Kriter > Ekonomi |

Tüketerek Bugünü, Üreterek Yarını Büyütürüz


Sanayi bir şeyden çok şey üretmektir. O şey hayatın devamı için gerekenleri temsil eder.

Tüketerek Bugünü Üreterek Yarını Büyütürüz

Sanayi bir şeyden çok şey üretmektir. O şey hayatın devamı için gerekenleri temsil eder. Türkiye gibi orta gelir düzeyindeki ülkede 16 milyon civarında şey var ve birileri bunları üretmek zorunda. Zira toplum hayatı bu şeyler üzerinden yürüyor. Üretimi siz yapıyorsanız sanayi sektöründe kendinize yer edinmeye başladınız demektir. Sorun, bu şeylerin ne kadarını sizin ürettiğiniz ne kadarını da başkalarından alıyor olduğunuzdur. Aklınız ve sermayeniz ne kadarına yetiyor?

Bu soruların cevabını verdiğimizde Türkiye’nin sanayileşme tarihini yazmış oluyoruz. Bugün şükür ki sanayinin milli gelir içindeki payı yüzde 15’ler düzeyindedir. Yeterli mi? Bunun cevabı sanayinin niceliği kadar niteliğinden verilebilir. Her ne kadar Almanya gibi yüzde 35’lerde olmasak da Yunanistan gibi sıfıra yakın değiliz ve Rusya gibi ürün ülkesi olmayışımızın avantajlarını yaşıyoruz. Bugün hizmetleri baş tacı edip sanayiyi ıskalayan toplumların bir başkasına bağımlılığı ortadadır.

Nicelik yeterli olmayabilir fakat daha da önemlisi sanayinin niteliğidir. Biliyoruz ki teknoloji, sanayinin nitelik ölçüsüdür. Türkiye’de sanayi mallarının ancak yüzde 3’ü ileri teknolojiye sahip iken orta teknolojilerin payı yüzde 20’lere doğru tırmanıyor fakat geriye kalan imalat sanayii ürünleri hala düşük niteliktedir.

Sanayinin nitelik sorununu ihracat üzerinden okursak, Türkiye ihracatında 1 kg malın ihraç değeri ancak 1,5 dolar iken, yarışta olduğumuz ülkelerde bu rakam 3 hatta 4 dolara çıkmaktadır. Bu yüzdendir ki 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat nicelik hedefi verirken, kg fiyatında 3 dolarlık nitelik hedefini de koyduk.

Bugün toplum, sanayinin nitelik sıçraması ihtiyacını kavramıştır ve inovasyon (yenileşim) kelimesi herkesin dilindedir. Fakat bunun nasıl gerçekleşeceği noktasında kafalarımız net değil henüz. Gayretler var ancak iyiler ittifakı yok. Bu da başarı için işbirliği gerektiren pek çok alanda yavaş kalmamıza yol açmaktadır.

Sanayinin Yatırım İhtiyacı

Başka bir sıkıntı ise sanayinin sermaye ihtiyacına dairdir. Sermaye birikimi olmayan ülkemizde uzun yıllar sanayileşme dış borç ile finanse edildi. Bu da beraberinde dış açık gibi hastalıkları taşıdı. Bugün gelinen noktada sanayi yatırım ikliminin yalnızca yasalar ve mevzuat ile iyileşmeyeceğinin, finansa özellikle de kaliteli finansa erişimin son derece hayati olduğunun bilincindeyiz.

Bu konuda İstanbul Sanayi Odası’nın İSO 500 araştırması bize, sanayiye dair çok değerli veriler sunuyor. Nereden geldiğimiz ve nereye doğru gittiğimize dair ölçüler kazandırıyor. Görünen o ki sanayide konjonktürden de bağımsız yapısal sorun oluştuğu, mevcut sistemle koşulacak alan kalmadığıdır.

Sanayinin yatırım ihtiyacı ve finansman kalitesinden söz ediyoruz. Karının üçte ikisi finansmana giden sanayi, elinde kalan ile nasıl yatırım yapsın, AR-GE’ye hangi kaynağı ayırsın, düşük katma değerden yüksek teknolojiye nasıl geçebilsin?

Bu klasik “ucuz kredi talebi” ağlaşması değil. Bu şimdiki ezberler, mevcut zihin yapısı, banka sistemi ve finansal araçlarla yatırım dostu iklimin oluşmadığının ifadesi...

İSO Başkanı Erdal Bahçıvan daha kaliteli finansman kaynaklarına işaret ediyor: “Bankalar da bu durumdan mutsuz. Sanayici dişiyle, tırnağıyla kazandığı paranın üçte ikisini finansmana verirse ekonominin çarkları nasıl döner?”

Çözüm Kalkınma Bankacılığı

Mevcut bankacılık sistemiyle yatırım ikliminin yeşermediği ortada. Amerikalı ünlü komedyen Bob Hope bankalara dair şu espriyi yapardı: “Bankalar, ihtiyacınız olmadığını kanıtladığınızda size borç veren kurumlardır.” Hope’un bu şakasının aslında gerçeğin yansıması olduğunu 2008’de finansman üzerinden tetiklenen küresel kriz sürecinde gördük.

Türkiye’ye geliyoruz: Mevcut bankacılık sistemimiz tam da Hope’un söylediği gibi. Bazı iyi örnekleri özenle bir kenara bırakarak şunu söyleyebilirim ki her 100 liralık kredi için ortalama 240 liralık teminat isteniyor. Finansmanın böylesine pahalı olduğu bir ülkede yatırımlar için dış kaynak zorunluluk halini alır, kur riskleri üstlenilir. Bu da büyümeyi dış borca bağladığı gibi cari açık üzerinde de olumsuz baskı yapar.

Çözüm, Bahçıvan’ın bir kez daha vurguladığı gibi kalkınma bankacılığı olabilir. Finansmanın kalitesini artıracak yeni sistemler de düşünülebilir. Katılım bankacılığını başardık, kalkınma bankacılığını neden başarmayalım ki?

Sanayi bir şeyden çok şey üretmek demektir ve Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkabilmek için katma değerli şeylerden çokça üretmesi gerekir. Finansmanı kalitesiz, üstelik bu kaynağı da fahiş fiyatlı araziye yatırmak zorunda ise sanayici ne yapsın?

Sanayinin yatırım ihtiyacı bir başka sorun alanıdır. 2011’in yüzde 8,8’lik büyümesinden bu yana yatırımlarda gözle görülür bir iştahsızlık vardı.

Bunun temel sebebi her ne kadar konjonktüre bağlansa da bana göre temel sıkıntı sanayici ruhun yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutmasıdır.

Görüştüğüm pek çok üçüncü kuşak sanayici mevcut işinden çıkıp hizmet sektörüne (moda olan restoran açma) veya AVM işletmeciliğine geçmek için babalarının ölümünü beklediklerini söylüyor. Bu son derece tehlikeli bir gidişat. Zira sanayi sadece ekonominin aruz direği değil aynı zamanda üç tarafı deniz fakat dört tarafı sorunlarla çevrili bir coğrafyada bizim varoluş güvencemizdir.

Savunma Sanayii Seferberliği

Savunma sanayii misal... Terörle mücadelede şayet biz başkasının silahlarına güvenseydik bugünkü başarı düzeyini yakalayabilir miydik? Her füzenin on binlerce dolar olduğu günümüzde eğer sanayiniz yoksa başınız belada demektir. Zira artık başkasının silahıyla etkin ve sürdürülebilir bir savunma mümkün değil.

Öncelikle silahı üretenin fahiş maliyeti söz konusu. Kıbrıs Harekatı sonrası yaşadığımız ambargolar bir başka sorun. Stratejik teknolojilere erişim kısıtları...” Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz” misali ihtiyaç anında savunma mühimmatı sıkıntıları...

Yetmedi... Giderek akıllı hale gelen silahlar sayesinde “kurşun adres soruyor” artık. Onu üreten ülkeyle sorun yaşarsan o silahı kullanamazsın. Hatta üreticinin onaylamadığı düşmana karşı da kullanamazsın. Daha da kritik olan elindeki silahı sana yöneltecek yapay zekalı sistemler yolda.

Bu durumda bizim en hayırlı işlerimizden biri kendi savunma sanayimizin gelişimi için başlattığımız seferberliktir. Tüfek, gemi, uçak, helikopter, füze ve diğerleri... Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir’in kendimize ait uzun menzilli füze savunma sistemi için yaptığı “işbirliği çağrısı” son derece hayatidir.

