan yana olanları kaygılandırmıştır. DAEŞ’in yenilmesiyle Hizbullah ve İran karşısında İsrail’in yalnız kalmasından çekinilmektedir. Şu anda ikisi arasında herhangi bir tercihte bulunmak zorunda kalınmadan iç savaşın devam etmesi istenmektedir. Fakat bir tercih mecburiyetinde, fırsat bulunursa ve bölgesel/uluslararası dengeler uygun olursa, bildikleri Suriye rejimi yerine bilmedikleri DAEŞ’i bile tercih edebilmeleri mümkündür. Bunun sebebi İran ve onun desteklediği grupların İsrail için daha ciddi bir
tehdit olmasıdır.
Ayrıca İran’a düşman bir yapının Doğu Akdeniz bölgesinde bulunması İran’ı ciddi manada sınırlayabilecektir.
Statükonun Revize Edilmesini Savunanlar
Statükonun artık devam ettirilemez hale geldiğini savunanlar ise Suriye-Lübnan ve Suriye-İsrail sınırındaki gelişmelerden İsrail’in hem etkilenmesi hem de sınırlı da olsa bunları etkilemesinin fırsat ve tehditler barındırdığını savunarak daha aktif politika takip edilmesi görüşündedir. İsrail’in bu şekilde seyirci kalması isyancılar tarafından Esed rejimine verilen bir destek olarak algılandığı için, “statükoyu devam ettirme” siyasetinin şu anda İsrail’in güvenliğini ciddi biçimde tehlikeye atmasa bile uzak gelecekteki fırsatların kaçırılmasına yol açma riski taşıdığı iddia edilmektedir. Olayların İsrail’e yönelmesinin engellenmesi için gelişmeler yakından takip edilerek kendi kırmızı çizgilerini empoze eden daha açık ve net politika izlenmesi gerektiği ifade edilmektedir. Statükoyla Esed ve DAEŞ rejimlerine sağlanan pasif ve dolaylı destek yerine, kendileri ile uzun vadede işbirliği yapılabilecek “doğru” isyancıların güçlendirilebileceği fikri sık sık dillendirilmektedir.
Bu yaklaşıma göre İsrail, kaynaklarını bu işe tahsis ederken ve gerekli riskleri alırken, zaruretlerden dolayı kendisine yaklaşan her grupla ilişki kurmak yerine kendi çıkarları ve önceliklerine bakmalıdır. Bunun için çok iyi bir hesaplamayla bu aktörlerin şu anda ve gelecekte Suriye gerçeğindeki yerlerine bakılmalıdır. Bu noktada bu grupların İsrail-Suriye sınırındaki sınır güvenliğine bakışı, savaş sonrasında Suriye’nin şekillenmesinde önemli olacak bölgesel, mezhepsel ve politik koalisyonlara katılma yeteneği, Suriye içi, bölgesel ve uluslararası kamuoyundaki meşruiyeti ile İsrail’e ideolojik olarak düşman olan cihatçı Selefileri etkileme yeteneği gibi faktörler göz önüne alınmalıdır.
Revizyoncular ayrıca aktörlerin gelecekteki rollerinin de göz önüne alınmasına işaret etmektedir. Buna göre bugün etkin olan aktörler gelecekte güç kaybederken, bugün zayıf olan gruplar ilerde güç kazanabilir. El-Kaide’den ayrılarak adını Fethü’ş-Şam olarak değiştiren Nusra cephesi, bugün askeri bakımdan güçlü olsa bile gelecekteki durumu farklı olabilir. Aynı şekilde uluslararası desteği olan ve birçok farklı kesimi kapsayan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu bugün askeri olarak çok güçlü olmasa bile gelecekte önemli roller oynayabilir. Kuracağı ittifaklarla destek, etki ve meşruiyet açısından İsrail ile işbirliği için daha cazip bir grup olabilir. Bu noktada İsrail tercihleri ile aktörlerin gelecekteki konumunu etkileme kapasitesine sahip olmalı ve onları askeri, ekonomik ve insani yardım noktalarında desteklemelidir.
Revizyonun Önündeki Zorluklar
İsrail’in Özgür Suriye Ordusu gibi Sünni muhaliflere yönelik olumsuz bir algısının bulunması ve bu gruplarla işbirliğinde sahip olduğu araçlarının sınırlı olması onun önündeki en büyük engeldir. Beka probleminden dolayı bu grupların geçici/taktiksel ilişkiye girme olasılığı olsa bile uzun dönemde stratejik bir işbirliğinin ortaya çıkması için İsrail’in çok büyük çaba harcaması gerekmektedir. Ayrıca uluslararası bir uzlaşma olmadan taktiksel düzeyde İsrail’in açıktan veya örtülü olarak Güney Suriye’deki isyancılara askeri olarak yardım etmesi çok zordur.
İsrail’in Suriye’deki devlet altı aktörlerle ilişki potansiyeli sınırlı olmasına rağmen, bu aktörlere maddi ve manevi destek sağlayan bölgedeki patron ülkelerle ilişkisi iyidir. Suriye’deki isyancılarla ilişkisi güçlü olan bu devletler arasında Şii İran hilaline karşı tehdit algısı yüksek olan Ürdün ve Suudi Arabistan ile Türkiye ve Katar, İsrail’in bölgedeki en önemli müttefikleridir. Bu noktada İsrail’in bu devletlerle gerçekleştireceği işbirliği kritiktir.
Batı’ya yakın gruplar ABD öncülüğündeki uluslararası destekle Esed rejimini yıkmak ve Suriye’yi demokratik olarak yeniden inşa etmek için İsrail’le normalleşme ve barış yapmayı bir fırsat olarak görebilir. Fakat statükonun değişmesini isteyenlerce bu grupların İsrail ile işbirliği yapma tercihleri sürekli olmayıp siyasi duruma, ihtiyaçlarına ve İsrail’in onların inisiyatifine verdiği tepkiye göre değişebilecektir.
Ayrıca bu sürecin ilelebet devam etmeyeceği düşünülmekte, seyirci kalınmak yerine kendisine yakın aktörlerle olayların yönlendirilebileceği hatta olası felaket senaryolarının engellenebileceği savunulmaktadırlar. İsrail’in tercih edeceği politikalarla Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması halinde uzun vadede bu ülke ile barış içince yaşama imkanı olduğu gibi, Suriye’nin bölünmesi durumunda ise güneyde kendisine yakın bir otonom bölge ile kuzeyde İran ve DAEŞ yayılmasına karşı Kürtlerin yaşadığı bölgede PYD kontrolünde dost bir devletin kurulması olasılığı da vardır. Yine İsrail tercih edeceği yanlış politikalarla veya sessizce kenarda beklemesiyle Esed’in yıkılması sonrasında Suriye’de bir kaos durumunun oluşması veya İran kontrolünde bir yapının ortaya çıkması durumları ile de yüz yüze kalabilecektir.