2020 siyasi tarihe şimdiden damgasını vuran bir yıl olurken, siyahi George Floyd’un polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesi ABD’yi derinden sarstı. 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle Floyd’un boynuna bastırarak onu aslında tüm dünyanın gözü önünde öldüren beyaz polis ve onu izleyen diğer polisler, ırkçılık hastalığından halen kurtulamamış Amerikan topraklarının kanlı tarihinin bir özetini sunmuş oldular. Gündelik siyasi politikaların ve başkanların ötesinde daha derin bir tarihi hastalığa işaret eden bu trajik ölüm, siyahilere yönelik ne ilk polis şiddetiydi, ne de son olacak. Tüm ülkeye bir anda yayılan “adalet yoksa barış da yok” sloganları şimdiden kendi rüzgarını yaratmış olsa da bu hareketin siyasi bir harekete ve çözüme dönüşmesinin hiç kolay olmadığını vurgulamak gerekiyor.
ABD Son 50 Yılın en Büyük Dalgasıyla Karşı Karşıya
Siyahi hareketin en önemli isimlerinden Martin Luther King’in 1968’de suikast sonucu öldürülmesinin ardından yaşanan olaylar, ülke tarihinde yer etmiş en önemli siyasi ve toplumsal kırılma anlarından biridir. O tarihten sonra siyahi Amerikalıların hak arayışından kaynaklanan en büyük olaylar son bir haftada yaşandı. 300’den fazla kentte “Floyd’a adalet” gösterileri düzenlendi ve birçok kentte gece sokağa çıkma yasakları uygulandı. Milyonlarca siyahi ve beyaz Amerikalı “nefes alamıyorum” sloganıyla bir türlü sonu gelmeyen polis şiddetini protesto etti. Floyd beyaz polislerin elinde hayatını kaybetti ancak ardından başlayan gösteriler beklentilerin ötesinde bir dalga yaratarak belki orta vadede başka Floyd’lara adalet getirecek bir adalet çığlığına dönüştü.
Kuşkusuz Floyd’un ölümünün ardından Covid-19 tehlikesine rağmen milyonların sokağa çıkmasına zemin hazırlayan bazı faktörler var. Çok uzun yıllardır beyaz polislerin siyahilere yönelik şiddeti konusunda içlerinde öfke biriken milyonlarca siyahi Amerikalı, Floyd’un yürek burkan ölümüyle öfkesini boşaltmak için sokağa döküldü. Amerikan topraklarında 1619’dan sonra yaklaşık 250 yıl köle statüsünde olan Afrikalı Amerikalılar, güç bela elde ettikleri sivil hakları aslında pratikte çok da kullanamadıklarını tüm dünyaya haykırmak istiyorlar. Bir beyaza asla yapılmayacak bir muamelenin kendilerine sürekli layık görülüyor olmasından dolayı içlerinde biriken öfkenin bir dışa vurumu aslında bu gösteriler. Halen ABD’nin en fakir ve en eğitimsiz kesimi olmalarının getirdiği zorlukların da bir dışa vurumu.
Buna ilaveten ABD’yi ciddi şekilde etkileyen Covid-19’un getirdiği ekonomik ve psikolojik şartlar da, sadece siyahilerin değil evlerinde bunalan ve işlerini kaybeden beyazların da sokağa çıkmasına neden oldu. ABD genelindeki gösterilere bakınca sokaktaki insanların büyük kısmının gençlerden oluştuğu rahatlıkla görülebilir. Ekonomik baskı, koronavirüs salgınının ekonomik etkileriyle de birleşince siyahi ya da beyaz milyonlarca kişiyi bir anda sokakta buluşturdu.
Gösteriler, Liberal-Demokratlar Tarafından Trump Karşıtlığına Dönüştürüldü
Bir diğer faktör ise daha ziyade Trump karşıtlığında ortaya çıkan siyasi bir hesaplaşma dürtüsü. Floyd’un ölümüne tepki olarak başlayan gösteriler artık Trump karşıtı siyasi protestolara dönüşmüş durumda. Bunu öngörmek aslında son derece kolaydı: Zira şu anda sokakta Floyd’un ölümünü protesto edenlerin neredeyse tamamı Trump’ı onaylamayan liberal ve demokrat kesimlerden oluşuyor. Ortak “düşmanları”, Floyd’un ölümünü mümkün kılan söylemleriyle Trump. Trump’ın birleştirici olmaktan çok daha ziyade güce ve düzene vurgu yapan “ayrıştırıcı” söylemleri de bu göstericilerin daha fazla gösterilere sarılmasının bir diğer nedeni. Tüm bu sosyo-psikolojik, ekonomik ve siyasal sebepler bir araya gelerek ülke genelinde adeta bir tsunamiye dönüştü ve ne şekilde duracağını henüz kimse bilmiyor.
Antifa Gösterilerin Neresinde Duruyor
ABD Başkanı Trump’ın, gösterilerde yaşanan şiddet olaylarından Antifa adlı sol militan grubu sorumlu tutması, bir anda gözleri bu yapılanma üzerine çevirdi. Amerikalıların çok azının tanıdığı bu sol örgüt için “terör örgütü ilan edeceğim” diyen Trump, adeta faturayı Antifa’ya kesti. Normal barışçıl göstericilerden farklı olarak şiddet gösterileri konusunda eğitimli, daha organize hareket eden ve polisle yüz yüze gelmekten hiç çekinmeyen Antifa, olayların ilk 5-6 gününde çeşitli vesilelerde kamuoyunun gündemine geldi.
Her ne kadar şiddet olaylarında Antifa’nın ne kadar rol oynadığı net olmasa da, bu organize grubun ülkenin farklı kentlerinde sergilediği şiddet olayları kameralara yansıdı. Suriye’de terör örgütü YPG/PKK ile birlikte çalışan ve onlardan silahlı eğitim aldığı bilinen Antifa’nın Amerikan kamuoyunda terör bağlamında daha sık gündeme gelmesi, Türkiye açısından elbette anlamlı olacaktır.
ABD’de Beyaz Polislerin Siyahilere Şiddet Konusunda Sicili Hep Kabarıktı
Floyd’un ölümü siyahilere yönelik polis şiddetini yeniden gündeme taşırken, aslında bu tür ölümlerin ne kadar sık yaşandığı da bir kez daha ortaya çıktı. ABD’de Floyd’un ölümünün bir istisna değil, sistematik bir ırkçılığın ve ayrımcılığın sadece son halkası olduğu gerçeği gerçekten üzüntü verici. Çoğu vasat hatta kötü eğitime sahip olan ve bilinçaltlarında ırkçı kodlamalara sahip olan beyaz polisler, ABD’de siyahilere yönelik şiddetin ana kaynağı konumundalar. ABD yasalarına göre aslında normal yetkilere sahip olan bu polislerin siyahilere yönelik şiddet uygulamalarının çok büyük kısmı cezasız kalıyor. Dolayısıyla polis şiddetinin kendisi kadar sonrasında devreye giren ceza yasaları ve kriminal sistemin de ciddi şekilde sorunlu olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Amerikan polisinin şiddet içeren eylemlerinin büyük bölümü sebepsiz tutuklamaların yaşandığı anlarda ortaya çıkıyor. Nedensiz ya da çok basit bir nedenden dolayı tutuklanan, eline kelepçe takılan kişiler buna tepki gösterdiğinde polis “kendini koruma” gerekçesiyle bir anda agresif davranışlar sergileyebiliyor. Söz konusu kişi bir siyahi olduğunda ise polisler daha kriminal ve ırkçı bir gözlükle olaya yaklaşıyor. Bu da siyahilerin çok daha basit nedenlerle darp edilmesine ve hatta öldürülmesine kaynaklık ediyor. Floyd’un ölümünde de olayın başlangıcı aslında basit bir adi suçla ilgili gözaltı. Fakat bu basit gözaltı hadisesi, 8 dakika 46 saniye boyunca boğazına bastırılan Floyd’un olay yerinde ölümüyle sonuçlanıyor.
Polis şiddeti ve sonrasındaki adli süreçlerde bu suçların üstünün örtülmesi sorunu, modern Amerika’nın çözemediği yapısal bir sorundur. Güncel istatistiklere göre, ABD'de 2013-2019 arasında siyahiler de dahil 7 bin 600’den fazla kişi polisin verdiği sert tepkiler nedeniyle yaşamını yitirdi. Son 10 yılda ülkede en az 85 bin polis söz konusu gerekçelerle 200 bin soruşturma geçirdi ancak bu soruşturmaların büyük kısmı kamuoyundan gizlendi. En az 110 bin soruşturma, emniyet teşkilatı içinde yürütüldü ve yargıya dahi taşınmadan deliller yok edilerek kapatıldı.
Yapılan sorgulamaların çoğunda “görevi kötüye kullanma” ve “dövme” suçlamaları öne çıktı. En az 22 bin 924 polis orantısız güç kullanmaktan, 3 bin 145 polis tecavüz ve çocuk tacizinden, 2 bin 307 polis ise aile içinde şiddet uygulamaktan soruşturma geçirdi. İşlediği suçlardan dolayı sorgulama geçiren 80 bin polisin sadece 30 bini görevden alındı. Söz konusu polisler en az 20 ila 110 soruşturma geçirmesine rağmen, ancak yıllar sonra meslekten el çektirildi. Bu polislerin en az 4 bin 500’ü uyuşturucu ve alkol kullanmak, 9 bin 600’ü ırkçılık ve saldırıda bulunmak, 2 bin 250'si gereksiz yere adam öldürmek ve 5 bin 400’ü de hırsızlık ve yalan beyanda bulunmak nedeniyle görevinden alındı.
Tüm bu korkunç tablonun ABD’yi getirmesi gereken yer bir “polis ve yargı reformu” olması gerekirken, hiçbir şey olmamış gibi halen aynı yetkiler ve üstü örtülen suçlarla aynı polisler görevlerine devam ediyorlar.
ABD’nin Kurtulamadığı Hastalık: Yapısal Irkçılık
ABD’de siyahilerin maruz kaldığı ırkçılığın altında aslında 300 yıla dayanan derin bir arka planın olduğunu unutmamak gerek. Ne ilk siyahi başkan Barack Obama’nın çözebildiği, ne de diğer başkanların bir adım atabildiği bir sorun olan “siyahilere yönelik ırkçılık”, bugünkü modern Amerika’nın en yapısal sorunlarından biri olarak masanın orta yerinde hala durmaktadır.
1619'da Amerika kıtasına getirilen ilk Afrikalılardan 1865'te siyahların eşit kabul edilmesine kadar 246 yıl boyunca siyahiler bu topraklarda köle olarak muamele gördüler. Ancak 1865’te vatandaşlık haklarına kavuşmalarının ardından dahi siyahilerin sivil haklarını kazanabilmeleri için 100 yıl daha beklemeleri gerekti. 1960’ların ortalarında kazanılan sivil hakların gerçek hayatta uygulanması noktasındaki sorunlar ise hiçbir zaman bitmedi.
Diğer yandan ABD topraklarında özellikle 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında yaşanan linç olaylarına da bir parantez açmak gerekiyor. Köle olarak alınıp satılan siyahilerin, seyircilerin gözü önünde çeşitli şekillerde öldürüldüğü bu korkunç olaylar, Amerikan tarihindeki ürkütücü yerini koruyor. Örnek olarak, “Kızıl Yaz” olarak kitaplara geçen 1919 yazında ABD topraklarında bin 100’den fazla siyahi linç edilerek öldürülmüştü.
Öte yandan ABD’deki en fakir ve en eğitimsiz sosyal kesimlerin siyahiler olması da ayrı bir yapısal eşitsizlik konusudur. Bu iki faktör birleşince küçük yaşta suça karışmaya başlayan siyahi gençlerin birkaç kez hapse girdikten sonra artık daha kolay bir şekilde suç işleyebildikleri ve toplumun gözünde “daimi suçlu” olarak görülmeye başlandıkları bir sonuç ortaya çıkıyor. Bu sebeple en küçük bir trafik ihlalinde bile siyahi bir vatandaşla karşı karşıya gelen beyaz bir polis, siyahiye otomatik olarak “suçlu” olarak yaklaşıyor. Karşısındaki siyahinin suçlu, tehlikeli ve hatta silahlı olduğu bilinçaltıyla hareket eden beyaz polisler için siyahi birini vurmak, onu darp etmek ya da Floyd örneğinde olduğu gibi güya bir “güvenlik” gerekçesiyle onu 10 dakika yerde yatırmak artık normal hale geliyor. Aynı uygulamanın beyaz bir Amerikalıya asla yapılamayacağını da ABD’de yaşayan herkes gayet iyi bilir.
Floyd’a Adalet Talebi Bir Yanılsama mı Gerçek Bir Talep mi?
ABD’nin 11 Eylül’den sonra içine girdiği ve bir türlü çıkamadığı “güvenlikçi yaklaşım”, ülke içinde polis de dahil tüm güvenlik unsurlarına ekstra güç veriyor. Kendisini her zamankinden daha güçlü ve muktedir hisseden Amerikan polisi, sonuçlarına da pek katlanmadığı şiddet olaylarına neden olduğunda herhangi bir pişmanlık duymuyor. Mevcut siyasi atmosferde zaten ikiye bölünmüş olan Amerikan toplumu, Floyd’un ölümünün ardından da “Floyd’a üzülmek ve adalet istemek” ile “gösteriden yağmalamaya dönüşen şiddet olaylarını kınamak” arasındaki kısır döngüye yine girmiş durumda.
Cumhuriyetçi ve “beyazların üstünlüğü” tezine inanan seçmenlere sahip olan Trump’ın söylemleri, beyaz polislere ayrı bir güç veriyor. 2016’da Teksas’ın Dallas kentinde siyahi bir vatandaşın 5 beyaz polisi öldürmesinin hemen ardından göreve gelen Trump’ın ilk sözlerinden biri “polisleri her ne pahasına olursa olsun korumak” olmuştu. Siyahilere yönelik polis şiddetini her zaman “bireysel hatalar” olarak değerlendiren Trump’ın kendi başkanlığı döneminde konuya yapısal açıdan bakması mucize olur. Öte yandan şu anda sokakları dolduran değişim talebinin siyasal bir karşılığa dönüşebilmesinin hiç kolay olmadığı da ayrı bir gerçek. Bu yönde emareler ortaya çıksa bile böylesine bir hareketin oluşumu için epey zaman gerektiği söylenebilir. Floyd için adalet talebinin ülke geneline yayılan bir rüzgara dönüşmesinin bir yanılsama mı yoksa gerçek bir siyasal talep mi olduğunu ise önümüzdeki aylar gösterecek.