Yerli marka otomobile savunma sanayii açısından da bakmak gerektiğini savunuyorum. Cumhurbaşkanımız beş yıl önce, “Yerli marka otomobil üretecek babayiğit arıyorum” demişti. Gördük ki bizdeki babalar yiğit değil. Biz, mevcut babaların ikna olmasını bekleyemeyiz. Bu lüksümüz yok. Çünkü otomotiv herhangi bir sektör değil. Bir ülkede otomotiv varsa çok şey var demektir. 1937’de dünyanın en iyi otosunu üreten Mercedes’i 1938’de dünyanın en iyi tankını üretirken bulduk. 1937’de dünyanın en lüks otosunu üreten Rolls Royce’u 1938’de dünyanın en iyi savaş uçağını üretirken gördük.

Prototipini tanıttığımız otomobilimizin hayata geçirilmesi için bir tarih vermeliyiz artık. Zira kendi otomotiv, savunma ve uzay teknolojilerimizin kuluçkası olacak hayati hamle bu. Savunmanın vazgeçilmezliği mutlak gerçek ise yerli marka oto da bunun gerek şartı olacaktır.

Kamu-Özel Sektör Ortaklığı

İhracata konu mal üretiminden ihtiyaçlarımıza yönelik üretime dek geniş alanda sanayinin büyümesi yatırım ile mümkün olabiliyor. Yazımın başında yatırım iştahındaki düşüşten söz ettim. İşte değiştirmemiz gereken budur.

Son büyüme rakamları Avrupa’ya göre yüksek olabilir. Ancak Türkiye’nin kendi öyküsünü yazabilmesi için sürdürülebilir yüksek büyüme hızına erişmesi gerekiyor. Bu da yatırımla sağlanabilir.

Mevcut büyümenin nitelik sorunu da masadadır. Bizler tüketerek bugünü büyütüyoruz. Yarını büyütmek için de yatırım yapmak zorundayız. Sanayici ruhunu şahlandırmak mecburiyetimiz var. Sanayici ruhunu yeniden şahlandırmak için ise geçmişin hayaletlerinden kurtarmamız şart. Geçmişin hayaletleri; devleti dolandıran sermaye, vergi vermeyen iş adamı ve kamu kaynaklarıyla zengin olmak...

Bütün bunların işe yaramadığını ve sürdürülebilir kalkınmaya çare olmadığını yarım asırdan bu yana en yüksek maliyetiyle öğrendik. Şimdi farklı zihin yapısına geçmeliyiz.

Maliye Bakanı Naci Ağbal, Sabah’a yaptığı açıklamasında, teşvik belgeli yatırımlarda yatırım yapılan fabrika binası ve arsadan emlak vergisinin alınmayacağını söyledi. Evet, ama yetmez.

Yetmez zira bugün yatırımlar içinde arazi payının giderek yükseldiğini görüyoruz. İSO 500 araştırmasında sanayicinin karı ya kalitesiz finansmana ya da fahiş fabrika arazi veya binasına verdiğini gördük.

Başbakan Binali Yıldırım’ın açıkladığı “Doğu ve Güneydoğu Yatırım Teşvik Hamlesi” kapsamında, bölgeye yapılacak yatırımlarda arsanın ücretsiz verilmesi, fabrika binasının devlet tarafından yapılması, makine ve teçhizat alımı için de faizsiz kredi desteği sunulması bu anlamda önemli bir adımdır.

Bugün sanayisi olmayanın hali meydanda. Komşumuz Yunanistan’ı hatırlayın. Petrolü, altını olmak da para etmiyor. Petrol, Rusya’yı zora sokan ürün oldu. Türkiye’de sanayi var ama yetmiyor. Bu ruhu ateşlemek için seferber olmalıyız.

Eğer kamu özel sektör ortaklığında samimi isek araziyi kamu ve sanayiyi de özel sektör ortaya koyar; arazi, bina, sahra 29 veya 49 yıllığına kiralanır. İmalat sanayii şartıyla üretime destek olunur. Biz kamu özel ortaklığını daha güçlü milli ekonomi ve daha iyi bir yarın için geliştirmedik mi zaten?

Neticede mevcut bankacılık sistemi ile sanayi ancak bu kadar gelişebiliyor, mevcut ürün gamıyla ancak kilosu 1,5 dolarlık üretim yapılabiliyor, mevcut zihin yapısıyla ancak fert başına 10 bin dolarlık gelire takılıp kalıyorsak bunu aşabilmek için öyküyü değiştirmek gerek. Son 13 yılda bunu yaptık, yine yapabiliriz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası