Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin katılımı ile 22 Kasım’da Soçi’de düzenlenen liderler zirvesi, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı sürecindeki dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilebilir. Bundan sonra yaşanacak gelişmelerin hem Suriye’de silahların kalıcı olarak susmasını hem de yeni bir siyasal sistem inşa edilmesini sağlaması bekleniyor. Bu gelişmenin mimarları ve taşıyıcıları olarak ise Türkiye, Rusya ve İran üçlüsü ön plana çıkıyor. Soçi’ye kadar yaşanan süreci tahlil etmek, zirve sonrasında beklenen gelişmeleri anlamlandırabilmek için son derece önemli. Bu üç ülkenin Suriye krizi bağlamındaki söz konusu tarihsel eşiğe nasıl ulaştıklarının cevabını tartışmak gerekiyor.
Son dönemlerde Türkiye’nin Rusya ve İran ile ilişkilerinde fevkalade gelişmeler yaşandı. Rusya ile 24 Kasım 2015’te yaşanan uçak krizi ve İran ile 2011’de başlayan Suriye iç savaşından beri son derece kötü bir seviyede seyredip gerileyen ilişkiler dikkate alındığında 2017 yılındaki gelişmelerin öneminin daha net anlaşılacağı söylenebilir. Örneğin Türkiye ve İran genelkurmay başkanlarının ilk kez gerçekleşen karşılıklı ziyaretleri 1979’daki devrimden bu yana ikili ilişkilerde yaşanan en önemli gelişmelerden biridir. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Putin’in Soçi zirvesi de dahil olmak üzere bir yıl içinde sekiz defa görüşmeleri ilişkilerin geldiği noktayı göstermektedir. Bu durumu 13 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Soçi’deki buluşmasında Putin, “İlişkilerimiz kriz öncesi seviyesine ulaştı” şeklinde nitelendirmiştir. Ek olarak Türkiye’nin yalnızca İran ve Rusya ile ilişkilerini düzeltmekle kalmayıp onlarla birlikte Suriye’de kalıcı bir barışın tesis edilmesi ve Ortadoğu’da bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanması için de çalıştığını ve “düzen kurucu” aktörlerden biri olduğunu söylemek gerekmektedir. Türkiye’nin son derece olumsuz görünen bir tabloyu tersine çevirmesi ve yalnızca kendi ilişkilerini düzeltmekle kalmayıp bunu komşu Suriye’de barışın sağlanmasına tahvil etmesi de diplomatik kapasitesinin gücünü göstermektedir.
Soçi Zirvesi Sonrası Suriye’de Ne Olacak?
2016 yılının son günlerinde üç ülkenin olağanüstü iş birliği sonucu Suriye’de sağlanan ateşkes 2017’deki tedrici gelişmelerle pekişme sürecine girmiş bulunuyor. Astana sürecinin bu noktada en önemli gelişme olduğunu söylemek gerekir. 2017’nin Ocak ayında Türkiye, Rusya ve İran’ın öncülüğünde Cenevre sürecini takviye etmek ve canlandırmak üzere Kazakistan’ın Astana kentinde başlayan görüşmeler, Suriye krizinin çözümünde bugüne kadarki en etkili girişim olarak temayüz etti. Astana’nın her ne kadar Cenevre’ye bir alternatif olmadığı dile getirilse de fiili olarak onun yerini aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bugüne dek yedi defa düzenlenen Astana görüşmeleri sonucunda Suriye’de dört noktada çatışmasızlık bölgeleri tesis edilmiş ve sahada siyasi çözüm için müsait bir ortam oluşturulmuştur. Sürecin başından beri teknik uzmanların da görüşmelere dahil olmaları masada alınan siyasi kararların sahada bir karşılığı olmasını mümkün kılmaktadır. DEAŞ’ın mağlup edilmesi gibi önemli gelişmeler de artık kalıcı bir barışın mümkün olduğu fikrini güçlendirmekte ve olumlu bir atmosfer yaratmaktadır.
22 Kasım’da Soçi’de gerçekleştirilen zirvenin Astana sürecinin en önemli çıktılarından biri olduğunu söylemek gerekir. Astana ve Soçi gibi Suriye’de barışın tesis edilmesi için düzenlenen kritik önemi haiz toplantılar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararı uyarınca yürütülmektedirler. Bu anlamda uluslararası hukuk açısından da meşruluğu bulunmaktadır. Zirvenin siyasal hazırlığı Astana sürecine ek olarak zirveden hemen üç gün önce Antalya’da toplanan üç ülkenin dışişleri bakanları tarafından yapılmıştır. Zirvede alınacak kararların askeri ve teknik boyutuna ilişkin hazırlık da yine zirveden hemen bir gün önce Soçi’de bir araya gelen üç ülkenin genelkurmay başkanları tarafından yapılmıştır.
Zirvede bir araya gelen liderler yaptıkları açıklamalar ile Suriye’de silahların sustuğunu ve artık yalnızca siyasi çözümün mümkün olduğunu ilan etmişlerdir. Yayımlanan ortak açıklamada terörle mücadelenin sürdürülmesi ve çatışmasızlık bölgelerinin geleceği gibi daha önce de vurgulanmış hususların yanı sıra üç noktanın ön plana çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır: Birincisi Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan vurgudur ki Türkiye için PYD/YPG terör örgütünün ortaya çıkardığı tehdit düşünüldüğünde bu nokta önemlidir. Bilindiği üzere söz konusu terör örgütü Suriye’nin kuzeyinde alan hakimiyeti kazanmak ve bir terör devleti oluşturmak maksadıyla eylem halinde bulunmaktadır.
İkincisi “serbest ve adil” seçimler yoluyla Suriye’de “kapsayıcı, özgür, adil ve şeffaf” bir siyasi sürecin işletilmesi ve anayasa yapım sürecinin başlatılmasıdır. Anayasa yapmak bir anlamda yeni bir siyasal sistem kurmak anlamına geleceğinden Suriye’nin yeniden inşası demektir. Bu noktada hangi aktörlerin bu süreçte ne kadar etkin olacakları sorusu anlam kazanmaktadır. Bu sorunun cevabını da üç ülkenin aralarındaki pazarlıklar belirleyecektir.
Son olarak önümüzdeki günlerde Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin toplanması ve Suriye’nin meşru tüm kesimlerinin bu kongrede temsil edilmesidir. Söz konusu kongreye PYD/YPG’nin iştiraki konusunda Türkiye şerh koymuş durumdadır. Bu üç gelişmenin haricinde ifade edilen bir başka husus da çıkarılacak olan bir genel afla Suriyelilerin yeniden sosyal ve siyasal hayata dahil olmalarının sağlanması ve temiz bir sayfa açılmasıdır.
Soçi “Düzen Kurucu” Bir Zirve
Hülasa Astana ile başlayıp Soçi ile taçlanan sürecin bundan sonra Suriye Ulusal Diyalog Kongresi ile Suriye denklemindeki tüm tarafları kapsayacak şekilde sürdürülmesi bekleniyor. Sürecin nihayetinde ise yeni bir anayasa yazılarak bir siyasal sistem inşa edilmesi hedefleniyor. Türkiye bu noktada terör örgütü PYD/YPG konusundaki hassasiyetini ve kararlı tavrını muhafaza etmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’de beyan ettiği üzere Türkiye “terör örgütleri ile aynı çatı altında” olmayacaktır. İran, Türkiye’nin PYD/YPG’nin Suriye’deki varlığının bitirilmesi hususundaki kararlılığına yönelik herhangi bir karşı görüş beyan etmemişken Rusya’nın bazı hamlelerinin Türkiye’yi rahatsız ettiğini vurgulamak gerekiyor. Rusya’nın daha önce PYD/YPG’yi de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne davet etmesi, Moskova’da bir ofis açmalarına izin vermesi ve PKK’yı bile resmen bir terör örgütü olarak kabul etmemesi gibi hususlar Türkiye’yi rahatsız etmektedir. Buna mukabil 2004 yılında PKK’yı resmen bir terör örgütü olarak kabul eden İran ise Türkiye’nin tezlerini kabul etmeye daha yakın gözükmektedir. Türkiye ve İran’ın, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin referandum emrivakisine olan ortak tavrı bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğüne olan vurguyu kuvvetlendirmiştir.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 4 Ekim’deki Tahran ziyareti sırasında terörün adı “ister DEAŞ ister PKK, ister el-Nusra olsun” mücadele edeceğiz şeklinde konuşması İran’ı Türkiye’nin pozisyonuna yaklaştırmaktadır. Ancak İran da net bir şekilde PYD/YPG’nin ismini terör örgütü olarak telaffuz etmemiştir. Türkiye’nin bir müddet daha söz konusu meseleyi Rusya ve İran ile görüşmeye devam edeceği öngörülebilir.
Soçi zirvesinin belki de en önemli sonucu ilk kez bir “düzen kurucu” eylemin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgeyi domine eden süper güç ABD olmadan başarıya ulaşma şansının olduğunu göstermesidir.
Bu noktada Irak’ta merkezi hükümetin güçlenmesi ve Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması, Suriye’de kalıcı bir barışın tesisi, toprak bütünlüğünün sağlanması ve istikrarlı bir siyasi düzen kurulması gibi gelişmeler de Soçi iradesinin güçlendirilmesine katkı sağlayacaktır. Suriye’de yeni bir düzen ve barış inşa edilirken Türkiye de sürece aktif katılımını sürdürerek Ortadoğu’nun bölgesel barış ve istikrarına katkıda bulunmaktadır.