Kriter > Söyleşi |

Türkiye’nin Geleceği Cumhurbaşkanlığı Sisteminde


Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Kriter'e konuştu: "Parlamenter sistemde yürütme yetkisi bölündüğü için güçlü bir yönetim sağlanamamaktadır."

Türkiye nin Geleceği Cumhurbaşkanlığı Sisteminde

16 Nisan'daki referandumda oylanacak Anayasa değişikliği, Türkiye'de sistemsel dönüşüm çabalarının sonucu olarak gündeme geldi. Yıllardır siyasi aktörler tarafından dile getirilen fakat kirli propaganda ve bürokratik vesayete takıldığı için daima söz aşamasında kalmaya mahkum edilen bu değişiklik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın öncülüğü, AK Parti ve MHP'nin uzlaşısı sonucunda toplumun önünde. Hem AK Parti milletvekili hem de Adalet Bakanı olarak Sayın Bekir Bozdağ, en başından beri Anayasada 18 maddeyi kapsayan değişiklik sürecinin içinde yer aldı. Bozdağ ile genel olarak Cumhurbaşkanlığı sistemi, özel olarak da söz konusu 18 madde içindeki yargıyla ilgili değişiklikler hakkında konuştuk.

Söyleşi: Yusuf Özkır

16 Nisan’daki referandumda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi içeren Anayasa değişikliği oylanacak. Mevcut sistemin geçmişten bugüne ödettiği bedeller, siyasi ve ekonomik krizlerle ilgili pek çok örnek sıralanabilir ama sizce bu değişiklik ihtiyacının özünü ne oluşturuyor?

Bekir Bozdağ: Türkiye’de 1946 yılında çok partili demokratik hükümet sistemine geçildiğinden bu yana Türk demokrasisi birçok askeri darbe ya da darbe teşebbüsüne maruz kalmıştır. Yürürlüğe konulan parlamenter hükümet sistemi toplumun tarihi, sosyal ve kültürel yapısına tam olarak uyumlu olmadığından sık sık seçimlerin yenilenmesine, hükümetlerin değişmesine dolayısıyla siyasi, ekonomik ve sosyal bunalımlara yol açmıştır. Bu nedenle Türkiye’nin hükümet sistemi ve Anayasa’sı Türk toplumunun her kesiminde uzun yıllardır tartışılmaktadır. Belki de bu anlamda dünyada hiçbir toplum Türkiye’de olduğu gibi hükümet sistemi ve Anayasa’sını bu denli yoğun ve uzun süreli tartışmamıştır.

Parlamenter sistemimizde cumhurbaşkanlığı seçimleri her zaman problemli olmuştur. Örneğin 1980 yılında cumhurbaşkanının seçilememesi askeri darbeye gerekçe yapılmıştır. Bu askeri darbe sonrası darbeciler tarafından hazırlanan ve halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nda darbeyi gerçekleştiren askeri generalin cumhurbaşkanı olması öngörüldüğünden cumhurbaşkanına hiçbir demokratik parlamenter sistemde bulunmayan, aynen yarı başkanlık sistemlerinde olduğu gibi geniş yetkiler verilmiş, bunun yanında sınırsız sorumsuzluk ve cezasızlık getirilmiştir.

2007 yılında Anayasa Mahkemesinin 367 kriziyle ilgili verdiği karar ve sonrasında yapılan Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi, hükümet sistemini parlamenter hükümet sisteminden daha da uzaklaştırmıştır. Bu durum çok geniş yetkilere sahip cumhurbaşkanı ile başbakan arasında siyasi anlaşmazlıkları doğurabilecektir. Oysa sistemin sorunsuz işlemesinin güvencesinin kişilerin iyi geçinme kapasitesine bağlanamayacağı açıktır.

Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenler ortaya çıkan bu anayasa problemini çözmek için sayısız toplantılar, konferanslar ve seminerler yapmışlardır. Bu kapsamda 19 ayrı Anayasa değişiklik taslağı ortaya çıkmış, birbirinden farklı çözüm önerileri sunulmuştur. 2002 yılından bugüne tek başına iktidarda bulunan AK Parti sorunun çözümünün ancak başkanlık veya yarı başkanlık sisteminin getirilmesiyle mümkün olacağını her ortamda dile getirmiştir. AK Parti’nin öncülüğünde 2011 yılında Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurularak tamamen sivil ve demokratik bir anayasa çıkarılması için çok yoğun bir çalışma ve müzakere süreci yaşanmıştır.

İç ve Dış Tehditler Değişikliği Zorunlu Kıldı

15 Temmuz darbe girişiminin bu sürece etkisi ne oldu?

Bu konuda toplumda tartışmalar devam ederken 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye daha önce emsali görülmemiş, kırk yılı aşkın bir süredir devlet kurumları ve toplumun her kesimine sinsice sızan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) gerçekleştirdiği hain ve kanlı bir askeri darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Türk toplumu demokratik seçimle iş başına getirdiği Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın çağrıları üzerine sokağa çıkarak canları pahasına darbeci teröristlerin kullandığı savaş uçakları, tanklar, toplar ve ağır silahlara karşı ölümüne direnmiş ve darbe teşebbüssünü etkisiz kılmıştır.

Bu mücadele sırasında 246 masum insan darbeciler tarafından hunharca şehit edilmiş, binlerce insanımız da ağır şekilde yaralanmıştır. Yaklaşık iki ay boyunca Türkiye’nin bütün il ve ilçelerinde toplumun her kesiminden bir araya gelen milyonlarca kişi demokrasiye sahip çıkmış, devleti yönetenlerden bir daha benzer darbeler yapılmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını talep etmişlerdir.

Sonuç olarak söylemek gerekirse hükümet sistemi değişikliği konjonktürel ve günlük siyasi sorunlardan kaynaklanan bir ihtiyaç olmayıp çok uzun zamandır toplumunun her kesiminde tartışılan bir konudur. 15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimi sonrası Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı iç ve dış tehditler farklı görüşlere sahip siyasi partileri ve toplum kesimlerini bir araya getirmiş, yeni bir hükümet modeline geçilmesini zorunlu kılmıştır.

Yürütme Doğrudan Halk Tarafından Belirlenecek

Cumhurbaşkanlığı sistemi 16 Nisan’da kabul edildiği takdirde Türkiye’de toplum ne gibi yüklerden kurtulacak, milletin yönetimdeki yeri ne olacak?

Anayasa değişikliğiyle vatandaşlarımız yürütme organını doğrudan kendisi belirleyecektir. Zira mevcut sistemin aksine yürütme yasama içinden çıkmayacak, doğrudan halk tarafından belirlenecektir. Hızlı karar alan, hızlı icraat ve reform yapan etkin bir yönetim modeli oluşturularak vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayan, gelişmelere ayak uyduran, kurumların hızlı çalışmalarını sağlayan bir işleyiş hakim olacaktır. Güvenlik politikalarında hızlı ve etkin karar alınarak vatandaşlarımızın özgürlüklerini güvenli bir ortamda yaşamaları sağlanacaktır. Cumhurbaşkanı derhal kabineyi oluşturacak, meclisten güvenoyu alma zorunluluğu olmayacağı için yürütme süratle icraatlara başlayacaktır.

Koalisyon ihtimali bulunmadığı için kriz ve kavgalar olmayacak ve yürütmedeki iki başlılık ortadan kalktığı için daha hızlı kararlar alınacaktır. İç ve dış vesayet odaklarının oluşturduğu tehditle ülkenin yönetilemez hale getirildiği, istikrarsızlığın kronikleştiği, yargı ve bürokrasinin işlemez hale geldiği bir Türkiye’de vatandaşın hangi gündelik sorunları çözülebilir? Böylece yeni getirilen sistemle vatandaşımızın gündelik sorunlarına hızlı ve etkili bir şekilde çözüm üreten bir yönetim biçimi oluşturulacaktır.

Gensoruyu Halk Verecek, Güvenoyu Halktan Alınacak

“Bu sistemde bütün yetkiler cumhurbaşkanında toplanıyor, meclis devre dışı kalıyor” eleştirileri hakkında ne dersiniz? Meclis gerçekten işlevini yitirecek mi?

Anayasa değişikliğiyle kuvvetlerin sert ayrılığı üzerine kurgulanmış Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi getirilmektedir. Bu bağlamda yasama ve yürütme organlarının seçimleri ayrı ayrı yapılacak olup yürütme mevcut durumun aksine yasamanın içinden çıkmayacaktır. Başkanlık sistemlerinde olduğu gibi bakanlar kurulu ve başbakan bulunmayacaktır. Cumhurbaşkanının bütçe ve kesin hesap teklifi hariç kanun teklif etme yetkisi bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle yürütme organı mevcut durumun aksine kanun teklifinde bulunamayacaktır.

Yeni hükümet sistemine bağlı olarak yürütmeye ilişkin konularda cumhurbaşkanına Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi verilmektedir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle temel hak ve özgürlüklere ilişkin konularda düzenleme yapılamayacağı gibi kanunların düzenlendiği konularda da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacaktır. Mevcut Anayasa’mızın 82 ayrı maddesinde belli konularda kanunla düzenleme zorunluluğu hüküm altına alınmıştır. Temel hak ve özgürlükler haricinde bu konularda da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılması mümkün değildir. Aynı konu kanunla düzenlendiğinde kararname hükümsüz kalacak, çelişkili hükümler bulunması halinde kararname değil kanun hükümleri uygulanacaktır.

Cumhurbaşkanı mevcut Anayasa’ya göre de başbakan tarafından teklif edilen bakanların atamasını yapmaktadır. Yeni sistemde iki başlı bir yürütmeye son verilerek yürütme yetkisinin cumhurbaşkanınca kullanılması öngörülmektedir. Buna bağlı olarak cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları doğrudan atayacaktır.

Yeni sistemde üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevlerine son verme cumhurbaşkanının görevleri arasında sayılmış, bu atamalara ilişkin usul ve esasların Anayasa Mahkemesince denetlenecek olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenmesi öngörülmüştür. Mevcut düzenlemelere göre cumhurbaşkanı üniversite rektörlerini, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyelerini, genelkurmay başkanını atamaktadır. Bununla birlikte genel müdür yardımcısı ve üzeri görevler ile bakanlık müfettişleri, kurul başkanları ve üyeleri, bakanlık daire başkanları gibi görevlere atamalar müşterek kararnamelerle yapıldığından son imza mercii olan cumhurbaşkanının onay vermediği kişilerin bu görevlere atanması da mümkün değildir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilecek konular Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılabilecek konulara nazaran çok daha sınırlıdır. Bu bakımdan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasama yetkisinin devri anlamına geldiğini kabul etmek mümkün değildir.

Getirilen hükümet sistemine bağlı olarak gensoru ve güvenoyu Anayasa’dan çıkarılmıştır. Böylece gensoruyu seçimlerde halk verecek, güvenoyu da halktan alınacaktır. Meclisin var olan bilgi edinme ve denetim yollarından meclis araştırması, meclis soruşturması, genel görüşme ve yazılı soru hayatiyetini devam ettirmektedir. Daha da önemlisi Anayasa’nın 87. maddesinde düzenlenen Meclisin kanun koyma ve değiştirme görev ve yetkisi devam etmektedir.

Cumhurbaşkanına Siyasi, Hukuki ve Cezai Sorumluluk Getiriliyor

“Cumhurbaşkanının denetimsiz kaldığı, hiçbir kimseye hesap vermediği” eleştirilerine yorumunuz ne olur?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yasamanın yürütmeyi denetleme yetkisine yer verilmiş olup yasama, bilgi edinme ve denetim imkanına sahiptir.

Halihazırda cumhurbaşkanının hukuki ve siyasi sorumluluğu bulunmamakta, cezai yönden de sadece vatana ihanetle suçlanması mümkündür. Yeni sistemde yürütme yetkisinin doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanınca kullanılacak olması nedeniyle cumhurbaşkanına hukuki, siyasi ve cezai sorumluluk getirilmektedir.

Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun sadece vatana ihanet suçları yönünden doğabileceği düzenlemesinden vazgeçilmektedir. Cumhurbaşkanının kişisel suç ve görev suçu ayrımına yer verilmeden bütün suçlar yönünden Yüce Divana sevk edilebilmesine ilişkin usul düzenlenmektedir. Cumhurbaşkanının işlediği iddia edilen herhangi bir suçtan ötürü TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilecek ve üye tamsayısının beşte üçünün (3/5) gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verilebilecektir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde meclisteki siyasi partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her siyasi parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak 15 kişilik bir komisyon tarafından yapılan soruşturma sonucunda TBMM üye tam sayısının üçte ikisinin (2/3) gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilecektir.

Peki, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların cezai sorumluluğu nasıl düzenlendi?

Burada iki farklı usul öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara tıpkı parlamenterlere tanındığı gibi görevlerini herhangi bir baskı altında kalmadan yapmaları için yasama dokunulmazlığı tanınmış ancak onların da tamamen sorumsuz olmalarının önüne geçilmesi amacıyla bazı mekanizmalar öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar görevleriyle ilgili suçlar yönünden meclis soruşturmasına tabi olacaklardır. Bu suçlar yönünden cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların TBMM tarafından suçlanıp Yüce Divana sevk edilebilmeleri için istenen suçlama ve oylama koşulları cumhurbaşkanının sorumluluğuyla getirilen koşullarla aynıdır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için meclis salt çoğunlukla suçlama yapabilecek ve üye tam sayısının üçte iki (2/3) çoğunluğuyla Yüce Divana yargılanmak üzere sevk kararı alabilecektir.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine Yargı Denetimi

Bu sistemde denge ve denetim nasıl sağlanacak?

Cumhurbaşkanının kanunları veto yetkisi ve veto yetkisinin kullanılması halinde TBMM’nin salt çoğunlukla vetoyu etkisiz hale getirebilmesi suretiyle yasama ve yürütme arasında fren ve dengeleme mekanizması kurulmuştur. Buna göre cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilen kanunun TBMM tarafından kabulü için nitelikli çoğunluk şartı getirilmiş ve meclis üye tam sayısının salt çoğunluğuyla aynen kabulü halinde cumhurbaşkanınca yayımlanacağı öngörülmektedir.

Yeni sistemde KHK ve tüzüklerin yerini Cumhurbaşkanlığı kararnameleri almaktadır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri acil durumlarda hızlı karar alarak politikaların hayata geçirebilmesini sağlayan bir denge ve denetleme aracı olarak yürütmeye tanınmış bir yetkidir.

Ayrıca Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular ile kanunda açıkça düzenlenen konularda da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Aynı konu kanunla düzenlendiğinde kararname hükümsüz kalacak, çelişkili hükümler bulunması halinde kararname değil kanun hükümleri uygulanacaktır.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Anayasa’ya uygunluğu Anayasa Mahkemesince denetleneceği gibi tesis edeceği diğer düzenleyici işlemler de üst normlara uygunluk yönünden yargı denetimine tabi olacaktır. Cumhurbaşkanının olağan dönemde çıkardığı Cumhurbaşkanlığı kararnameleri normlar hiyerarşisinde meclisin çıkardığı kanunların altındadır.

Bu kararnamelerin yargı denetimi nasıl yapılacak?

Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin üç farklı şekilde yargı denetimine tabi tutulması mümkün olacaktır: Bunlardan birincisi Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin kanuna aykırı olduğunun düşünülmesi halinde TBMM’de en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubu veya üye tam sayısının en az beşte birinin (1/5) talebiyle kararnamenin Anayasa Mahkemesince denetlenmesidir. Yine mahkemelerce Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca somut norm denetimi marifetiyle Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Anayasa Mahkemesince denetlenmesi istenebilecektir. Son olarak idarece kanunlarla çelişen kararnamelerin uygulandığının düşünülmesi halinde ilgililer idarenin işleminin yargısal denetimini talep edebilecektir.

Ayrıca mahkemelerce herhangi bir uyuşmazlığın çözümünde kanun ile Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin çeliştiği kanaatine varılırsa kanun hükmünün uygulanması Anayasa’nın amir hükmüdür. Bu amir hüküm başta idare olmak üzere kanunları ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini uygulayacak olan herkes yönünden geçerlidir.

Cumhurbaşkanının işlemlerine karşı yargı yolu açılmaktadır. Değişiklikle yürütmenin iki başlılığına son verilerek yürütmenin cumhurbaşkanı tarafından yerine getirilmesinin öngörülmesine bağlı olarak parlamenter sistemlerde geçerli olan sorumsuz cumhurbaşkanı uygulamasından vazgeçilmektedir. Ayrıca cumhurbaşkanının başbakan ve bakanlarla ortak tesis ettiği bütün işlem ve kararlarının idari yargı açısından denetim dışı bırakılması düzenlemesi kaldırılmaktadır. Cumhurbaşkanının re’sen imzaladığı kararlar ve emirler için mevcut olan yargı mercilerine başvurulamayacağına ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmaktadır.

FETÖ Devleti Ele Geçirmek İçin Yargıyı Kullandı

Anayasa değişikliği yargı alanına ilişkin düzenlemeleri de içeriyor. Hakimlerin HSYK üyelerini seçme usulünden neden vazgeçildi? 16 Nisan’dan sonra nasıl bir yargı sistemi olacak?

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden önce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından belirli bir usule göre cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi şeklinde bir uygulama söz konusuydu. HSYK üyelerinin belirlenmesinde parlamentonun hiçbir etkisinin olmaması eleştiri konusu yapılmaktaydı.

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle üyelerinin büyük çoğunluğunun alt derece mahkemelerde görev yapan hakim ve savcılar arasında yapılan bir seçimle belirlenmesi şeklinde sistem değişikliğine gidilmişti. Kanun koyucu HSYK’nın çoğulcu bir yapıda olmasını istemişken Anayasa Mahkemesinin seçim usulüne ilişkin maddedeki iptali, seçim sisteminin liste usulüne dönüşmesine, organize olmuş yapıların seçim sistemini istismar etmesine ve HSYK’da çoğunluğu ele geçirmesine neden olmuştur.

Ayrıca hakim ve savcıların seçmen olması, beraberinde rekabetin ortaya çıkmasına, dolayısıyla siyasi, dini ve etnik alt kimliklerin görünür hale gelmesine yol açmıştır. Bu durum hakim ve savcılar arasında gruplaşma ve kamplaşmalara, hakim ve savcıların politize olmalarına sebebiyet vermiştir. Toplumun adalet beklentisi hakim ve savcıların siyasi görüşlerine göre oluşmaya başlamış ve maalesef yargıya olan güvenin zedelenmesi sonucunu doğurmuştur.

Bütün bunların yanında organize bir yapı olan FETÖ’nün sinsice ve demokratik sistemi istismar ederek HSYK’daki üyelerin büyük çoğunluğunu ele geçirmesi şeklinde korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalınmıştır. Aradan geçen zaman içinde FETÖ tüm devlet organlarını ele geçirmek için yargıyı bir araç olarak kullanmıştır.

Tüm bu nedenlerden dolayı HSYK’nın yapısının yeniden oluşturularak sistem değişikliğine gidilmesi zorunlu hale gelmiştir. Kurulun yapısı ve seçim usulünde öngörülen değişikliğin amacı başta yargıda meydana gelen siyasallaşmayı ortadan kaldırmak, FETÖ gibi gizli amacı olan örgütlerin yargıyı tekrar ele geçirmesini engellemek, halk egemenliğinin bir yansıması olan parlamentoyu Hakimler ve Savcılar Kurulunun seçiminde etkili kılmaktır.

Değişiklikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) dönüştürülerek, üye sayısı 22’den 13’e düşürülmektedir. Adalet bakanı ile müsteşarının üye olacağı HSK’da 4 üyenin cumhurbaşkanınca, 7 üyenin ise TBMM tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Mukayeseli hukuk incelendiğinde de hakim ve savcıların atanması ve özlük haklarıyla ilgili birçok farklı sistem olduğu görülecektir. Hatta bazı Batılı demokratik ülkelerde hakim ve savcılar kurulu şeklinde bir yapı dahi mevcut değildir. Unutulmamalıdır ki HSK bir yargı kurumu değil yargı idaresi kurumudur. Önemli olan yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığını sağlayacak bir sistem kurulmasıdır.

Cumhurbaşkanı Seçimle Gelip Seçimle Gider

Referandumda CHP ve HDP’nin yanında terör örgütleri PKK, FETÖ ve DHKP-C de “hayır” diyor. Temel argümanları ise “tek adamlık” veya “otoriterleşme” çerçevesinde toplanıyor. Bu iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?

Devletler rejimlerine göre demokrasi, otoriterizm, totalitarizm şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Diktatörler otoriter ve totaliter rejimlerde bulunmaktadır. Değişiklikte ne tek parti sistemi, ne cumhurbaşkanının seçimlerle görevden alınamaması, ne kuvvetler ayrılığı ilkesinin kaldırılması, ne temel hak ve özgürlüklerin keyfice sınırlanması ne de hukukun üstünlüğünün bertaraf edilmesi söz konusudur.

Cumhurbaşkanı seçimle gelip seçimle gitmektedir. Yapılan sadece bir hükümet sistemi değişikliğidir. Başkanlık sistemlerinde başkanların diktatör olduğunu iddia etmek son derece yersizdir. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiğinden muhatabı doğrudan halktır ve siyasal açıdan milletin sandıktaki denetimine tabidir.

Düzenlemeyle yürütme yetkisinin cumhurbaşkanlığında toplanacak olması daha güçlü ve istikrarlı bir yönetim sağlayacaktır. Parlamenter sistemde bu yetki başbakan ve cumhurbaşkanı arasında bölündüğünden güçlü bir yönetim tam olarak sağlanamamaktadır.

Tüm Partiler Yasa Yapımında Etkili Olacak

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiği takdirde siyasal sistemde muhalefetin nasıl bir yeri olacak?

Getirilen hükümet sisteminde siyasi partiler varlıklarını sürdürecekleri için siyasete yön vermeye devam edeceklerdir. Siyasi partilerin cumhurbaşkanlığına aday göstermeleri biraz daha kolaylaştırılıp bu konudaki etkileri artırılmıştır. Yeni sistemde partiler mecliste asli görevleri olan yasama yetkisinin kullanılmasına aktif olarak katılacaklardır. Yasa tasarıları yeni sistemde bulunmayacağı için tüm partilerin yasa yapımında etkileri artacaktır.

Avrupa’da Irkçılık Hastalığı Var

Referandumda “evet” sonucu çıkmaması için elinden geleni yapan cephelerden birinin de Batı olduğunu görüyoruz. Sizin de arasında bulunduğunuz Türk bakanların Almanya’da Türklerle yapacağı toplantılar Alman makamlarınca engellendi. Ardından Hollanda’da Bakan Kaya ve oradaki Türklere yönelik kabul edilemez muamele ile karşılaştık. 

Avusturya Başbakanı da Türk politikacıların Avrupa çapında engellenmesi önerisinde bulundu. Bütün Avrupa gazete ve televizyonlarında da açıkça “hayır” kampanyası yürütülüyor. Bütün bu tabloyu nasıl okuyorsunuz?

Avrupa’da ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve Türkiye karşıtlığı ciddi şekilde yükseliyor. Avrupalı siyasetçiler bu büyük hastalıklara karşı mücadele etmeli. Ama görüyoruz ki Almanya, Hollanda, Avusturya dahil pek çok Batılı ülke ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığına prim veren tutumlar sergiliyor.

Hollanda’nın oradaki vatandaşlarımızın üzerine polisleri, köpekleri salması, bir ülkenin bakanının kendi konsolosluğuna gitmesini engellemesi büyük bir ilkelliktir, Ortaçağ anlayışının faşist bir uygulamayla ortaya çıkmasıdır. Bu tür olaylar Türkiye devletinin büyüklüğüne ve Türk milletinin asaletine zarar vermez. Türkiye büyük devlettir, Türk milleti büyük bir millettir.

Güçlü Bir Türkiye İstemiyorlar

Öte yandan Avrupalıların “hayır” cephesine olabildiğince geniş imkanlar tanıdığı görülüyor. Terör örgütleri PKK, marjinal sol örgütler ve FETÖ rahat bir şekilde propaganda yapabiliyor. Bu çifte standardı nasıl yorumluyorsunuz? Avrupalılar Türkiye’deki referandumla neden bu kadar yakından ilgileniyor?

Ben de çok merak ediyorum. Biz Almanya veya Hollanda değil Türkiye’nin hükümet sistemi değişikliğini oylayacağız. Bunun tek bir açıklaması var; güçlü bir Türkiye istemiyorlar. PKK, DHKP-C ve FETÖ dahil terör örgütlerinin tamamıyla etkin ve netice alıcı mücadele yapacak bir Türkiye’yi istemiyorlar. Kriz ve kaosları kendi iradesiyle aşacak bir Türkiye istemiyorlar.

Bakıyorsunuz hep beraber hücum halindeler. “Evet” çıkmasın diye uğraşıyorlar. Çünkü “evet” Türkiye’nin lehinedir. Güçsüz, zayıf, istikrarsız bir Türkiye terör, kriz ve kaoslarla baş edemeyen ve her defasında Avrupa’dan imdat dileyen bir Türkiye isteyenler sandıktan “evet” çıkmasını istemiyor.

Türkiye’nin meşru hükümetinin bakanları Almanya’da, Hollanda’da konuşamıyor, konuşturulmuyor ama PKK terör örgütü bütün gücüyle orada toplantı, gösteri ve konuşma yapabiliyor hatta polis onların güvenliğini sağlıyor. Şiddete, teröre ve herhangi bir kanunsuzluğa hayatları boyunca bulaşmamış Türk toplumu bir toplantı yapmak istediğinde izin verilmiyor. Peki Almanya ve AB’ye göre terör örgütü olan PKK ve yandaşlarının böylesi bir terör propagandası yapmasına nasıl izin veriliyor? Bu hukuk devleti anlayışıyla nasıl izah edilebilir?

Türkiye ile Almanya ve diğer ülkeler arasındaki ilişkilerin terör örgütlerinin zehirlediği algılar veya oluşturduğu kirli bilgiler üzerine değil de gerçeklikler ve ortak çıkarlar üzerine kurulması lazım. Bir tarafın kazandığı diğer tarafın hep kaybettiği ilişki düzeni olmaz. Bunu Avrupalı ülkelerin de ben yakın gelecekte göreceklerini düşünüyorum.

Avrupa’da Ortaçağ Zihniyeti Hortladı

AB Adalet Divanı inancı gereği başörtülü bir Müslümanı işten çıkaran şirketi haklı bulan Belçika mahkemesi kararını hukuka uygun buldu. Bu yasağı hep yüceltilen AB değerleri ile insan hakkı, din ve vicdan hürriyeti ve çalışma hakkı açısından değerlendirir misiniz?

Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı karar din ve vicdan hürriyeti, çalışma hürriyeti, insan haklarına ilişkin bütün uluslararası düzenlemeler ve AB değerlerinin katledilmesinden ibaret. Adalet Divanı adaleti ve hukukun evrensel ilkelerini ayaklar altına almıştır. AB’nin değerlerini verdiği kararla çiğnemiştir. İnsanları inancıyla işi arasında tercihe zorlamak demokratik bir hukuk devletine yakışmaz. Bu büyük bir ilkelliktir, büyük bir çağ dışılıktır. Ortaçağ zihniyetinin 21. yüzyılda mahkeme eliyle hortlatılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.

Avrupa ortak hukukunu korumakla görevli olan bir Adalet Divanı’nın verdiği bu karar bu hukuku bombalamıştır. Bu tür kararlar insanların din ve vicdan özgürlüklerini yok edemez. Bu kararların böyle bir gücü asla yoktur. Ama Türkiye’ye her defasında demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü dersi verenlerin Avrupa’daki demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün; ırkçılar, ayrımcılar, İslam düşmanları ve başkalarının inanç hürriyetine saygı göstermeyen radikallerin kabul ettiği kadar olduğunu göstermiş oldu bu karar. Sadece üzgünüz diyorum ve bu kararı verenleri bir hukukçu olarak kınıyorum.


Etiketler »  

İlgili Haberler

SETA Kitaplar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası