John Galliano dünyanın en önemli modacılarından biri olmuştu. Christian Dior’u ayağa kaldırmış, kadın egemen dünyanın tek erkek hükümdarı olmayı başarmıştı. Onu tahtından edebilecek kimse yoktu.
2011’de Paris’te birçok kafede yaşandığı gibi bir ağız kavgası yaşandı. Bir tarafta iki kadın diğer tarafta da Galliano bulunuyordu. İngiliz modacı normal şartlarda feminist lobisinin linçine uğrar ancak bu olay kısa zamanda unutulurdu. Ancak öyle olmadı. Galliano’nun hakaret ettiği iki kadın Yahudi’ydi ve kendilerine ırkçı hakaretler edildiğini savundular. Galliano polisler tarafından gözaltına alındığında belki İsrail lobisinin gücünü henüz bilmiyordu. Ancak olayın üzerinden yirmi dört saat geçmeden Christian Dior’dan kovuldu. Devamında hapis cezası aldı, işsiz kaldı. Tam manasıyla moda dünyasından aforoz edildi. Alakasını kendisi bile anlayamadı ama Fransa tarafından kendisine verilen Liyakat Nişanı bile geri alındı. Bir küçük ağız dalaşı yüzünden… Karşısındaki lobi bu derece güçlü ve acımasızdı…
Benzer bir durumu 2004’te Mel Gibson yaşamıştı. Hollywood’un en etkili isimlerinden olan Avustralyalı artık oyunculuktan yönetmenlik ve yapımcılığa geçmiş ve Hz. İsa’nın (as) hayatını konu alan bir film çekmişti. Etik tartışmalar bir yana İsrail lobisi Mel Gibson’ı Yahudi düşmanlığı yapmakla hedefe koydu. Sebebi ise filmde son akşam yemeği sonrası Hz. İsa’nın (as) Yahudi cemaati tarafından suçlanması ve kendisine iftira atılmasıydı. İsrail lobisi kolayca Mel Gibson’ı suçlu ilan etti. Ünlü oyuncu on yıl boyunca Hollywood’da tek bir işe imza atamadı. Ta ki eski arkadaşları Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Harrison Ford, Wesley Snipes, Antonio Banderas ve Jet Li gibi isimler ona sahip çıkıp “Cehennem Melekleri” film serisinin üçüncüsünde Gibson’a yer verene kadar… Mel Gibson daha sonra ise cezasını doldurmuş bir mahkum gibi Hollywood’da tekrardan iş yapmaya başladı ama eskisinden çok daha az bütçeli işler…
Mel Gibson ve benzer olayları yaşayan John Galliano da geldikleri konum itibarıyla son derece normal karşılanabilecek olaylar nedeniyle bunların başlarına gelebileceğine ihtimal vermemişti. Ancak etraflarındakiler onlara gerçekleri detaylı bir şekilde anlattı ve her ikisi de İsrail lobisi hakkında tek kelime bile etmeden büyük bir sessizlik içinde affedilecekleri günü beklemekten başka bir şeyi yapamadı.
Medya Ağı
Bu ikilinin başlarına gelenler dünya çapında etkili İsrail medyasının başarılı operasyonlarından biriydi. Medya deyince aklımıza ilk olarak gazete ve televizyonlar geliyor ancak müzik, dizi, Hollywood, reklam hatta edebiyat dünyasını da kattığımızda aslında gazete ve televizyonların oluşturduğu pazar payının yedi-sekiz katı büyüklüğünde yüzlerce milyar dolarlık bir medya ağından bahsediyoruz.
Aslında işe dünyanın en büyük medya şirketi olarak kabul edilen, bünyesine CNN, HBO, TNT, Turner Yayıncılık, Sports Illustrated başta olmak üzere yüzlerce şirket barındıran Time Warner’ın Yahudi sahipleri, yöneticileri ve her bir şirketinin başında bir başka Yahudi yöneticinin bulunmasını anlatarak işe başlayabiliriz.
Bu durumda Walt Disney ve başındaki isim Michael Eisner, Viacom ve başındaki isim Sumner Redstone, Dünya Yahudiler Kongresi Başkanı Edgar Bronfman’ın aynı adı taşıyan oğlunun Vivendi ve Universal stüdyolarının sahibi olması, New World Entertainment, DreamWorks gibi her biri milyarlarca dolar değerindeki şirketlerin ve bu şirketlere bağlı alt kurumların Ronald Perelman ve Steven Spielberg gibi iki Yahudiye ait olmasından da bahsetmemiz gerekir.
Dünyanın en büyük gazete ve dergileri New York Times, Wall Street Journal, Times, Economist, Foreign Policy, Bild gibi yayın organlarının başka şirketlerde de ortaklıkları bulunan birkaç Yahudi aile ve şirket tarafından sahiplenildiğinden de söz etmemek olmaz.
Hatta dünyanın en büyük medya patronu olarak sayılan Rupert Murdoch’ın Fox’un başını çektiği medya ordusu ve bu ordunun İsrail askerlerinden bile daha güçlü bir şekilde İsrail adına savaşmasını da anlatmamız gerekecek.
Görünmezlik Kalkanı
Mesela geçtiğimiz senelerde internet videolarında gezen bir görüntü vardı. İsrail ordusunun görünmezlik kalkanını ürettiği ve askerlerin bunu kullanarak yüzde yüz kamuflajla istedikleri gibi hareket ettikleri söylenmişti. Bu bilgi sadece bir videodan ibaret kalırken resmi olarak hiç doğrulanmadı. Ancak İsrail’in Filistin üzerinde yürüttüğü acımasız güç gösterisi her daim medya lobisinin oluşturduğu görünmezlik kalkanı tarafından korundu. Bugünlerde artık sosyal medya sayesinde daha çok kişiye ulaşabilen Filistinli insanların evlerinin basılması, haksız tutuklamalar, İsrail askerlerinin çocukları hedef alması, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilerin evlerini işgali ve benzeri birçok görüntü yıllar boyunca bahsini ettiğimiz medya tarafından yok sayıldı.
Hürriyet’in İsrail Hassasiyeti
Bu yok saymanın gücü gerçekten çok büyük oldu. Mesela yayın ilkelerindeki “İsrail devleti ve dünyadaki tüm Yahudilerin çıkarlarını korumak” maddesini hiçbir şekilde saklama gereği görmeyen Alman medya kuruluşu Axel Springer’in yakın döneme kadar Türkiye’deki ortağı olan Doğan Medya’nın en önemli gazetesi Hürriyet İsrail aleyhinde hiç haber yapamadı. 27 Haziran 2011’de Mavi Marmara nedeniyle bozulan Ankara-Tel Aviv ilişkilerinin düzeltilmesini konu alan hiçbir haber yapan Hürriyet, Türkiye’nin özür talebinin İsrail tarafından üç kez kabul edilmesine rağmen her defasında sonra cayıldığını “İsrail üç kez kıvırdı” manşetiyle vererek tarihinde bir ilke imza atmıştı. Hürriyet’in bu hassasiyetini defalarca konu alan Takvim gazetesi de lobinin gözünden kaçmayacaktı. İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğunda görevli bir ismi yeni görev yeri olan Macaristan’a giderken kaleme aldığı veda yazısında İstanbul’da özleyeceklerini uzun bir liste halinde sıraladı. Sadece trafiği ve Takvim gazetesini hiç özlemeyeceğini belirtiyordu.
Cezalandırma Yöntemi
Filistinlilerin hayatta kalma mücadelesini yayımlayan bağımsız gazetecilerin sosyal medya hesapları kilitlenirken İsrail’in saldırıları sırasında vurulan, yaralanan ve öldürülen gazeteciler haber konusu bile olmadı. Bunları lobinin gücü altındaki yayın organlarında yayımlayan gazeteciler de en basit ifadeyle işlerinden oldu. Filistin’i ziyaret eden CNN yorumcusu Marc Lamont Hill “Nehirden denize özgür Filistin” ifadesini kullandığı ve İsrail’i eleştirdiği için CNN’den kovulmuştu. Beyaz Sarayın en kıdemli muhabiri olan Helen Thomas ise “‘Yahudiler Filistin’den defolup gitsinler. Polonya ve Almanya’ya, Amerika’ya ya da her nere ise oraya dönsünler” dediği için 89 yaşında işten atılmıştı. Son olarak geçen ay İsrail’in Gazze’ye yaptığı bombardımanda Anadolu Ajansı’nın (AA) ofisi de vuruldu. İsrail ordusunun paylaştığı verilere göre bombalanan noktada AA ofisinin olduğu biliniyordu ve vurulan hedefler arasında İsraillilerin vurmayı amaçladığı Filistin noktalarının yanında AA da verilmişti. Bu olay sadece medya lobisi tarafından gizlenmedi. İsrail lobisinin ağındaki dünyanın en üst düzey siyasi birimleri olayı görmezden geldi.
İsrail Lobisi
Yahudi medya kurumları esas olarak güçlerini İsrail lobisinin amiral gemisini teşkil eden düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinden alıyor. Bunların başında ise American Israel Political Action Committee (AIPAC), Anti-Defamation League (ADL) ve Dünya Yahudi Kongresi (WJC) geliyor. İki Amerikalı akademisyen Şikago Üniversitesi’nden John Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Walt 2007’de İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası adlı kitapla lobinin gücünü deşifre etmeye çalıştı. İsrail uluslararası anlaşmalara aykırı olarak nükleer silah sahibi olmuş zengin bir ülke olduğu halde ABD en büyük askeri yardımı bu ülkeye veriyordu. Yılda 3 milyar dolar tutarındaki bu yardım ABD’nin toplam doğrudan yardım bütçesinin altıda birini alıp götürüyordu. Üstelik ABD bu alışverişten fazla bir şey kazanmıyordu. İsrail’in işlerlik kazanmış bir demokrasisi olduğunu kabul etmekle birlikte onun aynı zamanda sivillere karşı silaha başvurmaya her an hazır bir bölgesel güç olduğunu söyleyen ikili “Amacı ABD’yi, çıkarlarının İsrail’i desteklemek olduğuna ikna etmek olan bir İsrail lobisinden” bahsediyordu. Kitap işte bu lobinin etkinliğini özellikle de mali gücünü ve kendisine karşı olabilecek kişileri nasıl susturabildiğini anlattı. Sonuç olarak ikisi de Yahudi düşmanı olarak ilan edildi ve akademik çevrede yalnızlaştırıldı. Onları Yahudi düşmanlığıyla suçlayan ADL’nin başkanı Abraham Foxman neredeyse kitap boyutlarında “Ölümcül Yalanlar: İsrail Lobisi ve Yahudi Kontrolü Efsanesi” başlıklı bir yanıt yayımladı. Ve bu kitap da bir kez daha medya lobisinin oluşturduğu görünmezlik kalkanı altına giriverdi.
İsrail Lobisinin Kalbindeki Hançer: One Minute!
Başkan Tayyip Erdoğan 20 Ocak 2009’da Davos zirvesinde eski İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “One minute” ve “Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” diyerek yaptığı çıkış İsrail lobisinin yıllardır üzerini örtmeye çalıştığı ama bir türlü başaramadığı bir konu oldu. Özellikle WJC’nin de başkanlarından olan ve ömrünü İsrail çıkarlarını korumayı ve dünyada Yahudiler aleyhine gelişen olayları örtbas etmeyi kendisine görev edinen dünyaca ünlü kozmetik şirketi Estee Lauder Companies’in sahibi Ronald S. Lauder “One minute”ten kurtulmak için çok çaba sarf etti. Milyarlarca dolarlık servetini İsrail’in kirli işlerini makyajlamak için kullanan Lauder’in Erdoğan’dan defalarca istediği randevu hiç verilmedi. Doğu Avrupa ülkelerindeki Yahudi gençlerin eğitimine maddi ve manevi büyük katkılarda bulunan, otuz yedi okul ve kamp kurarak binlerce Yahudi gencinin Yahudilik hakkında bilgilenmesini sağlayan, İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından el konulan kıymetli sanat eserlerini bulma yolunda bir komite kurup bu eserleri tek tek satın alan Lauder “One minute” görevini ise başaramamıştı.
Sıradan Yahudi sanatçıların eserlerine milyonlar vererek onları sanatın şampiyonlar ligine taşıyan ve Yahudi lobisinin sürekliliğini sağlamasında büyük pay sahibi olan Lauder ve dünyadaki Yahudi lobisi “One minute” etkisini İsrail’in Filistin’de yaptığı her zulümde bir kez daha görüyor. Çünkü “One minute” çıkışı dünya medyasının yüzde 96’sını kontrol eden gücün kontrol edemeyeceği bir yüreklilik ve samimiyetle söylenmiş ve İsrail’in zulmünü sadece dini olarak değil insani olarak da gören dünyada vicdan sahibi herkesi etkilemişti. Bu nedenle Mayıs’ta Tel Aviv’de yapılan Eurovision şarkı yarışmasının gerçekleştiği binaya üzerinde “crime minister” (suç başkanı) yazan Netanyahu pankartlarının yanı sıra Müslüman bile olmayan göstericiler tarafından Erdoğan posteri de asılmıştı. O poster tüm İsrail lobisine rağmen İsrail zulmüne karşı çıkan her insanın aklına “Erdoğan, İsrail’e kafa tuttu ve Filistin halkının yanında yer aldı” düşüncesini getiriyorsa bunun sebebi “One minute” olayıydı.