Kriter > Siyaset |

Derinleşen Kriz/Dönüşen Terör Karşısında Türkiye


Suriye krizi, Türkiye’nin otuz yılı aşkın bir süredir yürüttüğü terörle mücadeleye yeni bir boyut ekledi. Bu durumun temel sebeplerinden birisi -krizin uzun sürmesi ve daha önemlisi giderek derinleşmesi bir yana- Esed rejiminin ülke üzerindeki kontrolü kaybettikçe PKK üst düzey kadrosunun inisiyatifiyle kurulan PYD/YPG’nin kazandığı avantajları Türkiye karşıtı bir ajanda çerçevesinde hayata geçirmiş olmasıdır.

Derinleşen Kriz Dönüşen Terör Karşısında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin otuz yılı aşkın bir süredir yürüttüğü terörle mücadeleye yeni bir boyut ekledi. Bu durumun temel sebeplerinden birisi -krizin uzun sürmesi ve daha önemlisi giderek derinleşmesi bir yana- Esed rejiminin ülke üzerindeki kontrolü kaybettikçe PKK üst düzey kadrosunun inisiyatifiyle kurulan PYD/YPG’nin kazandığı avantajları Türkiye karşıtı bir ajanda çerçevesinde hayata geçirmiş olmasıdır.

Buna karşın Türkiye’nin son dönemde attığı en önemli adım hem ülke içinde hem de sınır dışında terörle mücadeleyi tanımlayan Yeni Güvenlik Konsepti olmuştur. Bu konsept terörle mücadeleyi bütüncül bir şekilde ele almakta ve saldırıyı beklemeden terör örgütlerine karşı ofansif bir müdahale stratejisine dayanmaktadır. Irak ve Suriye’de PKK, PYD ve DEAŞ’a karşı yürütülen operasyonlar bunun açık bir göstergesidir. Özellikle Fırat Kalkanı Harekatı DEAŞ’ın sınırdan süpürülmesiyle başladıysa da bir başka önemli işlevi PYD’nin ilan ettiği sözde kantonları birleştirme çabasının önüne geçmeye çalışmasıdır.

Suriye krizinin başladığı dönemde aktif çatışmalara girmeyen PYD özellikle muhaliflerle iş birliği yapmaktan uzak durdu. Esed rejimiyle de açıktan çatışmadı ancak örtük bir anlaşma çerçevesinde hareket ettiği sonradan anlaşıldı. Örgüt 2012’de silahlı gücü YPG’yi kurarak Kamışlı, Haseke ve Afrin gibi taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerin kontrolünü ele geçirirken fırsat buldukça kendisiyle iş birliği yapmayan diğer Kürt grupları da tasfiye etme yoluna gitti. Ayrıca PKK, Suriye uzantısı yapısı PYD ile 2014 yılı başında Türkiye-Suriye sınırı boyunca “kanton” olarak adlandırdığı Cizre, Kobani ve Afrin’de özerklik ilan etti. Bu yaklaşım PYD’nin söz konusu maksimalist hevesinin de ilk somut göstergesi oldu.

PKK-PYD Bütünleşmesi ya da “Ölüler Yalan Söylemez”

Suriye krizinin PYD için yeni bir aşamaya gelmesi ve Türkiye açısından bir tehdit halini alması ise DEAŞ’ın 2014 Ekim ayında Ayn el-Arab’a (Kobani) saldırmasıyla başladı. Hükümet bu süreçte bu çatışma bölgelerinden kaçan iki yüz bini aşkın sivili birkaç gün içinde Türkiye’ye yerleştirdi. Ayrıca Barzani’ye bağlı Peşmerge güçlerinin Kobani’ye geçişini koordine ederek DEAŞ’a karşı destek sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Buna rağmen Çözüm Süreci’nin devam ettiği bu dönemde PKK ve HDP yöneticilerinin provokasyonu ile Diyarbakır başta olmak üzere yaklaşık yirmi ilde “Kobani gösterileri” adı altında sokağa çıkma çağrıları yapıldı. Örgütün şiddet uygulamalarına dönüşen bu gösteriler yaklaşık elli kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sona erdi. Bu olaylar birbiriyle organik bağa sahip olan Suriye merkezli PYD/YPG’nin siyasal stratejisi ile PKK’nın Türkiye’ye yönelik hedeflerinin iç içe geçmesi açısından bir dönüm noktası oldu.

Makro düzeydeki bu örtüşme ve iki yapı arasındaki iş birliği sahaya da açık bir şekilde yansıdı. PYD’nin Ayn el-Arab’da DEAŞ’a karşı direnç göstermesi sırasında başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin sağladığı destek bu yapının kendini uluslararası arenada makbul gösterme çabası için önemli bir kaldıraca dönüştü. Türkiye’nin endişelerine karşı kimi zaman PYD’nin PKK’dan farklı bir yapı olduğuna dair söylemler tedavüle girse de PKK bu süreçten yararlanma arayışına girdi. PKK, kendini terör örgütü olarak tanıyan Batılı aktörler nezdinde “DEAŞ’la savaş” söylemi altında PYD’yi aklama stratejisi izledi. Söz konusu aktörlerden silah ve lojistik destek elde etmenin yanı sıra bu stratejiyi de Türkiye’de hem siviller hem de güvenlik güçlerine karşı düzenlediği terör saldırılarını örtmek için kullandı.

Batı medyası ve akademyasında uzun süre görmezden gelindiyse de son dönemlerde bu durum sorgulanır oldu. NATO’nun yayın organı olan Defence Against Terrorism Review dergisinde Andrew Self ve Jared Ferris imzasıyla çıkan makale ölüm ilanları üzerinden PKK-PYD ilişkisini gözler önüne serdi. Self ve Ferris’e göre sorgulanması gereken nokta, Batılı ülkelerin terör örgütü olarak gördükleri bir yapıya verdiği destektir. Bu yaklaşım şimdiye kadar istisnai olarak kalsa da dile getiriliyor oluşu bile önemli. Bununla beraber Türkiye’nin üzerinde önemle durması gereken şey, bir yandan bu gerçeği sürekli dile getirmek ve bu iki örgütün mobilizasyonunu bitirmektir. Özellikle Fırat’ın doğusundaki YPG militanları ile askeri mühimmatının Türkiye’ye geçişinin önü alınmalıdır.

Suriye Krizinde Yeni Aşama

Halep sonrası hem Suriye krizi hem de Türkiye’nin PKK/YPG ile mücadelesini etkileyecek iki ana unsurdan söz etmek mümkün: Birincisi Türkiye, Rusya ve İran arasında mutabakata varılması, ikincisi ise Ocak ayında Trump’ın ABD başkanlık koltuğuna oturacak olması. Aralık ayının ortasında Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan mutabakat Suriye krizinin yeni bir aşamaya geldiğinin göstergesi. Bu noktaya nasıl gelindiği ayrı bir yazı konusu. Kısaca ifade etmek gerekirse aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan 2015 yazından beri Suriye meselesinin Rusya ile birlikte çözülebileceğine dair görüşlerini birkaç kez tekrarladı. Ancak 24 Kasım 2015’te yaşanan jet krizi, bu senaryo ve dolayısıyla varılan mutabakatın bir yıl ertelenmesine neden oldu. ABD’nin Suriye krizinde değişen tavrı ve bunun ürettiği maliyet tarafları bu noktaya getirdi. 15 Temmuz darbe girişiminin atlatılmış olması ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in açık desteği hem ilişkilerin yeniden iyileştirilmesi hem de Suriye krizi konusunda ortak bir inisiyatif alınmasına yönelik bir ivme oluşturdu. Gecikmeli de olsa Moskova’da bir araya gelen Türkiye, Rusya ve İran Astana’da gerçekleşecek toplantı öncesinde ihtilaflı konular üzerinde bir mutabakata varmış gibi görünüyor.

Sahanın kendini dayatarak diplomasinin önüne geçebildiği bir ortamda bu mutabakatın nasıl devam edeceğini öngörmek zor. Ancak ilan edilen prensiplerin mikro düzeydeki uygulamalara dair önemli ipuçları barındırdığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin en hassas olduğu noktalardan biri olan Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesinin mutabakat metninde açık seçik bir şekilde vurgulandığı görülüyor. Bu durum krizin başından itibaren Türkiye’nin dile getirdiği ve üzerinde hassasiyetle durduğu bir nokta. Fırat Kalkanı Harekatı’nın da en önemli amaçlarından biri, arkasına ABD’yi alan PYD’nin bir oldubitti ile Suriye’nin kuzeyinde fiili bir durum oluşturmasının önüne geçmekti. ABD ve Rusya ile diplomatik süreçler hızlandıkça Türkiye aynı zamanda Fırat Kalkanı ile sahayı tahkim etmeye devam edecektir. El-Bab’da gösterilen kararlılık bunun önemli bir göstergesi. Mevcut durumda haritaya bakmak bile bu kararlılığın neden gerekli olduğunu gösterebilir. El-Bab kontrol edilmediği takdirde yalnızca DEAŞ tehlikesi sürmeyecek, aynı zamanda PYD el-Bab üzerinden Menbic’e doğru hareket etme imkanını yakalamak için çeşitli zorlamalarda bulunacaktır.

Bütün Senaryoların Kaybedeni PYD

Suriye krizi ve Türkiye’nin terörle mücadelesi birbiriyle ilişkili hale geldikten sonra bile bu sorunun çözümüne yönelik birçok senaryo mevcuttu. Ancak Türkiye’de PKK, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin; Suriye’de ise PYD, Esed karşıtı blokun başarısızlığına yönelik senaryoya payanda olmayı tercih etti. Bu senaryo Türkiye’de akim kaldı. Cumhurbaşkanı ve hükümeti sarsmak ya da istikrarsızlık yaratmak bir yana terör karşıtı blokun bütünleşmesine ve terör karşısında kararlı bir duruş sergilemesine zemin hazırladı. Suriye’de ise PYD/YPG ve DEAŞ’a karşı bir kara gücü olmayı kabul ederek alanını genişletti.

Bu duruma zemin hazırlayan temel saik Obama’nın Suriye stratejisiydi. Trump’la birlikte bu stratejinin PYD aleyhine PKK, kendini terör örgütü olarak tanıyan Batılı aktörler nezdinde “DEAŞ’la savaş” söylemi altında PYD ile bütünleşme stratejisi izledi. Böylece söz konusu aktörlerden silah ve lojistik destek elde eden PKK, bu stratejiyi Türkiye’de hem siviller hem de güvenlik güçlerine karşı düzenlediği terör saldırılarını örtmek için kullandı. değişeceğini söylemek mümkün. Kurduğu kabine Trump’ın oldukça pragmatik ve sonuç almaya yönelik tercihler yapacağına dair işaretler taşıyor. Bu da sahada güçlü bir şekilde bulunan geleneksel aktörlerle iş birliği yapacağı anlamına geliyor. Suriye’ye müdahil olmadığı senaryoda ise Fırat Kalkanı Harekatı ile sahada güçlü bir varlık gösteren Türkiye gerektiğinde kendi başına gerektiğinde ise Rusya, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle iş birliği çerçevesinde kendi ajandasını uygulamaya koyacaktır. Bütün bu senaryolar PYD’nin Suriye’de kaybedeceği bir sürece gireceğine işaret ediyor. Kısacası YPG’yi kullanışlı bir aparat kılan sürecin sonuna doğru gidiliyor. Suriye krizi çözüme ulaştıkça elinde neferliğini yaptığı ABD desteğinden başka bir şey kalmayacak.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası