Kriter > Dış Politika |

İsrail-İran Çatışmasında Stratejik Dengeler


İsrail’in İran’a yönelik bir konvansiyonel savaşı kışkırtma stratejisi, devlet dışı aktörlerin güç kaynaklarını zayıflatmayı amaçlayan dolaylı bir mücadele taktiği olarak değerlendirilebilir. Ancak İran yönetimi, İsrail’in son provokasyonlarını “kendini misilleme yapmak zorunda bırakarak” savaşa çekmek için bir “tuzak” olarak değerlendirmekte ve istemsiz bir savaşa sürüklenmemek için gereken dikkati göstermektedir.

İsrail-İran Çatışmasında Stratejik Dengeler

7 Ekim'de HAMAS'ın İsrail'in işgali altındaki topraklara düzenlediği Aksa Tufanı harekatı, halihazırda gergin olan Gazze Şeridi çatışmasını ciddi askeri gerilimlere yol açacak şekilde bölgesel sınırların ötesine taşımıştır. Bu olay, İsrail-Lübnan sınırında kritik çatışmalara, Kızıldeniz ve Tel Aviv'deki Husi saldırılarına, İran destekli milislerin Irak ve Suriye'deki ABD güçlerine yönelik operasyonlarına ve hatta İsrail ile İran arasında doğrudan çatışmalara neden olmuştur. Özellikle HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesi, İsrail'in İran'ın bölgedeki nüfuzunu doğrudan hedef alarak artırma niyetini açıkça ortaya koymuştur. Heniyye, sadece HAMAS’ın siyasi lideri değildi, aynı zamanda Gazze’deki ateşkes müzakerelerinde kilit bir rol oynuyordu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, Heniyye'yi Doha yerine Tahran'da öldürme kararı, İsrail'in İran’ın nüfuzunu sınırlandırmak için ne kadar ileri gitmeye hazır olduğunu gösteriyor. Hizbullah komutanlarından Fuad Şükür'ün öldürülmesi de dikkate alındığında, İsrail'in son saldırılarının temposu ve niteliği, bölgesel çatışmaların daha da tırmanma riskini önemli ölçüde büyütmüştür. Netanyahu, Gazze’deki operasyonlarda istediği başarıyı elde edememesi ve iç politikada artan muhalefet karşısında, bölgedeki savaşı genişletme stratejisini benimsemiş görünmektedir. Bu strateji, Netanyahu'nun ABD'yi de daha geniş çaplı bir çatışmaya çekme niyetini ortaya koymaktadır. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'in, ABD’nin İsrail’in savunmasında kararlı olduğunu belirtmesi, iki ülke arasındaki stratejik iş birliğinin derinliğini yansıtırken, aynı zamanda ABD'nin İsrail'in saldırgan politikalarını frenleme konusundaki başarısızlığını da gözler önüne sermektedir.

 

İsrail’in Caydırıcılık Gücündeki Zayıflama

HAMAS'ın 7 Ekim saldırısı, İsrail’in caydırıcılık pozisyonuna yıkıcı bir darbe indirmiştir. İsrail artık daha büyük riskler almaya ve daha yüksek maliyetleri üstlenmeye istekli hale gelmiştir, zira caydırıcılığını yeniden tesis için mümkün olduğunca taktiksel avantajlar elde etmeye çalışmaktadır. Ancak bu agresif yaklaşım, İsrail’in gücünden ziyade, zayıflık hissiyatından kaynaklanmaktadır. Özellikle HAMAS, İslami Cihad ve Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerle olan çatışmalar, İsrail’in bu tür gruplara karşı etkin bir strateji geliştirmekte zorlandığını göstermektedir. İsrail’in karşı karşıya olduğu askeri tehditlerin değişen doğası, ilk olarak Temmuz 1981’de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ), kuzeyi yoğun bir şekilde bombalamasıyla kendini göstermiştir. Bu olay, Bağımsızlık Savaşı’ndan bu yana iç cephenin ilk kez ağır bir şekilde vurulması anlamına gelmektedir. Hizbullah ve HAMAS’ın 1990’lar ve 2000’ler boyunca tekrarlanan roket saldırıları ve İran’ın füze ve nükleer programlarıyla birlikte, asimetrik savaş tehlikesi, İsrail’in karşı karşıya olduğu birincil tehdit haline gelmiş ve cephe hatlarını değil, iç cepheyi ve askeri cephe gerisini birincil savaş alanlarına dönüştürmüştür. Bu bağlamda, İsrail’in İran’a yönelik bir konvansiyonel savaşı kışkırtma stratejisi, devlet dışı aktörlerin güç kaynaklarını zayıflatmayı amaçlayan dolaylı bir mücadele taktiği olarak değerlendirilebilir. Ancak İran yönetimi, İsrail’in son provokasyonlarını “kendini misilleme yapmak zorunda bırakarak” savaşa çekmek için bir “tuzak” olarak değerlendirmekte ve istemsiz bir savaşa sürüklenmemek için gereken dikkati göstermektedir. Eğer İsrail’in mevcut provokatif tutumu devam ederse, İran'ın sonunda nükleer caydırıcılığa ihtiyaç duyacağına karar vermesi, zor bir ihtimal gibi görünmemektedir.

Tahran'da, İsrail karşıtı afişler
İran'ın başkenti Tahran'da, İsrail karşıtı mesajların yer aldığı afişler caddelere asıldı. Filistin Meydanı'nda asılan Farsça ve İbranice afişlerde, "Biraz gülün, çok ağlayacaksınız" ifadeleri yer aldı. (Fatemeh Bahrami / AA, 5 Ağustos 2024)

 

İran’ın Taktiksel Geri Çekilmesi mi?

İran’ın İsmail Heniyye suikastına hızlıca yanıt vermemesi, bazı analistler tarafından bir zayıflık olarak değerlendirilirken; İran içinde bu bekleyiş, taktiksel bir geri çekilme olarak yorumlanmaktadır. Bu görüşe göre İran’ın yaklaşımı, ulusal çıkarlarını ve uzun vadeli stratejik hedeflerini koruma amacını taşımaktadır. İç politikadaki istikrarsızlık, özellikle Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü sonrası, İran’da stratejik bir yeniden yapılanma ihtiyacını doğurmuştur. Bu süreçte, ülke içindeki yönetimsel geçişler ve siyasi belirsizlikler, İran’ı dış politika kararlarını daha dikkatli bir şekilde değerlendirmeye zorlamaktadır. Ayrıca, geçmişte yapılan operasyonlardan farklı olarak, daha doğru, etkili ve daha yüksek bir caydırıcılık seviyesinde tasarlanmış bir operasyon gerekliliği, daha fazla planlama süresi gerektirmektedir. ABD ve müttefiklerinin bölgeye ek askeri varlık göndermesi, İran'ın potansiyel askeri harekatının sonuçlarını daha da karmaşık hale getirmiştir. İran, bu yeni güvenlik dinamiklerini değerlendirerek, askeri ve siyasi riskleri minimize eden bir yanıt vermeyi hedeflemektedir.

İkinci önemli neden, bölgesel güvenlik ve diplomasi unsurlarıdır. İran, özellikle bölgedeki Şii topluluğunun önemli dini günleri olan Aşura ve Erbain gibi etkinliklerin güvenliğini sağlamak için büyük bir hassasiyet göstermektedir. Bu tür etkinlikler, İran’ın bölgesel nüfuzunu pekiştirmesi için stratejik öneme sahiptir. Olası bir askeri tepki, bu etkinliklerin güvenliğini tehlikeye atabileceği için İran, bu dönemde dikkatli bir strateji izlemektedir. Son olarak, İran’ın diplomatik çabaları ve uluslararası ilişkilerdeki konumu da taktiksel geri çekilme kararının bir diğer önemli nedenidir. Bu tür geri çekilmeler, İran’ın uluslararası arenada müzakere gücünü artırabilir ve Gazze Savaşı’nda diplomatik çözümler üretme potansiyelini güçlendirebilir. Zira ateşkes müzakereleri devam ettiği için İran'ın tepkisinin bu süreci olumsuz etkileyeceği endişesi vardır. İran, müzakerelerdeki ilerlemeyi bozacak herhangi bir adım atmadan önce doğru zamanlamayı seçmek zorundadır. Bu bağlamda, İranlı yetkililerin Gazze Savaşı’nda ateşkesin sağlanması durumunda misillemeden vazgeçebileceklerini ima etmeleri dikkate değerdir. İran açısından bakıldığında, İsrail-HAMAS savaşının en uygun sonucu, HAMAS'ın varlığını sürdürmesi ve kalıcı bir ateşkes anlaşmasının sağlanması olacaktır. Bu senaryo, İran'ın bölgedeki nüfuzunu pekiştiren “direniş ekseninin” korunmasına katkıda bulunacak ve aynı zamanda İsrail iç siyasetinde istikrarsızlık oluşturarak Netanyahu hükümetinin zayıflamasına ve İsrail'in iç meselelere daha fazla odaklanmasına sebep olabilecektir.

Hizbullah’ın Fuad Şükür suikastına misillemesi ise 25 Ağustos Pazar günü gerçekleşmiştir. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah aynı gün 320 füze ve çok sayıda İHA saldırısıyla operasyonun tamamlandığını açıklamıştır. İsrail medyasında yer alan haberlere göre, Hizbullah, misilleme olarak MOSSAD'ın Herzliya yakınlarındaki merkezine bir saldırı planlamıştı. Ancak, İsrail'in gerçekleştirdiği "önleyici saldırı" ile bu girişim engellendi. Ayrıca haberlere göre, İsrail ordusuna ait yaklaşık 100 savaş uçağı Lübnan’ın güneyinde 40 hedefi vurdu. Erbain törenlerinin bitmesi ve ateşkes görüşmelerine ara verilmesi, misillemenin zamanlaması için simgeseldir. Hizbullah, 7 Ekim'den bu yana Lübnan'ın kırılganlığı nedeniyle İsrail ile tam teşekküllü bir savaşı kışkırtacak eylemlerden kaçınmış ve zayıf olmadığını göstermek amacıyla sınırlı saldırılar düzenlemiştir. Eğer İsrail, Hizbullah'a karşı bir tampon bölge oluşturmak ve grubun daha fazla saldırı yapmasını önlemek için bir kara harekâtı düzenlerse, çatışma kesinlikle uzun sürecektir. Ancak Hizbullah, İsrail ile tam ölçekli bir savaşın, İsrail'in son provokasyonlarına verdiği ölçülü tepkiden de anlaşılacağı üzere, geleceğini ve bölgesel statüsünü tehlikeye atacağını da bilmektedir.

 

Doha’daki Ateşkes Görüşmeleri

ABD, Mısır ve Katar’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme konusundaki ortak diplomatik çabalarının yoğunlaşmasıyla birlikte 15 Ağustos Perşembe günü başlayan ve devam etmesi beklenen bu müzakereler sırasında İran, misillemesini belirsizlik içinde tutmayı tercih etti. Bu nedenle, bu tür bir saldırı ihtimalinin var olduğu kadar, Gazze’deki savaşın sona ermesi durumunda bir misillemenin gerçekleşmemesi de muhtemeldir. Washington Post ve New York Times gazeteleri de İranlı yetkililere dayandırdıkları haberlerinde, Tahran’ın İsrail’e vereceği yanıtı ertelemeye karar verdiğini ve bu şekilde ateşkes müzakerelerinin önünü açmayı amaçladığını iddia etti. Ancak, New York Times, İsrail’in hâlâ İran’ın gelecekte bir yanıt vereceğine inandığını da ekledi. Bu bağlamda, Katar, ABD ve Mısır, Gazze’deki ateşkes müzakerelerinin ardından yaptıkları ortak açıklamada, teknik ekiplerin yürütme detayları üzerinde çalışmaya devam ettiğini belirtti. Açıklamada, üç ülkenin (Katar, ABD ve Mısır) üst düzey yetkililerinin tekrar Kahire’de bir araya geleceği ve bir anlaşmaya varmayı umdukları ifade edildi. Aynı zamanda, Yediot Ahronot gazetesi de Katar’ın İran’a müzakerelerde ilerleme kaydedildiğini bildirdiğini ve İran’ı İsrail saldırılarına yanıt vermemeye ikna etmeye çalıştığını duyurdu. Öte yandan, haberlere göre, Tahran da Gazze’de ateşkesin sağlanmasını ve bölgedeki gerilimin tırmanmamasını istediğini belirtti.

 

İsrail’in Stratejik Seçenekleri

İsrail’in HAMAS’a karşı yürüttüğü askeri operasyonlar, temel olarak Gazze’deki Filistinlilere yönelik baskıcı ve insanlık dışı politikaların devamı niteliğinde görülmektedir. Bu stratejiler, İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı uzun süreli işgalin ve apartheid rejiminin bir parçası olarak değerlendirilebilir. HAMAS’ı devirmek son derece zordur, çünkü HAMAS’ın yerel kökleri derindir. HAMAS, Filistinlilerin siyasi ve sosyal mücadelesine ve devlet olma isteklerine adanmış bir direniş hareketidir. Hizbullah örneğinde olduğu gibi İran’a müzahir tam bir vekil güç olarak görmek doğru değildir. Faaliyetleri ve destekçileri, sahadaki çaresiz koşullardan kaynaklanmaktadır. İsrail’in stratejik seçenekleri şu şekilde özetlenebilir:

  1. Gazze’nin Yeniden İşgali ve Yönetimi: İsrail, Gazze’yi yeniden işgal ederek bu bölgedeki Filistinlileri daha da ezmeyi planlayabilir. Gazze’nin ilhakı, İsrail’in işgalci bir güç olarak konumunu daha da pekiştirecek ve bölgede uzun süreli direnişi tetikleyebilecektir.
  2. Gazze-İsrail Arasında Askersizleştirilmiş Bir Tampon Bölge Oluşturulması: İsrail, Gazze’yi tamamen yıkma ve bölgeyi bir tampon bölgeye dönüştürme yoluna gidebilir. İsrail’in bu yaklaşımı, daha fazla yıkım ve ölümle sonuçlanacak ve yeni radikal direniş gruplarının ortaya çıkmasına neden olacaktır.
  3. Gazze’nin Uluslararası Bir Güce Devredilmesi: İsrail, Gazze’yi yönetme sorumluluğunu başka bir güce devretmeyi düşünebilir. Ancak bu seçenek, Filistinlilerin kendi topraklarındaki egemenlik haklarının tamamen hiçe sayılması anlamına gelir ve Gazze’deki insani krizi çözmekten çok uzak olacaktır.
  4. Gazze’nin Filistin Yönetimine Verilmesi: İsrail, Gazze’yi Batı Şeria’yı yöneten Filistin Yönetimi’ne devretmeyi önererek, Filistinlileri kendi aralarında bölme stratejisine devam edebilir. Bu, iki devletli çözümün sadece bir yanılsama olduğunu gösterir; zira İsrail, Filistinlilere gerçek anlamda egemenlik vermek yerine onları zayıf ve bölünmüş tutma politikasını sürdürecektir.
  5. Tek Devlet Çözümü: İsrail, Filistinlilerin tüm haklarını reddederek, Yahudi devleti karakterini koruma bahanesiyle, iki halkın eşit haklara sahip olduğu bir devlet modelini kabul etmemeye devam edecektir. İsrail’in bu stratejik seçenekleri, Filistin halkını bastırmak, onların topraklarını işgal altında tutmak ve uluslararası hukuku çiğnemek üzerine kuruludur. Bu politikalar, bölgede kalıcı bir barışın önünde en büyük engellerden biri olarak durmaktadır.

Sonuç olarak, İsrail'in İran'ı savaşa çekme stratejisinin beklenen sonuçları vermediği ve bu durumun, İran'ın nükleer silah geliştirme motivasyonunu daha da pekiştirdiği belirtilmelidir. Bu strateji, İran içinde nükleer kapasitenin artırılması yönündeki tartışmaları derinleştirirken, İsrail'in bölgedeki stratejik konumunun zayıfladığına dair endişeleri artırmıştır. Mevcut İsrail stratejisi, askeri güç kullanımına dayanarak İran ve müttefiklerini baskı altına almayı ve böylece caydırıcılığı yeniden tesis etmeyi amaçlamaktadır. Ancak, kapsamlı bir siyasi ve stratejik planlamadan yoksun olan bu strateji, İsrail'in karşı karşıya olduğu bölgesel dinamikleri değiştirmekte yetersiz kalmaktadır. Bu bağlamda, kısa vadeli askeri zaferler yanıltıcı olabilir; uzun vadeli güvenlik için daha kapsamlı ve barışçıl bir strateji gerekmektedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası