Kriter > Dış Politika |

Haşdi Şa’bi Sorunu ve Irak’ın Geleceği


Uluslararası toplumdan Suriye’deki insani kriz ve bölgedeki DEAŞ terörü karşısında etkin bir konsensüs beklendiği bir dönemde, mevcut denklem daha da içinden çıkılmaz bir hal almış bulunuyor. Farklı boyutları olan bu durumu iki temel neden üzerinden açıklamak mümkün.

Haşdi Şa bi Sorunu ve Irak ın Geleceği

Uluslararası toplumdan Suriye’deki insani kriz ve bölgedeki DEAŞ terörü karşısında etkin bir konsensüs beklendiği bir dönemde, mevcut denklem daha da içinden çıkılmaz bir hal almış bulunuyor. Farklı boyutları olan bu durumu iki temel neden üzerinden açıklamak mümkün.

Öncelikle Suriye’de artık kronikleşen iç savaştan büyük zarar gören Türkiye’nin sınırlarını temizlemek için söz konusu ülkede Ağustos sonundan bu yana sürdürdüğü operasyonlar dışında hiçbir devlet şeffaf ve amacı belirli şekilde bölgede etkin bir kara operasyonu yapmaya yanaşmıyor. Bu noktada DEAŞ’ı hedef alan hava saldırıları bir kenara konulursa, bölgedeki keşmekeşin ortaya çıkardığı terörle mücadelenin birinci derecede Türkiye gibi mağdur ülkeler tarafından yürütülmesi gerektiği kanaatinin özellikle Batı başkentlerinde yaygın olduğu anlaşılıyor. Bu görüntü, temel varlık nedeni üyelerinin güvenliği ve dünya barışını sağlamak olan uluslararası teşkilatların sorgulanması kadar, Türkiye’nin uluslararası ittifaklarını gözden geçirmesini de gerektirmektedir.

Mevcut denklemin ikinci nedeni ise bölgede hakim puslu havada bazı devlet dışı ve nihai amaçları net olmayan örgütlerin meydanı boş bulmuş olmasıdır. Bu anlamda Suriye’de PYD-YPG, Irak’ta ise Haşdi Şa’bi gibi örgütler mevcut istikrarsız ortamı daha da derinleştirme riski barındırmaktadır.

17 Ekim 2016’da Musul’u DEAŞ’tan temizlemek için ABD önderliğinde başlatılan operasyon bu riski bir defa daha gün yüzüne çıkarmıştır. Haziran 2014’te Musul’un DEAŞ’ın eline geçmesini takiben Ayetullah Ali Sistani’nin yaptığı cihat çağrısı üzerine kurulan Haşdi Şa’bi’nin Musul operasyonuna katılacağı yönündeki açıklamalar Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmış ve bunun Irak’ta bir mezhep çatışmasını körükleyeceği belirtilmiştir. Sistani, cihat fetvasında halkı DEAŞ terörü karşısında silahlanmaya ve örgütle mücadele etmeye çağırmıştı. Süreç içerisinde bölge halkı DEAŞ ile Haşdi Şa’bi terörü arasında kalmaya mahkum bırakılmış bulunuyor. Dahası söz konusu örgüt bölgedeki demografik yapının değiştirilmesi için elverişli bir araç olarak kullanılmaktadır. Haşdi Şa’bi’yi hangi devletlerin neden desteklediği ve bu yapının amacının ne olduğu soruları büyük önem arz etmektedir. Ancak öncelikle bu örgütün yapısından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.

Mezhepçi Örgütler: Herkes için Kaos

Irak Milli Güvenlik Müsteşarı Falih el Feyyaz, Haşdi Şa’bi çatısı altında 140 bin kadar milisin olduğunu belirtmiştir. El Feyyaz’ın Haşdi Şa’bi’siz DEAŞ’ın elindeki bölgelerin geri alınamayacağı yönündeki ifadeleri açıklamasındaki belki en kritik noktadır. Diğer taraftan yeknesak bir doğası bulunmayan Haşdi Şa’bi kırkı geçkin gruptan oluşmaktadır. Irak Başbakanı Haydar el İbadi’nin söz konusu oluşumun herhangi bir siyasi parti ya da toplumsal grupla alakası olmadığı yönündeki açıklamaları örgüt konusundaki tedirginliği bertaraf etmek bir tarafa daha da artırmıştır. Zira Haşdi Şa’bi içerisinde yer alan “Asaib Ehlilhak” gibi unsurlardan Sünniler aleyhinde sert açıklamalar gelmektedir. Koalisyon içindeki diğer önemli bir unsur da “Bedir Tugayları”dır.

Bu dağınık yapısına rağmen Haşdi Şa’bi,el İbadi hükümeti tarafından kurumsal bir kisveye büründürülmeye çalışılmakta ve devlet kaynaklarından örgüte bütçe ayrılmaktadır. Haşdi Şa’bi Sözcüsü Ahmed el Esedi’nin Irak silahlı kuvvetlerinin parçası olduklarını ve bu nedenle Musul operasyonuna katılmalarına kimsenin itiraz edemeyeceğini iddia etmesi de örgüte meşruiyet sağlama hamleleri arasında sayılabilir. “Halk Seferberliği” adındaki bir örgütün devletin silahlı güçlerinin organik bir parçası haline gelmesi ve hangi kaynaklardan devşirildiği net olmayan milislerin Irak’ın kaderinde bu derece etkin hale gelmesi kuşkusuz ironik olduğu kadar riskli de bir durumdur.

Haşdi Şa’bi ve Bölge Ülkeleri

Haşdi Şa’bi özellikle Türkiye ile İran-Irak ekseninde önemli bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslam dünyasında akan kanı durdurma ve mezhep çatışmasını önleme çağrısına, İran’daki Düzenin Maslahatını Belirleme Konseyi Sekreteri ve eski Devrim Muhafızları Komutanı Muhsin Rızai’nin birkaç gün önce verdiği cevabın, İran’ın bölge politikaları konusundaki tavrına ilişkin olumlu mesajlar vermediği ortadadır. Türkiye ile DEAŞ arasında ilişki bulunduğu yönündeki temelsiz iddialarıyla bilinen Rızai bu iddialarını yenilemiştir.

DEAŞ gibi terör örgütlerinin bölgede neden olduğu yıkıma sürekli vurgu yapan İran, Haşdi Şa’bi’nin Irak’taki Sünni unsurlar için arz ettiği tehlikeyi dikkate almamaktadır. İran’da Türkiye ve Suudi Arabistan’ın ABD’nin çizgisinden giderek bu örgütü zayıflatma çalışmalarında bulunduğu yönündeki iddialar da olayın bir başka vahim veçhesidir. Bu tarz değerlendirmelerin Feyyaz’ın, “Uluslararası hiçbir ortamda Haşdi Şa’bi aleyhinde bir şey söylendiğini duymadım” açıklamasıyla arz ettiği çelişkinin açıklanacak bir tarafı yoktur.

Gerek resmi açıklamalarda gerekse de medyada sürekli olarak Selefilik ve Vahhabilik ile mücadele üzerinden bölge politikalarını meşrulaştırma çabasına giren İran bir anlamda DEAŞ karşıtı savaşı Şiilerin tekeline almak ve Sünni unsurlar üzerinde baskı kurmak istemektedir. Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve başka İranlı askeri unsurların Irak’taki operasyonlarda yer alması Haşdi Şa’bi’nin İran’ın genel bölge politikalarındaki yerini açıkça ortaya koymaktadır.

Eski İranlı büyükelçi ve diplomat Ebu’l Fazl İslami’nin geçen sene yaptığı açıklamalar bu anlamda dikkat çekici iddialar içermektedir. Ebu’l Fazl İslami bir röportajında İran’ın bölgedeki bazı zararlı unsurlarla ilişki içerisinde olduğunu iddia etmiş ve “İran, DEAŞ’ın varlığından çok farklı boyutlarda yararlanmıştır. Bu örgütün varlığı sayesinde İran, Irak ve Suriye’deki varlığını temellendirmiştir” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Krizin Kurumsallaşması

Uluslararası toplumun Suriye ve Irak’ta süregiden kriz karşısında bütünlükten ve koordinasyondan uzak hamlelerde ısrar etmesinin şimdiye dek krizi derinleştirmekten başka bir sonucu olmamıştır. Türkiye’nin mevcut insani krizin Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü riske atmadan sonlandırılması gerektiği yönündeki çağrıları sonuç vermediği gibi atılan adımlar yeni oldubittiler doğurmaktadır. Bölgede Haşdi Şa’bi gibi mezhep odaklı yapılara prim verilmesi ise kuşkusuz yalnızca DEAŞ’la mücadeleyi mecrasından saptırmakla kalmayacak aynı zamanda daha büyük krizlere de kapı aralayacaktır. DEAŞ’ın bölgede neden olduğu muazzam yıkımın böyle bir senaryoyu ortaya çıkarması muhtemel facianın en belirgin ve dramatik örneğidir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası