Kriter > Dış Politika |

21. Yüzyılda Soykırım ve İsrail Sorunu


Gazze’de devam eden soykırım ile yaklaşık 30 bin çocuk ve kadının kitle imha silahlarıyla katledilmesi karşısında gerekli hukuki aktiviteyi gösteremeyen uluslararası hukuk kurumlarının meşruiyeti ve varlık sebebi artık tartışılır hale gelmiştir. 1947’den itibaren Filistin toprakları, İsrail tarafından adım adım işgal edilmiştir. Harita, savaş ile değil soykırım ile bu hale getirilmiştir.

21 Yüzyılda Soykırım ve İsrail Sorunu
İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Magazi Mülteci Kampı'na düzenlediği saldırıda el-Saidi ailesinden hayatta kalan tek kişi 7 yaşındaki Yafa oldu. (Ashraf Amra / AA, 27 Ağustos 2024)

Soykırım, hukukçular kadar sosyologların, psikologların ve tarihçilerin de araştırması gereken en ağır insanlık suçudur. Çünkü bu suçun önlenebilmesi için soykırım suçu faillerinin; psikolojilerinin, inançlarının ve yetiştikleri kültür ortamının derinliğine analiz edilmesi gerekir. Günümüzde sömürünün, modern köleliğin, daha vahimi ise soykırımın devam ediyor olması, insanlığın büyük bir mesafe katedemediğini, tam aksine modern çağdaki soykırımların kitle imha silahlarıyla işlenmesi nedeniyle daha da kötüye gittiğini göstermektedir.

20. yüzyılın ilk yarısında insan eliyle yapılan büyük katliamlardan sonra; insan haklarını korumak, muhtemel katliamları önlemek üzere Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde ve devletler arasında uluslararası sözleşmeler yapılmıştır. Aynı amaçla BM, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gibi hukuk mekanizmaları kurulmuştur. Ancak çok yakın geçmişte Avrupa’nın ortasında Boşnak soykırımı ve günümüzde bütün insanların vicdanını kanatan Gazze soykırımı, bu uluslararası hukuk normlarının ve hukuk mekanizmalarının arzulanan sonucu doğurmadığını çok net olarak ortaya koymaktadır.

Gazze’de devam eden soykırım ile yaklaşık 30 bin çocuk ve kadının kitle imha silahlarıyla katledilmesi karşısında gerekli hukuki aktiviteyi gösteremeyen uluslararası hukuk kurumlarının meşruiyeti ve varlık sebebi artık tartışılır hale gelmiştir.

1947’den itibaren Filistin toprakları İsrail tarafından adım adım işgal edilmiştir. Harita savaş ile değil soykırım ile bu hale getirilmiştir. Uluslararası hukuk açısından baktığımızda İsrail’in fiilleriyle ilgili karşımıza çıkan ilk hukuk metni, Soykırımı Önleme Sözleşmesidir.[1]

 

Uluslararası Hukuk Kurumlarının Hukukla İmtihanı

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 1. maddesi “Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın Uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.” hükmünü taşımaktadır.

Bu hükme göre; eğer İsrail gerçekten bir devlet ise Gazze’de soykırım suçu işleyen failleri öncelikle İsrail yargı mercilerinin yargılayıp mahkum etmesi gerekir. Çünkü uluslararası yargı mercileri tamamlayıcı yargı mercileridir.

Sözleşmenin 3. maddesinin ilk üç bendi Gazze’de, İsrail tarafından bir günde yüzlerce defa ihlal edilmektedir. Bu nedenle suç faillerinin yargılanması için uluslararası hukuk kurumlarına müracaat edilmiştir.

Uluslararası ceza hukuku normları ve uluslararası ceza mahkemelerinin içtihatları göz önüne alındığında, bir kişinin doğrudan öldürülmesine karışmak dahi toplu yok etme olarak değerlendirilebilir. Bir failin eyleminin veya ihmalinin toplu katliam olayının bir parçası olduğunun farkında olması koşuluyla, tek bir kişiyi öldürmesi veya ölümüne sebep olacak şartları hazırlaması, eyleminin de toplu yok etme suçunu oluşturabileceğine hükmedilmiştir.[2] Hedeflenen grubun bireylerinin doğrudan veya dolaylı olarak ölümüne neden olan her türlü dolaylı eylem veya ihmal ya da kümülatif eylem de toplu yok etme eylemi olabilir.[3] Sanığın cinayetlere katılımı uzaktan veya dolaylı katılım yoluyla olabilir.[4] Zira toplu yok etme fiili, yöneticilerin talimatları ile gerçekleşmektedir. İmha, aynı zamanda ölüme neden olacak yaşam koşullarının oluşturulmasını da içerir.[5] Sanığın çok sayıda insanı hapsetmek, yaşam, gıda ve ilaç ihtiyaçlarını engellemek gibi sonuç itibariyle toplu ölüme yol açan fiilleri de toplu yok etme suçu kapsamında değerlendirilir.[6]

Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokoller, saldırılara karşı korunan çeşitli mülk türlerini de belirler. Uluslararası hukuka göre mülkiyetin kapsamlı olarak tahrip edilmesi şeklindeki ağır ihlal, taşınmaz ve taşınır malları kapsar. Düşman topraklarında bulunan ve etkin işgal altında olmayan topraklardaki mülkler ve çatışmaya dahil olan bölgedeki tüm mülkler korunmaktadır.[7] Sözleşmeler, sivil bir hastanenin “hiçbir durumda bir saldırıya hedef olamayacağını, ancak çatışmanın taraflarınca her zaman saygı duyulacağını ve korunacağını” öngörmektedir.[8]

Uluslararası hukuk kuralları ve uluslararası ceza mahkemelerinin içtihatları ile belirlenen bu ilkeler, İsrailli soykırımcılar tarafından Gazze ve Filistin’de günde yüzlerce defa ihlal edilmektedir. Resmi verilere göre, 7 Ekim 2023 tarihinden günümüze kadar İsrailli yetkililer çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 40 binden fazla sivil Filistinliyi tasarlayarak ve vahşice katletmiş, 90 bini aşkın insanı da yaralamıştır. Bu soykırım; güvenli alan olarak gösterilen ve uluslararası hukukun koruduğu Birleşmiş Milletlere ait yapılar, okullar, hastaneler, camiler, kiliseler, mülteci kampları, göç halinde yolda olan siviller bombalanarak yapılmaktadır. Soykırım, İsrail’in devlet politikası haline gelmiştir. Bu soykırım; sürekli ve kesintisiz bir şekilde ambargo uygulayarak, Filistinli çocukların yaşamları için zaruri olan gıda, su, ilaç gibi temel yaşam ihtiyaçlarına ulaşmalarını engelleyerek, Filistinlilerin mülklerine zorla el koyarak, onları göç etmeye zorlayarak, hukuki dayanağı olmadan tutuklayarak, hapsederek, işkence ederek, hastaneleri, ibadethaneleri yok ederek, kimyasal silahlar da dahil olmak üzere kitle imha silahlarıyla kadınları ve çocukları sistematik şekilde öldürerek devam etmektedir.

İsrail'in Gazze işgali, İNFO

Gazze’deki İsrail Soykırımı Nedeniyle Uluslararası Hukuk Kurumlarına Başvurular

Bilindiği üzere UAD, BM’nin adalet organı olarak kurulmuştur. BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca kendiliğinden UAD statüsüne taraftır.

Güney Afrika Cumhuriyeti, imzacı devlet olduğu Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 9. maddesi uyarınca İsrailli yetkililerin Gazze’de soykırım suçunu işlediği iddiası ile ihtiyati tedbir talepli olarak UAD’ye başvurmuştur.

UAD; 26 Ocak ve 28 Mart 2024 tarihlerinde “İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze'deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze'deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren bir ay içinde, alınan tüm tedbirler hakkında Mahkeme'ye bir rapor sunmasına” şeklinde tedbir kararı vermiştir.

24 Mayıs 2024 tarihinde Divan, Refah'ta sıkışan Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı insani felaket tehlikesi nedeniyle daha önce hükmettiği tedbirlerin yeterli olmadığını belirterek, İsrail’in Refah kentine yönelik askeri saldırılarını derhal durdurmasına ve Gazze'de acilen ihtiyaç duyulan hizmetlerin ve insani yardımın engelsiz bir şekilde sağlanabilmesi için Refah Sınır Kapısı'nı açık tutmasına karar vermiştir. Ayrıca, BM yetkili organları tarafından soykırım iddialarını araştırmak üzere görevlendirilenlerin Gazze Şeridi'ne engelsiz erişimini sağlamak üzere etkili tedbirler almasına ve alınacak tüm tedbirlere ilişkin bir ay içinde mahkemeye bir rapor sunulmasına hükmetmiştir.

Gazze’deki soykırım ile yaralanmış olan insanlık vicdanı, bu tedbir kararlarını yetersiz bulmakla birlikte olumlu olarak yorumlamıştır. Bu tedbir kararlarına rağmen soykırımcılar saldırılarını daha da şiddetlendirerek katletmeye devam etmişlerdir. Bu sebeple Güney Afrika Cumhuriyeti, kötüleşen şartlar nedeniyle 2. ve 3. kez ek tedbir talebinde bulunmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Gazze’de işlenen soykırıma Birleşmiş Milletler dahil her zeminde en güçlü tepkiyi gösteren, soykırımcıların bir gün mutlaka yargılanıp cezalandırılacağını yüksek sesle dile getiren tek lider olmuştur. Bu tepkinin tabii sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığı davaya 7 Ağustos 2024 tarihinde müdahale talebinde bulunmuştur. 44 sayfalık dilekçede soykırım suçunun maddi ve manevi unsurları analiz edilmiştir. Soykırım suçunda devlet sorumluluğu ile bağlantılı olarak, Gazze Şeridi'nde İsrail devlet yetkilileri ve devlete izafe edilebilecek diğer kişiler tarafından işlenen soykırım eylemlerinin, İsrail’in hükümet aygıtı içinde sistematik bir şekilde düzenlendiği ifade edilmiştir. Sözleşmenin 2. Maddesi kapsamında soykırım fiilleri, deliller ve Divan içtihatları çerçevesinde tek tek tahlil edilmiştir.

Davaya müdahillik UAD Statüsünün 62. ve 63. Maddelerine göre yapılabilmektedir. Nikaragua 62., Kolombiya, Libya ve Meksika ise 63. Md. uyarınca müdahillik bildiriminde bulunmuştur. Filistin Devleti ise terditli olarak, hem 62. hem de 63. maddesine göre başvuruda bulunmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti 7 Ağustos 2024 tarihinde, Statünün 63. maddesi uyarınca Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığı davaya müdahillik talebini iletmiş ve sürecin sıkı sıkıya takipçisi olacağını bir kez daha vurgulamıştır.

Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) İsrail davası
Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) İsrail aleyhindeki soykırım davasına müdahillik beyanını Divan'a sundu. Türkiye böylece Nikaragua, Kolombiya, Libya, Meksika, Filistin ve İspanya’nın ardından UAD'deki Güney Afrika-İsrail arasındaki soykırım davasına müdahillik bildiriminde bulunan yedinci ülke oldu. (Dursun Aydemir / AA, 7 Ağustos 2024)

 

İstanbul 2 No’lu Baromuzun Başvuruları

İsrailli soykırımcıların uluslararası hukuk nezdinde yargılanması için atılmış en önemli adımlardan birisi de şüphesiz Baromuzun UCM’ye ve BM’ye yaptığı başvurulardır. İlk başvuru dilekçemiz çok kısa bir sürede farklı ülkelerden 3 bin 61 hukukçu tarafından imzalanmıştır. 23 Kasım 2023’te UCM Başsavcılığı ile görüşmeler yapılmış, sonrasında dilekçemiz sistem üzerinden delilleriyle birlikte UCM Başsavcılığına ulaştırılmıştır. 24 Kasım 2023 tarihinde Cenevre’de BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve diğer görevliler ile görüşülmüş başvuru dilekçesi Birleşmiş Milletlere de teslim edilmiştir.

Bilindiği üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsüne göre; soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu faillerini yargılayan sürekli bir mahkemedir.

Baromuz tarafından yapılan ilk başvuruda bu hükme uygun olarak; işgalci ve soykırımcı İsrailli faillerin Gazze’de gerçekleştirdiği, soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları ayrı ayrı delilleriyle birlikte analiz edilmiştir. Dilekçede bir yandan Roma statüsündeki normlar değerlendirilirken bir yandan da uluslararası ceza mahkemelerinin önceki içtihatları değerlendirilmiştir. İşlenen suçlar delilleriyle ortaya konulmuştur.

Baromuzun Uluslararası Ceza Mahkemesi başvurusunu diğer başvurulardan ayıran en önemli özelliklerinden biri Mahkeme’ye sunulan delillerdir. Başvuru dilekçesine ek olarak ilk etapta 3 klasör, sonrasında ise 5 klasör hacminde somut delil Mahkeme’ye sunulmuştur. Deliller arasında Gazze’de saldırıya, bombalamalara maruz kalmış, yaralanmış, işlenen vahşete bizzat şahit olmuş mağdurların noter huzurunda alınmış ve noterce tasdik edilmiş beyanları, video görüntüleri, fotoğraflar, tanık ve fail beyanları bulunmaktadır.

Baromuzun hazırladığı dosyalar, delil klasörleriyle birlikte Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine de teslim edilmiştir.

Gazze’de İsrailli yetkililer tarafından işlenen soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçları ve saldırı suçlarının artarak devam etmesi ve katledilenlerin yarısına yakınının çocuk, yüzde 70’inin ise çocuk ve kadınlar olması karşısında baromuz “çocuk soykırımı” ve “kadın soykırımı” ile ilgili iki ayrı dosya daha hazırlamıştır. Çocuk ve kadın soykırımı nedeniyle hazırlanan bu dosyalar bütün insanların imzasına açılmıştır. Çok kısa bir sürede Türkiye’de yaklaşık 450 bin imzaya ulaşılmıştır. İmzalama, baromuzda fiziken veya “gazzeicinimza.org” sitesinden online olarak yapılabilmektedir. Baromuz tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesine yapılan başvurular, bütün insanların ortak vicdanını temsilen yapılmaktadır. Bu bakımdan soykırıma karşı çıkan bütün insanların imza verebilmesi için; Çince, Hintçe, Rusça, Arapça, Urduca, İngilizce, Almanca, İspanyolca, Boşnakça, Endonezce, İtalyanca, Portekizce, İbranice olmak üzere farklı dillerde imza kampanyası başlatılacaktır. Çocuk ve kadın soykırımı ile ilgili hazırladığımız dosyalar da delilleriyle birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesine ve Birleşmiş Milletler UNICEF’e teslim edilecektir.

Baromuz hukuki süreçleri titizlikle takip etmektedir. Vicdan sahibi bütün insanları, bu insanlık dışı soykırıma karşı çıkmaya davet ediyoruz.

 

[1] BM Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla kabul edilmiş olan sözleşmeyi İsrail 1949’da imzalamış, 1950’de ise onama suretiyle katılmıştır.

[2] Kayishema, TJ 147; Bagilishema, TJ 88.

[3] Rutaganda, TJ 83; Brđanin, TJ 389; Athanase Seromba, Case No. ICTR-2001-66-A, Appeal Judgement, 12 March 2008, 189.

[4] Rutaganda, TJ 81; Kayishema, TJ 146.

[5] Stakić, AJ 256-257, citing Ntakirutimana et al., AJ 539.

[6] Kayishema, TJ 146; Brđanin, TJ 389.

[7] Orić, TJ 582 citing Kordić, AJ 74.

[8] Bkz. Örn. Naletilid, TJ 575; Brđanin, TJ 586.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası