Prof. Dr. Üstün Dökmen bir YouTube programında üç yıl önce yaptığı ve çok tepki alan konuşması kendisine hatırlatılınca şöyle dedi: “Oradaki rehber öğretmenlerin çoğunluğu ya da yaklaşık yarısı başörtülüydü. Evet konuşmama tepki gösterildi ama bunlar temelsiz trol tepkileridir. Trol kendini saklayan, korkak, cesur olmayan, kafası çalışmayan kişilerdir”. Dökmen, 2019’da Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği söz konusu bu programda “Nasıl bir pilot sarhoş olmamalı, bir Hristiyan psikolog haç takmamalı ise rehberlik öğretmeni de başörtülü biri olmaz!” demiş. YouTube programında konu tekrar gündeme taşınınca tarafsızlığın önemine vurgu yaparak uzun uzun anlattı: “Söylediğim aynen şu, birtakım mesleklerde başörtülü olunabilir, mimar olabilir, inşaat mühendisi olabilir. Milli eğitim izin verdiği için öğretmen olabilir, milli eğitim izin verdiği için. Hakime savcıya karışmıyorum, benim alanım değil, karışmıyorum. Fakat başörtülü psikolog, başörtülü psikiyatrist, başörtülü PDR uzmanı olması meslek etiğine aykırıdır. Ben Atatürk’ü çok seviyorum ama muayenehanemde onun resmini de bulundurmuyorum. Futbol taraftarlığı dahi görünmemeli”. Sözlerinden de anlaşıldığı üzere Dökmen öğretmenlerin, hakim ve savcıların da başörtülü olmasından yana değil. Her iki meslek için de şerh düşerek, ikişer kez tekrarlıyor ve aslında “İzin verilmezse başörtülü öğretmen de olamaz”, “Hakim ve savcıları da alanındaki profesyoneller düşünmeli” demek istiyor. Buna mukabil mesela başörtülü kadın inşaat mühendisi ya da mimarsa onlara karışmıyor.
Elbette Üstün Dökmen’in “Sarhoş pilottan başlayarak takım taraftarlığı”na kadar muhtelif mukayeseli argümanları 60-70 yıl boyunca yargı mensuplarının, siyasilerin, akademisyenlerin hatta bazı ilahiyat fakültesi hocalarının “Başörtüsü Kur’an’da yoktur dolayısıyla İslam’da yoktur, başörtüsü siyasal İslam talebidir”, “Kur’an’da kast edilen kadınların göğüslerini açıkta bırakmayıp örtmeleridir”, “Başörtüsü bir bez parçasıdır”, “Başörtüsü saçın bir kısmının açık kalmasıdır, türban takmak hiç saç kılı göstermemektir” benzeri argümanlarına nispetle daha fazla ve daha ileride zırva niteliği taşımıyor! Mesele argümanlar değil zaten, mesele sadece başörtüsü de değil, mesele sadece kadınlar da değil, mesele sadece adı çok geçen 28 Şubat da değil. Türkiye’de mesele, insanların 1930’lardan başlayarak İslam ve onun pratiklerine inanma ve uygulama hürriyetlerine sahip olup olmaması ve nihayet birkaç yıldır bunun yasal zemine kavuşması ve geçmişin bir daha asla yaşanmaması. Ama madem Dökmen’in beyanlarıyla yine ve yeniden alevlenen bu tartışma “başörtüsü” üzerinden açıldı, biz de oradan ilerleyelim.
Trollük Meselesi
28 Şubat 1997’de değil ondan 30 yıl önce 1967’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okuyan Hatice Babacan üniversiteye başörtüsüyle geldiğinde İslam Tarihi Öğretim Üyesi Neşet Çağatay onu dersten atarken “19 yıldır biz ilahiyata başörtülü birini sokmadık, sen ne hakla başörtüsü takıyorsun” demişti. Babacan olayı tarihe geçti, hesabını yapmak kolay değil ama denilebilir ki böyle tarihe geçmeyen on binlerce isimsiz kız var; ya bu sebeple okula hiç adımını atamayan yahut üniversitede perişan edilen yahut adım attıktan sonra atılan. Ki Babacan’ın okuldan atılmasıyla sonuçlanan bu hadise de medyada ve akademide çıkan analiz ve makalelere göre, “Siyasal İslam ve türban bombasının fitiliydi”, yıllarca böyle tanımlandı! Her ne kadar “Siyasal İslam ve siyasal İslamcılar tanımı” bir etiket olarak bugün hala muteberse de bu tartışmada göründüğü üzere post-truth dünyada olduğumuz için belki şimdi trend olan başka bir etiket daha var: Troller ve trollük.
Yıllardır Dökmen’i severek takip ettiğini ama YouTube yayınındaki beyanlarıyla çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını yazan üstelik bu durumu dahi sosyal medyada çok kibar bir dille ifade eden yüzlerce insan böylece “Troll” oldu. Haliyle Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP), siyasilerinden, eski ve değiştiği iddia edilen Türkiye’nin neferlerinden “Troll” çıkmadı. Sadece Halk TV’de 16 Ağustos’ta Konuşmasak Olmaz” adlı programda İsmail Saymaz ve Kadri Gürsel bu konuyu ele aldılar. Orada da Kadri Gürsel, Üstün Dökmen üzerinden hükümeti, hükümete yakın medya organlarını “Troll ve siyasi İslamcılar” diye tavsif etti ve bu hadiseyle yeniden daha düne kadar yaşadığı bütün o travmaları hatırlayıp, çok tabii olarak endişe duyan ve yeniden aynı şeyleri yaşamaktan korkan milyonlarca insan da “Troll” ve “Siyasal İslamcı” oluverdi. Yaklaşık 30 dakikası bu mevzuya ayrılan programda İsmail Saymaz, Dökmen gibi düşünmediğini şeksiz şüphesiz beyan etti, başörtüsü ya da dini inancı gereği neyi taşımak istiyorsa kamusal alanda da sosyal alanda da taşıyabileceğini, zaten birinci dereceden ailesinde kim varsa bütün kadınların başörtülü olduğunu, iktidarın el değiştirmesi ve yeniden aynı uygulamaların başlaması halinde de mağdurlarla beraber kavga edeceğini taahhüt etti. Açıkçası tam bir “Troll” konuşması olmasa da insaflı bir gözle söylemek gerekirse samimiydi. Kadri Gürsel “Bu tartışmayı şanssız ve saçma sapan” diye tanımladı: Saçma sapan tarafı elbette Dökmen değil. O saçmalamıyor, o sadece etik bir çerçeve çiziyor, saçma sapan tarafı onun söylediklerine balıklama atlayan siyasal İslamcıların ve iktidar trollerinin hali! Neden saçmalıyorlar, söyledi: “Çünkü sinekten yağ çıkarma derdindeler, arıyorlar acaba işimize ne yarar son zamanlarda söylenenlerden yeniden siyasetimize korku oluşturacak ne malzeme buluruz diye bakınan tabiri caizse bir güruhla karşı karşıyayız”.
Ve şunları da ekledi Kadri Gürsel: “Bu bir kere etik bir tartışma. CHP hem sözde hem davranışta başörtüsü konusunu içselleştirmiştir, başörtüsü konusunda arızalı olan siyasal İslamcılar ve iktidardır. Hala 28 Şubat’ta yaşıyor, kendi travmalarından kurtulamamış, büyük bir güce kavuşmalarına rağmen başörtüsü sorununu da ilk aşamada güçle çözmelerine rağmen hala ve hala geçmişin travmalarına, takıntılarına kalmış durumdalar, bu çok içler acısı bir durum”. Yalan da sayılmaz tabii bu söyledikleri ama sadece iktidar değil milyonlarca insan için de durum aynı! Bu arada Kadri Gürsel, İsmail Saymaz’dan yaşça daha tecrübeli bir gazeteci olarak YouTube kanallarında yayın yapanların bu dönemde soru sorarken çok hassas olmak zorunda olduklarını, zira bu nevi görüşlerin iktidar tarafından muhalefete teşmil edildiğini belirterek bu tip yayın yapanları ikaz etti. Bir de eskiye dönüşün karşısında bir sigortadan söz etti: “İktidar el değiştirse bile 6’lı masada CHP’den başka bir tek sol görüşlü parti yok. Bu partilerden üçü siyasal İslam kökenli diğer ikisi AK Parti’den çıkmış”.
Kadri Gürsel’in konuşmasından da sezildiği gibi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, CHP’li siyasilerin, medya organlarındaki gazetecilerin de Dökmen’in bu YouTube röportajına ve beyanlarına tepki koyamasalar da üzüldükleri muhakkak. Tıpkı geçen yıl Fikri Sağlar’ın başörtülü hakim çıkışı sonra sosyal medyadaki “Türban da tıpkı içki karşıtlığı, faiz karşıtlığı, yılbaşı kutlaması karşıtlığı gibi siyasal İslam ideolojisinin alameti farikalarından biridir” açıklamasında olduğu gibi. Zira Dökmen’in de Fikri Sağlar’ın da saçma dahi olsa samimiyetle ifade ettiği bu görüşleri, bir nevi “pişmiş aşa su katmak” addediyorlar. Halbuki bu doğru değil; “Ne aş pişti” ne de “su katanlar” sadece Dökmen ve Sağlar. Söz konusu gazetelerdeki yazı ve yorumlar televizyon programlarında siyasi ya da değil konuklar takip edildiğinde üstelik günlerce değil sadece tek bir günde dahi açıkçası çok zengin bir içerikle karşılaşılıyor.
CHP’liliğin Başörtüsü Meselesi
Siyaset elbette üç yıl müşteri olma taahhüdü karşılığı verilen emekli promosyonları gibi 3-5 kişiyi sahneye koymaktan ibaret değil, nedamet getirmek ve getirdiğine ikna etmek de kolay değil. Fakat bireysel ilişkilerden toplumsal ilişkilere kadar konu ne olursa olsun pişmanlık samimi ve gerçek olduğunda da tuhaf bir şekilde çoğu zaman anında, hemen sezilir. Birkaç yıldan bu yana CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu İslam dinini pratik eden ya da etmeyen mütedeyyin Müslümanları ikna etmek için birtakım ziyaretler yaparak ve “konuşarak”, onun dışında parti teşkilatında tepede ya da tavanda kim varsa onlar da “susarak” nedamet getiriyor! Kılıçdaroğlu bu çaba dahilinde mesele burada bahsettiğinden ibaret olmasa da en azından “Yıllarca başörtüsünü ağzımıza doladık, insanların hayatı mahvoldu” diyor ki doğru. Fakat diğer taraftan “Başörtüsü sorununu biz çözdük” diye tekrarlıyor ki bu doğru değil.
14 yıl önce AK Parti’yi kapatma davası açılmasına da sebep olan “411 el kaosa kalktı” manşetiyle duyurulan üniversitede başörtüsü hürriyetine dair yapılan değişikliğin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açan CHP milletvekillerinden biri de bugün CHP’nin lideri olan Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Bundan 2 yıl sonra yasağın kaldırılması tekrar gündeme geldiğinde ise buna mani olmamalarını şartlara bağlayan da bu defa Genel Başkan sıfatıyla Kılıçdaroğlu’ydu; “Türban, üniversite dışındaki eğitim kurumlarına taşınmayacak, kesinlikle kamu hizmeti verenlere yaygınlaştırılmayacak, sınırları hukuki güvenceye bağlanacak”. 2010’da aslında bu sorunun çözümüne dair adım atmak yerine zamana bırakılmasının daha doğru olacağını da söylemiş ve eklemişti “Gün gelecek belki de türbanlı kardeşlerimiz türban takmayacak”. Gerçek olan şu ki AK Parti iktidarı, üniversiteliler için başörtüsü sorununu çözdükten sonra Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP muhalefet etmedi. AK Parti hükümeti demokratikleşme paketi dahilinde kamuda dini simge taşıma hürriyeti getirdikten sonra artık o konuda da mukavemet etmedi, onun yerine yeni bir söyleme başvurdu: “Başörtüsü sorununu biz çözdük”. Başka bir deyişle “Biz karşı çıksaydık çözemezdiniz” demek istediği anlaşılıyor. Ama bu da doğru değil, zira yargı ayağıyla birlikte vesayet sistemi çökmüş ve CHP’den çok önce Stalinist terör örgütü PKK dahi tabanındaki beyaz tülbentli kadınlara tahammül etmekle yetinmemiş, halkın bu konudaki tercihine teslim olmuş ve 2015’te HDP bile ilk başörtülü milletvekilinin aday olmasına izin vermişti.
Her şeye rağmen CHP liderinin bugünkü pozisyonu ve partisinin de bu pozisyona sessiz kalması dahi olumludur ama kesinlikle ikna edici değildir. Tıpkı Deniz Baykal’ın bu yöndeki hamleleri gibi… Baykal Kasım 2008’de İstanbul Sultangazi’de “Başörtülüsü, türbanlısı, açık başlısı, genci, yaşlısı, kadını, erkeği hep birlikte yola çıkıyoruz” diyerek başörtülü birkaç kadını CHP’ye üye yaptığında, gazeteci Fikret Bila’nın konuyla ilgili uzun röportajında şöyle yanıt vermişti: “Bu görüntü, CHP çizgisiyle bir çelişki oluşturmuyor. Tam aksine, bu bir kırılma noktasıdır. Örtülü kadınlarımız AKP'ye mahkumiyet zincirlerini kırıyorlar”. Kılıçdaroğlu başörtülü üyeyle yetinmedi, iki yıl önce ilk kez başörtülü 1996 doğumlu bir avukat kadının Parti Meclisi üyesi seçilmesine de ön ayak oldu. Ama tıpkı helalleşme toplantılarında öne çıkan profiller gibi Sevgi Kılıç da Kılıçdaroğlu’nun ikna etmeye çalıştığı geniş kesimler açısından temsil değeri taşımıyor.
Gazeteci Nevşin Mengü iki yıl önce Sevgi Kılıç’la bir röportaj yaptı ve gerçekten de böyle bir profile dönük sorulabilecek ne varsa sordu. Mengü’nün de çok vahim ve acı yaşanmışların farkında olduğunu sorularıyla hissettirdiği bu röportajda Sevgi Kılıç’ın yanıtları bu açıdan dikkat çekici: Mesela “28 Şubat ve CHP’nin tutumuna dair soruya bir daha yaşanmamalı derken yanıtı şöyle “O dönemde karşı tarafta sağ kesimde şeriatı isteyen hatta laikliği yıkacağız diyen laikleri öldüreceğiz diyen söylemler var. Yani iki grubun da birbirine çok sert noktalarda karşılık verdiği bir dönem”. Devrim yasalarının günümüzde yeniden yorumlanmasına ihtiyaç olup olmadığı yönündeki bir soru için görüşü ise şöyle “Şimdi kılık kıyafet devrimi olsun alfabe devrimi olsun… Hem alfabe devrimi eğitimimize katkı sağlamıştır. Çünkü bir ülkenin nasıl açıklayabilirim size bunu, yeniden varoluşunda kendi etnik benliğini ortaya çıkartan bir noktadadır. Kılık kıyafet devrimi ise bir bütün içerisinde toplum içerisinde yaşamamıza olanak sağlamıştır”. Kılıç, toplumda kimsenin kategorize edilmemesi gerektiğini dile getirirken, başörtüsü meselesine girmemeye imtina ediyor ama “Başta laiklik olmak üzere 6 oka gönülden bağlı olduğunu” anlatıp ne kadar CHP’li olduğuna ikna etmek için gerçekten çok çabalıyor. Bu konuda başarılı da; hatta genç PM üyesini radyodan dinleyen biri klasik bir CHP’li konuşuyor yorumunu yapabilir. Ki geçenlerde başörtülü birkaç kadın ve aralarında sakallı erkeklerin bulunduğu bir grup da mesela CHP liderinin helalleşme çağrılarına cevaben bir toplantı yaptılar! Onlar da bir bir sahneye çıkıp İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’yla yan yana oturan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na dönüp “Siz dahliniz olmadığı halde bizden helallik istiyorsunuz, esas siz bize hakkınızı helal edin” dediler. Zaten CHP’ye yakın yayın organları da toplantıyı “Halk helalleşme çağrılarına yanıt verdi” diye duyurdu…