ABD Başkanı Donald Trump, 2016 seçim kampanyası süresince “tarihin en kötü ticaret anlaşması” olarak nitelendirdiği NAFTA’yı revize etmek için Meksika ve Kanada’yı sıkıştıracağının ve Çin’i ABD’den daha fazla ürün ithal etmesi için sonuna kadar zorlayacağının sözünü vermişti. Birçok kişi, bunların basit birer seçim vaadinden ibaret olduğunu ve uygulanamayacağını düşündü. Böyle düşünenlerin yanılacağı çok aşikardı. Zira küresel finans krizinden sonra Obama, ABD’nin Çin’e karşı rekabet gücünü arttırabilmek için inceden inceye Amerikan sanayisini korumaya başlamıştı. Obama bunu genel itibariyle tarife dışı engeller ve reel sektöre verilen teşviklerle yapmaya çalışmıştı. Trump ise korumacılığın dozajını biraz arttırdı, tarifeleri bir silah olarak kullanmaya başladı ve ticaret savaşlarını biraz daha şova dönüştürdü.
Trump 2018’in ortalarından itibaren Çin’e karşı tarife artışlarını hızlandırdı. Çin de buna karşılık verdi. Günün sonunda ortalama gümrük tarifeleri yüzde 21’lere kadar tırmandı. Ticaret savaşları her iki ekonomiyi de yordu. İmalat sanayi üretimi azaldı; ticaret hacmi daraldı; ekonomik büyüme yavaşladı.
Anlaşmanın İçeriği
Her iki taraf, bu ilk savaşın kendi ekonomileri üzerinde yarattığı tahribatın yaralarını sarmak ve daha ciddi anlaşmazlıkların pazarlık konusu olacağı yeni ticaret müzakerelerine kadar güç toplamak için ateşkes ilan ettiler. 15 Ocak’ta imzalanan birinci faz ticaret anlaşması ile birlikte iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar geçici bir süreliğine dondurucuya kaldırıldı.
ABD anlaşma kapsamında 120 milyar dolarlık Çin ürünlerine uyguladığı ek tarife oranını yarıya indirdi. Ancak 250 milyar dolar tutarındaki Çin mallarına yönelik devreye girmiş olan yüzde 25’lik ek tarifeler kaldırılmadı. ABD ikinci faz anlaşma için bunu bir pazarlık kozu olarak kullanmayı planlıyor.
Anlaşma önümüzdeki iki yıl boyunca Çin’in imalat sanayi, enerji, hizmet ve tarım sektörlerinde ABD’den gerçekleştirdiği ithalatı en az 200 milyar dolar arttırmasını taahhüt altına alıyor. Anlaşmanın amacına uygun olarak bu alım taahhütleriyle birlikte ABD’nin Çin’e karşı verdiği dış ticaret açığının azaltılması hedefleniyor. Çin’in ABD’den yapacağı ilave 200 milyar dolarlık ithalatta 77,7 milyar dolarla imalat sanayi ürünleri ilk sırada yer alırken, bunu 52,4 milyar dolarla enerji, 37,9 milyar dolarla hizmetler sektörü ve 32 milyar dolarla tarım ürünleri takip ediyor.
Çin, önümüzdeki iki yıllık süreçte ABD’den daha fazla ürün ithal edeceğinin taahhüdünü verirken, toplamda yapacağı ithalatta bir artışa gitme eğiliminde değil. Bu karar, ABD’den daha fazla mal ve hizmet satın alacak Çin’in diğer ülkelerden daha az ithalat yapacağına işaret ediyor. Örneğin, Çin ABD’den daha fazla tarım ürünü ithal ederken Brezilya’dan gerçekleştirdiği yağlı tohum ve et alımını kısabilir. Endüstriyel makine alımlarını AB ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Tayvan’dan yapmak yerine ABD’den ithal edebilir. Avustralya ve Katar’dan gerçekleştirdiği LNG alımının bir kısmını ABD’den karşılayabilir.
Uluslararası ekonomi alanında dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olan Peterson Institute for International Economics’ten Chad Bown sürece yönelik değerlendirmesinde birinci faz ticaret anlaşmasında verilen alım taahhütlerinin yüzde yüz yerine getirilmesinin zor olacağının altını çiziyor. Bown bunu değerlendirmesini Çin’in düşme eğiliminde olan ekonomik büyüme projeksiyonunu ve ABD’nin Çin’den gelecek ilave talep artışına anında cevap verme esnekliğini göz önünde bulundurarak yapıyor.
Çin’in taahhütleri sadece ithalatla sınırlı kalmıyor. Çin anlaşma kapsamında ayrıca fikri mülkiyet haklarını korumaya yönelik yeni yasal düzenlemeler yapacağının ve Amerikan şirketlerinden gelen teknoloji transferlerinde gönüllülük ilkesine ve piyasa koşullarına bağlı kalacağının sözlerini de verdi. Anlaşmanın detaylarında ticari sırlarını çalanların cezalandırılması ile korsan ve sahtecilikle mücadele konusunda iki ülke arasında etkin bir iş birliği mekanizması kurulmasına da vurgu yapılmış.
Pekin hükümeti, Wall Street’in hoşuna gidecek şekilde Amerikan kurumlarının Çin finans sektörüne girişini kolaylaştırıcı yönde reform adımları atacağını belirtti. Bu durumun gerçekleşmesi halinde Çin finans sisteminin liberalleşme ve dışa açılma süreci hız kazanacaktır. Anlaşma metni içerisinde tarafların rekabetçi kur devalüasyonlarından kaçınması ve ticari avantajları için döviz kuruna başvurmamasının altı çizilmiş. ABD, anlaşmanın bir parçası olarak Çin’in kur manipülatörü olduğuna yönelik resmi suçlamalarını geri çekti.
Taahhütlerin Gerekçesi
Birinci faz anlaşma bir anlamda Çin’in aşırı verdiği ödün ve taahhütler sonucu ciddi bir yükümlülük altına girdiğini gösteriyor. Pekin’in böylesi bir anlaşmayı kabul etmesinde ekonomik gerekçelerin yanında siyasi kaygılarının da etkili olduğu söylenebilir. Çin son dönemde büyüme ve istihdam yaratma hızındaki gerilemenin ülkede sosyal tansiyonu yükseltmesinden çekiniyor. Büyümeyi yeniden canlandırmak, Çin’e sosyal sorunlarına çözüm bulması için ilave bir zaman kazandırabilir. Pekin, böyle bir anlaşmaya imza atarak ABD’nin Hong Kong, Tayvan ve Sincan gibi bazı hassas meseleleri kaşımasının belli ölçülerde önüne geçmeyi amaçlamış da olabilir. Çin, 2020’deki ABD başkanlık seçimlerinin sonucunu görmek ve ikinci faz anlaşma için başlanacak müzakerelere yönelik olarak pazarlık gücü depolamak için de yüzde yüz uyması zor olan ve bazı afaki taahhütleri de kapsayan bir anlaşmanın altına imza atmış olabilir. Pekin yönetimi Çinli şirketlere verilen sübvansiyonlar ve kamu iktisadi teşebbüslerinin yol açtığı haksız rekabet avantajları gibi ABD ile yaşadığı ekonomik anlaşmazlıkların en kritik meselelerine karşılık gelen konuların tartışmaya açılmasının belli bir süre daha ertelenmesini de kısa vadeli bir kazanç olarak görmüş olabilir.
Sırada Ne Var?
Trump’ın kameralar önünde bir gösteriye dönüştürdüğü birinci faz anlaşma kapsamlı ve uzun vadeli bir çözümden ziyade yüzeysel ve sembolik bir anlaşmadır. ABD ve Çin arasındaki mesele, basit bir dış ticaret dengesizliğinden ibaret değildir. İki ülke arasında yaşananlar, teknoloji rekabetinin merkezde olduğu bir hegemonya mücadelesidir. Dolayısıyla birinci faz anlaşmanın ticaret savaşını sonlandırmasını beklememek lazım. Zaten taraflar da ikinci faz anlaşmaya yönelik müzakerelerin daha çetin geçeceğini her fırsatta vurgulamaktan geri durmuyor.
2020 seçimlerinin kazananı kim olursa olsun, ABD Çin’in gelişimini yavaşlatmak için çeşitli stratejileri ve politikaları uygulamaya devam edecektir. Korumacı önlemleri ve ticaret savaşlarını konuşmaya bir süre daha devam edeceğiz. Obama, tarife dışı engelleri devreye sokarak ve Amerikan sanayicisine teşvikler vererek ABD’nin Çin’e karşı rekabet gücünü arttırmaya çalışmıştı. Trump ise kendi tarzına uygun olarak gümrük tarifelerini agresif şekilde kullanmayı tercih etti. Belki de Çin’i masaya oturtmanın tek yolu buydu.
ABD, son yılların en hızlı büyüyen gücü Çin’i yavaşlatmak için her yolu deneyecektir. 2020 seçimlerinden galip çıkarak Başkanlık koltuğuna oturacak kişi, Tek Kuşak Projesi’ni baltalamak için mücadele edebilir; Çin’in Afrika ve Ortadoğu’da yapmaya çalıştığı stratejik yatırımların önünü kesmeye çalışabilir; Çin’in Asya’daki en önemli ticaret partnerleri ile geniş kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması imzalayabilir. Çin ise ABD’nin uyguladığı korumacı önlemlere yönelik bağışıklığını arttırıcı önlemlerle ve yeni teknoloji hamleleriyle birlikte ekonomik gelişim yolunda hız kaybetmemeye çalışacaktır.