Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, enerji, dış politika, ekonomi ve iç siyasete ilişkin Kriter Genel Yayın Yönetmeni Fahrettin Altun'un sorularını yanıtladı.
Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde gerilim yaşandığı bugünlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Şangay İş birliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliği çıkışı geldi. Böyle bir dönemde Türkiye’nin ŞİÖ’ye üyelik adımı diplomatik ve ekonomik olarak ne anlama geliyor?
Türkiye artık eski Türkiye değil. Çok boyutlu bir dış politika uyguluyor. Çevresindeki ya da dünyadaki gelişmelere duyarsız kalmıyor. Bölgesel ve küresel barış ve istikrara katkı sunmak için her türlü girişimin içinde yer alıyor, elini ve hatta gövdesini taşın altına sokuyor. Bir taraftan üç milyon mülteciye ev sahipliği yaparken diğer taraftan dünyanın hangi köşesinde bir mazlum ve ihtiyaç sahibi varsa elini uzatıyor, yardımına koşuyor. Bir yandan kendi sınırları içinde kırk yıldır kan döken hain bölücü terör örgütü PKK ve devletin içerisine sızarak 15 Temmuz’da hain darbe girişimine kalkışan FETÖ ile mücadele ederken diğer yandan dünyayı ve bölgeyi tehdit eden örgütlere karşı da mücadelenin içerisinde yer alıyor.
Dış politika, terörle mücadele ya da diğer konularda Türkiye’nin son on dört yıldır izlediği omurgalı siyasetin enerji alanında da bir yansıması var. Biz her zaman şunu diyoruz: “Kazan-kazan prensibi ile tüm paydaşlarının çıkarını koruyan, bölgesel arz güvenliğini önceleyen, dünyada barış ve huzura katkı yapacak tüm inisiyatif ve projelerin içerisinde yer alır, parçası oluruz.” Bunu kabullendiğiniz ve anladığınız zaman Türkiye’nin adımlarını okumak da kolaylaşıyor. ŞİÖ de bu şekilde. ŞİÖ’nün Soğuk Savaş sonrası kurulduğu ve “üç bela” diye nitelendirilen terör, mezhepçilik ve kökten dincilik yani DEAŞ, FETÖ gibi dini alet eden illegal yapılarla mücadeleyi esas dava olarak benimsediğini göz önünde bulundurursak Türkiye’nin neden ŞİÖ’ye yaklaştığını daha iyi anlarız.
Bugün dünyada görece uzun geçmişe sahip BM ya da AB dahil pek çok uluslararası örgüt 21. yüzyılın insani krizlerine, teröre ve çözüm bekleyen pek çok sosyo-ekonomik meseleye bırakın çare olmayı, bu meselelerin maddi gerçekliğini tanımaya bile yanaşmıyor. Dolayısıyla Türkiye parçası olduğu uluslararası toplumun içinde bulunduğu krizleri aşması için her türlü bölgesel ve uluslararası iş birliklerinde bulunmak ve buralarda gündem belirleyici olmak durumunda.
ŞANGAY BEŞLİSİ’NE KAYITSIZ KALAMAYIZ
Türkiye ŞİÖ’ye üye olmayı tartışırken bir anda örgütün Enerji Kulübü’nün dönem başkanı olduğu haberi geldi. Bu süreç nasıl gelişti?
ŞİÖ’ye üye ülkeler dünya elektrik üretiminin yüzde 36’sını, doğalgaz üretiminin yüzde 23’ünü, ham petrol üretiminin yüzde 21’ini ve kömür üretiminin yüzde 60’ını karşılıyor. Doğalgazın yüzde 28’inin, ham petrolün yüzde 25’inin ve kömürün yüzde 65’inin tüketimini de yine bu ülkeler gerçekleştiriyor. Enerji üretim ve tüketimindeki dağılımda en büyük orana sahip birlik olan ŞİÖ’nün söz konusu alanda daha derin iş birliği yapması gerektiği tezi ilk defa 2006 yılında gündeme geldi ve buradan hareketle 2013 yılında Enerji Kulübü kuruldu.
Örgütte üye, gözlemci ve diyalog ortağı olan ülkeler dünyanın önde gelen enerji üretici ve tüketicileri arasında yer alıyor. Bu nedenle oluşturulacak ortak politikaların ülkelerin sürdürülebilir büyüme çabaları ve ulusal ekonomilerine pozitif katkı sağlama potansiyelinin büyüklüğü hususunda görüş birliğine varılmasıyla kulübün daha geniş boyutta faaliyet göstermesi kararlaştırıldı. Bu bağlamda devlet ve hükümet başkanları tarafından kabul edilen “Çok Uluslu Ticaret ve Ekonomik İş birliği Programı”nda yer alan enerji, ekonomi ve güvenlik alanındaki kararların uygulanmasında Enerji Kulübü’nün önemli bir rol üstlenmesi tayin edildi. Şimdi bu denli büyük bir enerji iş birliğine Türkiye’nin kayıtsız kalması elbette düşünülemez.
Enerjide dışa bağımlılığı yüksek bir ülke olarak biz her zaman kaynak, tedarikçi ülke ve rota çeşitlendirmesini savunuyoruz. İş birliklerinin “kazan-kazan” prensibince hem artırılmasını hem de derinleştirilmesini savunuyor ve uluslararası her platformda Türkiye’nin enerjideki tezlerini anlatmayı önceliklendiriyoruz. İşte bu amaçla kulübün 22 Kasım’da Moskova’daki toplantısına katıldık. ŞİÖ Enerji Kulübü kuruluş mutabakatına göre dönem başkanlığı yalnızca üye ülkeler arasında Kiril alfabesindeki sıralamaya göre dönüşümlü olarak üstleniliyordu. 22 Kasım’da yapılan toplantıda örgütte henüz sadece “diyalog ortağı” statüsü ile yer alan Türkiye’nin de savunduğu “Sadece üye ülkeler değil gözlemci ve diyalog ortağı gibi tüm statüdeki ülkeler de dönem başkanlığını üstlenebilsin” önerisi kabul edildi. Ayrıca dönem başkanlığının ülkelerin Rus alfabesindeki sırası yerine gündem esasına göre belirlenmesi hususu da bizim önerimiz doğrultusunda kararlaştırıldı. Kuruluş metninde yapılan bu temel değişiklikler doğrultusunda yeni dönemin yani 2017 yılının dönem başkanının Türkiye olmasına oy birliği ile karar verildi.
DÜNYA ENERJİ GÜNDEMİNE TÜRKİYE YÖN VERECEK
ŞİÖ Enerji Kulübü dönem başkanlığının Türkiye’ye getirisi ne olacak?
Dünyada enerjinin genel görünümüne baktığınızda önümüzdeki yirmi yılda talep artışının ağırlıklı olarak doğuda gerçekleşeceğini görüyoruz. Enerjinin ekonomik büyüme ve ulusal rekabet gücünün en önemli girdisi olduğunu kabul edersek büyüme aksı doğuya kayarken buraya kayıtsız kalmamız beklenemez. BRICS ülkelerinin üçü ŞİÖ’ye üye veya üyeliği tamamlanmak üzere. Yani ŞİÖ üyeleri bu büyümenin önde gelen aktörleri. Türkiye ise derinliği her geçen gün artan enerji piyasaları, kaliteli insan kaynağı ve yüksek kurumsal kapasitesi ile bu gelişmelere katkı sunabilecek ve yön verebilecek bir ülke. Dönem başkanlığımızda bu çerçevede ŞİÖ’nün enerjide birlik olarak yapılanması konusunda kurumsallaşması yönünde adımlar atacağız. Ülkelerin içerisinde enerji şirketleri, akademik temsilciler ve sivil toplum örgütlerinin olduğu milli bölümlerin kurulması 2017 ajandamızın önemli bir gündemi. Bunların diğer üye ülke milli komiteleri ile bir araya geleceği platformların kurulması enerji iş dünyamız, bilim insanlarımız ve sivil toplum örgütlerimizin bu büyüyen piyasalara açılmasını ve etkileşimde olmasını sağlayacak. Kulübün 2017 yılı üst düzey toplantısı Türkiye’de yapılacak. Dünya Enerji Kongresi’nden sonra bu kez ŞİÖ’nün enerji gündemi Türkiye’de masaya yatırılacak.
Bunun yanında bu toplantı öncesinde konseyin enerji alanındaki ajandası Türkiye tarafından oluşturulacak. Önemli bir kazanç da bizim bu bir yıllık dönem başkanlığı süresince kendi gündemimizle ilgili üye ülkelerden özellikle uluslararası platformlarda destek alma imkanı olacak. Özellikle Paris Anlaşması çerçevesinde dile getirdiğimiz “ülkelerin özel şartlarının dikkate alınması” önerimize daha somut destek bulacağımıza inanıyoruz. Bu çerçevede ilk olarak 22 Kasım’da Moskova’daki toplantıda tezlerimizi dile getirip toplantı sonuç bildirgesine, “Paris Anlaşması’nda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke sınıflandırması özel şartlar dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir” ifadesini dahil ettik. Bu konuda Çin Halk Cumhuriyeti’nin başını çektiği ve iklim değişikliği müzakerelerinde adeta bir “veto noktası” işlevi gören G77 ülkeleri grubunun desteğini almamız fevkalade önemli oldu.
Türkiye son dönemde dış politikasında revizyona gitti. Bu bağlamda Rusya ve İsrail ile yakınlaşmanın dış politika, güvenlik, enerji ve yatırım alanlarına etkileri nasıl olacak?
Önceki soruda da bahsettim. Türkiye’nin dış politikası uzun vadeli bir perspektife sahip. Çok boyutlu, yapıcı, gerçekçi ve sorumlu bir siyaset anlayışıyla bencil olmayan, bölgesinde bir barış ve refah çemberi kurmayı hedefleyen, istikrar ve güvenlik üreten, kalıcı istikrarın önünü açan bir düzenin tesisini amaçlıyor. Güvenlik ve enerji başta olmak üzere uluslararası alandaki politikalarımızı genel dış politika çerçevemiz ve bölgesel vizyonumuzdan hiçbir zaman ayrı düşünmedik.
İbn-i Haldun’un ünlü bir deyişi vardır: “Coğrafya kaderdir.” Türkiye konumu gereği Asya, Avrupa, Kafkaslar ve Afrika ile olan yakınlığımız nedeniyle pek çok coğrafyanın kaderini paylaşıyoruz. Bu sebepten çok eksenli bir politika yürütmek zorundayız ve coğrafyamızın kaderini refahı en yüksek seviyeye çıkaracak şekilde çizmeliyiz. Türkiye ikili ve bölgesel ilişkilerini geliştirirken bu ilişkilerin yaratacağı sinerjiyle küresel barış, istikrar ve güvenliğe de katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Enerji iş birliğine bakışımızdaki üç kriterden bahsettim. Rusya ve İsrail özelinde konuya dönecek olursak her iki ülkenin doğal kaynaklarının dünya pazarları ile buluşmasında gerek siyasi istikrarı gerekse en ekonomik transfer yollarına sahip olması nedeniyle Türkiye önemli bir komşu ve ekonomik potansiyeliyle önemli bir pazar. Enerji kaynaklarının savaş ve ihtilaf değil barış ve huzurun kaynağı olduğu bir bölge ikliminin oluşturulması için her türlü iş birliğine hazırız. Enerjideki iş birliğinin ülkelerin diğer alanlardaki ortaklığına da pozitif katkı yapacağına inanıyoruz. Bu nedenle bölgemizde siyasi dengeler yeniden kurulurken enerji projelerini bölgesel barışın tesis edilmesi, refahın artırılması ve ülkeler arasındaki iş birliği ve dayanışmanın güçlendirilmesi için önemli bir istikrar aracı olarak görüyoruz.
Karşılıklı güven ne kadar artar ve iş birliği ne kadar derinleşirse, ihtilaflı zeminler o kadar ortadan kalkar ve sorunlu alanlarda ortak çözümler o kadar hızlanır. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi, İsrail’in “Gazze’ye ambargonun kaldırılması” şartımız ile bir kere Gazze’ye nefes aldırıyor. Şimdi karşılıklı projelerde, enerji alanındaki iş birliklerinde biz Gazze’ye yapılacak elektrik ve diğer enerji yatırımlarını gündeme getiriyoruz. Bunun bu coğrafyada huzur ve istikrara katkısı yok mu? İnanın tüm alanlarda konulara bu pencereden bakıyoruz. Huzur ve istikrara ne şekilde katkı sağlayabiliriz? Kanayan yaralara nasıl merhem olabiliriz?
Tabii bizim gösterdiğimiz bu yaklaşımı Batı’nın gösterdiğinden söz etmek bugün maalesef mümkün değil. Örneğin AB Doğu Akdeniz’deki gazın kendi arz güvenliği için önemini kabul ederken bunun önündeki en önemli engel olan Kıbrıs sorunu ile ilgili çözüm iradesini ortaya koymuyor. Tam tersine çözümü güçleştiren unsur olan Ada’nın iki toplumlu yapısını ve sorunun hakkaniyetli çözümünü görmezden geliyor.
Rus gazının Karadeniz’in altından geçerek Türkiye topraklarına, buradan da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınmasını içeren Türk Akımı anlaşmasının imzalanması ne gibi yeni açılımlar ve meydan okumalar yaratacak?
Türk Akımı aslında bizim “Batı Hattı” diye adlandırdığımız Rusya’dan çıkıp Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan üzerinden bize gelen doğalgaz boru hattının alternatifi. Bu Rusya ile Ukrayna arasındaki transit anlaşmasının 2019 yılının sonunda bitmesi ve iki ülke arasındaki malum krizin bir yenilemeyi engellemesinden dolayı atılan bir adım. Bir kere bu hatta Rusya’nın da, Türkiye’nin de ihtiyacı var. Rusya’nın en büyük ikinci müşterisi olan Türkiye’ye gazı bir şekilde iletmesi lazım. Bizim de en büyük tüketim alanımız olan Trakya ve Marmara’nın batısına bu gazı getirmemiz lazım. 2020 yılına giderken arz güvenliğimizle ilgili tedbirlerimizi almamız gerekiyor. İkinci hat dediğimiz Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecek hat özünde Rusya ile Avrupa ülkelerinin arasındaki anlaşmaya dayanıyor. Avrupa’nın arz güvenliğinde önem arz eden boru hattı projelerine baktığımızda ister bugün yapımı devam eden TANAP olsun isterse de tartışılan Türk Akımı projesi ve Doğu Akdeniz çerçevesinde gündeme taşınan boru hattı projesi olsun Avrupa’ya doğalgaz ulaştırılmasında Türkiye’nin önemi ortada. Avrupa’nın arz güvenliği için en önemli ülkelerin başında Türkiye geliyor. Avrupa’nın bunu artık iyi okuması lazım. Güvenlik konusunda Avrupa için en kilit ülke biziz. Bu mülteci meselesinde de, enerji arz güvenliğinde de öyle. Ancak Avrupa’nın kendisi için bu kadar konuda kilit konumda olan Türkiye ile ilgili aldığı kararlar büyük soru işaretleri oluşturuyor. Biz Avrupa ile her alanda güvene dayalı ilişkiler kurmak isterken, bugün Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerine karşı Avrupa’da anlam verilemeyen gelişmeler yaşanıyor.
TÜRKİYE AVRUPA İÇİN DOĞAL PARTNER KONUMUNDA
AB’nin enerji vizyonu ile Türkiye’ninki ne ölçüde uyuşuyor? Güneydoğu Avrupa ile enerji bütünleşmesi nasıl olmalı? Avrupa ile Türkiye arasındaki güncel tartışmaların enerji alanında yansımaları olur mu?
Doğrusu burada Avrupa’nın yazılı enerji vizyonu ile fiilen gerçekleşen uygulamalarındaki çelişkiler nedeniyle tek bir vizyondan bahsetmek mümkün değil. Zira entegre, tek bir enerji piyasası olma vizyonu olan AB, özellikle belli ülkelerin tamamen münferit enerji politikaları izlemesi nedeniyle bu vizyondan uzak uygulamalar içerisinde. Bir taraftan kaynak çeşitlendirmesi ve tek bir ülke bağımlılığını azaltmaktan bahsederken diğer taraftan 55 milyar metreküplük Kuzey Akım II projesini destekleyebiliyor. Bu da özellikle AB’nin son dönem üyelerinde büyük rahatsızlık yaratıyor. Az önce söyledim; Türkiye Avrupa için doğal partner ve hatta kilit ülke konumunda. Doğal iş birliklerinin seyredeceği güzergah ve Avrupa’nın güvenlik politikaları açısından bunu söyledik.
Türkiye mevcut konjonktürde bölgesinin en istikrarlı, en dinamik ve ekonomik açıdan en güçlü ülkesi. Orta ve uzun vadeli, geniş hacimli ve büyük bütçeli projeleri hayata geçirmek için de bölgedeki en güvenilir partner konumundayız. Dolayısıyla AB ve Türkiye’nin enerji vizyonlarının beraber değerlendirilmesinde temel yaklaşım bu olmalıdır. Biz bu yaklaşımdayız ama maalesef Avrupa’nın Türkiye ile ilgili önceliklerinin farklı olduğunu görüyoruz. Siyasi ve ekonomik konjonktür birbirini besleyerek ve etkileyerek ilerliyor. Bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Ama öte yandan ülkelerin ekonomik çıkarlarını güvence altına alırken siyasi atmosferin inişli çıkışlı seyrinden doğrudan etkilenmeyeceğini de hesaba katmalıyız. Avrupa’nın maalesef kendi değerleri ile çelişen birtakım yaklaşımlarda bulunduğuna şahit oluyoruz. Biz enerji iş birliğinde nasıl üç kriter ortaya koyuyorsak, o projeyi gerçekleştirdiğimiz ortaktan da aynı hassasiyeti bekleriz.
TÜRKİYE TÜM BÖLGENİN KAZANMASINI İSTİYOR
Türk Akım’ı konusundaki projeler beklendiği gibi ilerleyecek mi? Gerçekleştiğinde Türkiye’nin kazanımı ne olacak?
TANAP bence son dönemin en önemli projesidir, devam ediyor. Türk Akımı’nın 2019’da hayata geçmesini hedefliyoruz. Tabii olabilecek iş birlikleri bununla sınırlı değil. Elbette başladığı noktanın çok gerisinde ama Kuzey Irak buna bir örnek. Ancak tüm bu fotoğraf şunu gösteriyor: Bölgede istikrar, huzur ve güven olmadan enerji iş birliği olmaz. Biz sadece Türkiye’nin değil tüm bölgenin kazanmasını istiyoruz. Bunu her platformda vurgulayacağız. İnşallah enerji iş birlikleri sadece Türkiye’nin ekonomik faydasına değil tüm sorunlu coğrafyalarda huzur, barış ve istikrarın kazanmasına vesile olur.
Türkiye’nin yenilenebilir enerji tablosunu nasıl görüyorsunuz? Bu yönde potansiyel nedir ve ne gibi atılımlar yapılabilir?
Ülkemiz yenilenebilir enerji kaynakları bakımından son derece yüksek bir potansiyele sahip. Rüzgar, güneş, hidrolik ve jeotermal kaynaklarında Türkiye’nin kaynak dağılımını ciddi oranda değiştirebilecek bir potansiyel görüyoruz. Burada öncelikle doğru bir vizyon ve planlama ile güçlü bir altyapı oluşturmamız gerekiyor. 2016 yılının başından itibaren bu alanda bir süreç başlattık. Bu sürecin en önemli prensibi yatırımları artırırken ithalata dayalı maliyetleri ve cari açığı yükselten bir yaklaşım içinde olmamaktır. Türkiye’nin potansiyeli, iç pazar imkanı ve bunun yanında bölgesi için konumu ile sağladığı avantaj ortada. Biz doğru bir strateji ile Türkiye’yi bu alanda teknoloji ve üretim üssü haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bu strateji doğrultusunda yatırıma elverişli bir yenilenebilir sektörü yaratmak adına gerek yasal düzenlemeler gerekse yeni finansman modelleri oluşturmak için ihtiyaç duyulan adımları atmaya başladık.
Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) projesi kapsamında enerji kaynak dağılımımızda güneşin payını yüzde 1’in altından çok daha yukarılara çıkarmak için süreci başlatmış olduk. Karapınar’da güneş yatırımı için tahsis ettiğimiz bin megavatlık alandan sonra 2017’nin ilk çeyreğinde rüzgar için de benzer bir yatırım hamlesinin ilk adımını atacağız. Tek bir alanda olmasa da belirlediğimiz farklı bölgelerde ciddi bir kurulu güç yatırım tahsisi ile rüzgar enerjisinin kaynak dağılımımız içindeki payını yüzde 5’lerden daha yukarılara çıkaracağız. Bu bağlamda yerli ve yenilenebilir enerji yatırımları ile enerji arz güvenliğimizi temin edecek ciddi bir AR-GE birikimi oluşturacak, istihdamı artıracak ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyecek bir sektör yapısını kuracak adımları atmaya zaten başladık. Bu stratejimizi genişleterek devam ettirecek ve yenilenebilir enerji alanında da bölgesel bir cazibe merkezi olma hedefi için gayret göstereceğiz.
Türkiye nükleer enerji konusunda hangi aşamada? Bu alanda hedeflerimiz neler?
Nükleer enerji konusunda da adımlarımızı hızlandırarak Akkuyu’da ilk reaktörü 2023 yılında devreye almayı planlıyoruz. Bugün artık dünyada en ileri teknoloji ile üretilen yüksek güvenlik standartlarına sahip reaktörler kullanılıyor. Türkiye de bu teknolojiden mahrum kalmayacak. Her üç nükleer santral de bu kapsamda en ileri teknoloji ile inşa edilecek. Sinop’ta inşa edilecek ikinci nükleer santralimizle ilgili süreç devam ederken önümüzde üçüncü nükleer santralin yerinin belirlenmesi aşaması var. Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulu güç kaynak dağılımındaki payını artırdığımız gibi, nükleer yatırımlarımızla enerji arz güvenliğimizi artırma ve dışa bağımlılığı azaltma noktalarında ciddi bir mesafe kat etmiş olacağız.
Ancak nükleer ile ilgili kamuoyunda yaratılan olumsuz hava ve bilgi kirliliği konunun doğru bir şekilde ele alınıp tartışılmasına engel oluyor. Her şeyden önce şunu açık ve net bir şekilde ifade etmek gerekir ki nükleer enerji sera gazı emisyonlarını azaltma hedeflerimize ulaşmamız açısından vazgeçilmez. Ayrıca nükleer santraller gerekli tedbirler alındığında en güvenilir ve en sorunsuz elektrik üretim tesisleri olarak kabul edilir. Bugün dünyada üç önemli nükleer kaza yaşanmıştır ki her birinden dersler çıkarılarak tedbirler en üst seviyelere yükseltildi. Türkiye olarak biz de bu alanda güvenlik noktasında tüm kriterleri karşılayacağımızı vatandaşlarımıza ifade ediyoruz. 28 üyeli AB ülkelerinin yarısında toplam 128 nükleer reaktör bulunuyor. AB’nin toplam nükleer kurulu gücü 119 GW ve Avrupa 2014 yılında elektrik ihtiyacının yüzde 26,9’unu nükleer enerjiden karşıladı. Avrupa’da üretilen nükleer elektriğin yarısını tek başına 58 reaktörü ile Fransa üretmiş. Fransa 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizini, hızlı bir şekilde ülkenin nükleer enerji kapasitesini artırarak aşmış. Fransa bugün sadece elektriğinin yüzde 75’ini nükleerden üretmekle kalmıyor aynı zamanda buradan ürettiği elektriği ihraç ederek yılda 3 milyar avro kazanıyor. Bakın bu hafta İsviçre’de yapılan referandumda ülkenin nükleer enerji programına son vererek reaktörleri hızla kapatmayı öneren tasarı reddedildi.
Dünyada çevrecilik, gelişmişlik, özgürlükler ve demokraside örnek gösterilen, referans kabul edilen ülkelerden birinde bu karar alınıyor. Fotoğraf çok net ortada. Türkiye’nin bu kaynaktan faydalanmaması düşünülemez. Bugüne kadar Türkiye ileri teknoloji içeren böylesine bir yatırımdan neden uzak tutuldu? Esas bunun sorgulanması gerekir. Türkiye’nin hemen yanı başında 1970’lerin teknolojisi ile inşa edilen ve 2005 yılında ömrünü dolduran Ermenistan’daki Metzamor Nükleer Santrali için bilim adamları sürekli tehlike uyarısı yaparken, ülkemizdeki nükleer karşıtı lobi nedense bu konuyu hiçbir zaman gündeme getirmemektedir.
GELECEK ÜLKEMİZ İÇİN DAHA İYİ OLACAK
Ekonomide bir yavaşlama olduğu dile getiriliyor. Bununla ilgili kanaatinizi öğrenebilir miyiz? Yakın ve uzun vadede ekonomiyi canlandırmak için neler planlanıyor?
Bugün dünya ekonomileri çok kritik bir dönemden geçiyor. Dünyadaki zenginliğin batıdan doğuya kaydığı bir dönemi yaşıyoruz. Yaşanan ekonomik dalgalanmalar Türkiye’den ziyade küresel değişimlerden kaynaklanıyor. Böyle dönemlerde bakılması gereken belli başlı kriterler var: Güçlü bir iç pazar, yetişmiş ve nitelikli iş gücü, güçlü mali politikaların olması gibi. Milletimiz müsterih olmalı. 2001 ve 2008 krizlerinde büyük tecrübeye sahip olmuş ve yaşanan tüm küresel çalkantılara rağmen büyümesini sürdüren bir Türkiye var. Her şeyden önce ekonomiler için en büyük önemi arz eden istikrar var. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği ve sayın Başbakanımızın başkanlıklarında üzerine düşenleri çok iyi bilen ve süreci çok doğru okuyan bir iktidarımız var. Kritik süreçlerden geçiyoruz ancak ben geleceğin ülkemiz açısından çok daha iyi olacağına inanıyorum.
Genelde Türkiye özelde ise bakanlığınız açısından bir 2016 değerlendirmesi yapabilir misiniz?
2016 yılı Türkiye açısından çok zor ancak çok hayırlı süreçlerle geçti. Kırk yıldır üzerine yatırım yapılan iki terör örgütü deşifre oldu. Bu deşifre ile birlikte milletimizin artık kuklalara değil kuklacılara baktığı ve onları muhatap aldığı, olayları buna göre okuduğu yeni bir dönem başladı. 17-25 Aralık’tan sonra bir örgütün maskesi düşmüştü. Çözüm Süreci’nin sabote edilmesi ile ikinci örgütün de maskesi net bir şekilde indi. Devletimiz Fetullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) karşı önemli bir mücadeleyi başlatmaya hazırlanırken 15 Temmuz hain darbe girişimi yaşandı. Milletimiz çıplak elleriyle bir darbeyi engellerken özgürlüğe, iradesine ve demokrasisine ne kadar önem verdiğini gösterdi ve “Artık bu ülkede size darbe yaptırmayız” mesajını çok net bir şekilde verdi.
Diğer taraftan şehirlerde tarihinin en büyük ve en kanlı kalkışmasına hazırlanan PKK terör örgütüne büyük bir darbe vuruldu. Şehirlerde bitme noktasına gelen bu örgütün insanlarımıza uyguladığı zulme son verildi. Devlet ve milletin yeniden kenetlenmesi sağlandı. Bu noktada maalesef çok fazla şehit verdiğimiz ancak ülkemizin uçurumun kenarından döndüğü, güçlenerek ve kenetlenerek çıktığı çok zor süreçleri yaşadık. Enerjide ise göreve başladığımızda malumunuz Rusya ile uçak hadisesi yaşamıştık. Oradaki durum bizi yaşanabilecek tüm senaryolara karşı tedbirlerimizi almaya, adımlarımızı hazırlamaya ve bunu önceliğimiz yapmaya itti. Özellikle doğalgaz arz güvenliğinde yapmamız gerekenleri hazırladık. Bunların başında depolama projelerimizi gerekli kapasite artışlarını da sağlayarak hızlı bir şekilde hayata geçirmemiz geliyordu. Bunun için düğmeye bastık. Ayrıca yine bu alanda dünyanın gittiği yön olan LNG piyasasında en etkili sonuç alabileceğimiz projeler için –ki yüzer LNG terminali (FSRU-Floating Storage Regasification Unit) projesi bunun başında geliyor– stratejimizi belirledik.
Arz güvenliğinin yanında yine öncelikli bir gündemimizi elektrik dağıtım alanında vatandaşlarımızdan gelen şikayetler oluşturdu. Kesintiler ve hizmet kalitesi noktasında bazı tespitlerimiz oldu. Bu alanda da hızlı bir şekilde bir yatırım programını devreye aldık. Ülkemizin elektrik dağıtım altyapısını yenilemek için 18 milyar liralık bir programın startını verdik. Yine bununla birlikte elektrik dağıtım alanında vatandaşımızın memnuniyeti için dağıtım şirketlerimize bir dizi ödevler getirdik. Bunların başında çağrı merkezlerini belli bir standarda kavuşturmak geliyordu. Bu alanda da çok hızlı sonuçlar aldık hamdolsun. Öte yandan madencilik alanında Türkiye’nin zenginliğini ortaya çıkarmak için daha önce yıllık 300 bin metrelerde kalan sondaj miktarını 1 milyon metreye çıkarma hedefi koyduk. Bunu ülkemizin jeofizik ve jeokimya haritalarını çıkararak destekleme kararı aldık. Ortaya çıkarılacak zenginliklerin hızlı ve etkili bir biçimde ekonomimize kazandırılması için modeller çalışmaya başladık. İşte bu alanda en önem verdiğimiz zenginliğimiz olan yerli kömürümüz için yeni bir ihale modeli geliştirdik.
Termik santral kurmaya dayalı devlete alım garantisi kapsamında en ucuz elektriği satacak firmaya yatırıma hazır kömür sahalarını vereceğiz. Ayrıca yine başlattığımız YEKA stratejimizi tamamladık ve ilk ihale olan Karapınar için düğmeye bastık. Hamdolsun, enerji alanında önemli stratejileri uygulamaya muvafak olduğumuz bereketli bir yıl oldu. Ama bununla yetinmiyoruz. İnşallah 2017, 2016’dan çok daha iyi olacak. Çok çalışacak ve hedeflerimize bir adım daha yaklaşacağız.