PKK terör örgütünün Avrupa’daki örgütlenmesi, yürüttüğü örtülü ve yasa dışı faaliyetleri, Avrupa’daki siyasal aktörler ve karşıt gruplarla ilişkileri, Avrupa coğrafyasındaki söylemsel ve siyasal pratiği; Avrupa toplumları tarafından uzun yıllardır göz ardı edilen veya ehemmiyeti tam manasıyla kavranmamış konu başlıklarından birini teşkil etmektedir. Oysa Türkiye’nin terörle mücadelesinin sınırları aştığı günümüzde, Kürtlerin temsiliyetini örgüt tekeli altına almayı arzu eden, Kürt milliyetçiliğini burada yaşayan Kürtler üzerinden yeniden inşa etmeye ve canlandırmaya çalışan terör örgütünün, en az Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’da da kamu güvenliğine yönelik bir tehdit teşkil ettiği aşikardır. Örgüt bir yandan Avrupa’daki siyasal sistemi, hukuki altyapıyı ve politik kültürü çıkarları doğrultusunda suistimal ederek nüfuz alanını genişletmekte, öte yandan örgüt faaliyetlerinin idame ettirilmesinde burayı bir katalizör hatta bir üs olarak kullanmaktadır.
Avrupa’da Şiddet PKK İçin “Stratejik Bir Seçenek”
Her ne kadar yeterince önem atfedilmese de, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından terör örgütünün faaliyetleri takip edilmekte, başlıca güvenlik kuruluşları tarafından rapor edilmektedir. EUROPOL tarafından her yıl yayınlanan, Avrupa Birliği ülkelerindeki terör tehdidine yönelik son durumu ve eğilimleri değerlendiren “European Union Terrorism Situation and Trend” adlı raporda, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren PKK’nın terörist faaliyetleri de mercek altına alınmıştır. Söz konusu raporda bu yıl PKK’nın, Irak, Suriye ve Türkiye'deki terörist faaliyetlerini desteklemek adına Avrupa’da propaganda, eleman devşirme ve finansman faaliyetlerine odaklanmaya devam ettiğine değinilmektedir. Raporda, Suriye’de terörist faaliyetlerini sürdüren YPG’nin, Avrupa’da başta uyuşturucu ticareti olmak üzere PKK’nın illegal yöntemlerle elde ettiği kaynak ile finanse edildiği; AB vatandaşı veya AB üye devletlerinde kalıcı ikamet izni olan PKK üyelerinin, Suriye ve Irak'taki çatışma bölgelerine giderek silahlı çatışmalara katıldığı; bazı üye devletlerin 2022’de Suriye’nin kuzeydoğusundan PKK saflarında yer alan yabancı terörist savaşçıların dönüşünü bildirdiği, çatışma eğitimi alan bu kişilerin üye devletlere bir tehdit oluşturabileceği de ifade edilmiştir.
Raporda altı çizilen bir diğer husus ise PKK’nın Avrupa’da sol tandanslı ve aşırılık yanlısı gruplarla kurmuş olduğu pragmatik ilişkidir. Rapora göre PKK, aşırılık yanlısı anarşist ve solcu çevrelerle yakın ilişkilerini sürdürmektedir. Bu bağlantılar, ortak gösterilere katılım ve aşırılık yanlısı anarşist ve solcu grupların YPG tarafından Suriye'de silahlı eğitim alması ve YPG güçleriyle birlikte çatışmalara katılması vasıtasıyla somut bir zemin kazanmaktadır. Söz konusu pragmatik ilişkinin ortaya çıkmasında, PKK'nın Avrupa'daki çoğunlukla "asimile olmuş" Kürt gençliğine ulaşmada zorluklar yaşadığı ve bu nedenle yerel solcu ve "uluslararası" gruplarla ilişkilerini derinleştirmeye çalıştığı düşünülmektedir. Bu şekilde halk desteği ve eleman temini sorunu da ortadan kalkmaktadır. İklim değişikliği, ekoloji, antimilitarizm, azınlıklar ve kadın hakları gibi ana akım sol ideolojisine hitap eden konular ile küresel adalet, PKK tarafından sol tandanslı gruplar arasında yaygınlaştırılmakta ve "Rojava”, bu solcu hayalin gerçekleştirilebileceği bir yer olarak Avrupa gençliğine sunulmaktadır. Nitekim, aşırılık yanlısı solcu gruplar, bu mesajlarla kolayca ikna edilebilmektedir. Terörle mücadele ayağında ise PKK ile bağlantılı olarak İtalya'da bir; Almanya'da (Bremen, Kassel, Leverkusen ve Nürnberg) dört tutuklama gerçekleştirildiği ise raporda bahsedilen hususlar arasında yer almaktadır.
Her ne kadar PKK terör örgütünün faaliyetleri, Avrupa’daki güvenlik bürokrasisi ve kurumlar tarafından takip edilse de örgütün terörist faaliyetlerinin Avrupa topluluğu tarafından halen organize suç ve lobicilik faaliyetleri kapsamında değerlendirilmesi, Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesinde Avrupa topluluklarını yanına çekmesinde en önemli bagaj olarak önemini korumaktadır. Oysaki örgüt faaliyetleri sadece ideolojik endoktrinasyon ve siyasal propaganda faaliyetleri ile sınırlı kalmamakta; Avrupa Birliği vatandaşlarının Türkiye’nin PKK ile mücadele ettiği aktif operasyon bölgelerinde silahlı bir unsur olarak yer alması, giderek somut bir gerçeğe dönüşmektedir. 15 Haziran günü TSK'nın Hakurk/Goraspi üs bölgesine saldırmaya çalışırken SİHA atışıyla etkisiz hâle getirdiği Azad Şerger kod adlı Alman vatandaşı Thomas Johann Spiess, bu durumun en güncel örneğini teşkil etmektedir. Alman İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan güncel bir raporda, 2013’ten itibaren Almanya'dan 300'den fazla kişinin PKK’ya katıldığı, bunlardan 36’sının etkisiz hale getirildiği, 150'den fazla kişinin ise Almanya'ya geri döndüğü, yaklaşık 114 kişinin de halen PKK saflarında yer aldığı kaydedilmektedir. Yine PKK medyası, 2022’de ikisi kadın biri erkek olmak üzere üç örgüt mensubunun örgüt saflarında yer alırken öldüğünü duyurmuştur. Bu, Almanya'da devşirilenlerin muharebe ve çatışma eğitimleri aldığını ve PKK tarafından aktif çatışma alanlarında kullanıldığı anlamına gelmektedir.
Öte yandan, PKK’nın Avrupa’da “barışçıl” bir imaj sergilemeye çalışması, şiddetin örgüt için hala "stratejik bir seçenek" olduğunu unutturmamalıdır. Avrupa’nın örgüt tarafından bir “eylem alanı” olarak görülmediği, lojistik ve finansal bir destek alanı olarak tahayyül edildiği, kamu güvenliği bakımından son derece riskli bir yanılsamadır. PKK, gerekli gördüğü takdirde şiddeti Avrupa sınırlarında devreye sokma ve uygulama yetenek ve kapasitesini muhafaza etmektedir.
Avrupa’dan PKK ile Mücadelede Somut Adım
Öte yandan, örgüte yönelik Avrupa ülkelerinin muğlak ve müsamahakar tutumunun değiştirilmesi, son yıllarda Türkiye’nin yoğun baskı ve diplomatik faaliyetleri sonucu giderek somutlaşmaktadır. Bu durumun en güncel örneğini ise Türkiye’nin NATO üyelik müzakereleri süresince ve akabinde İsveç ve Finlandiya’ya yönelik tutumu sergilemektedir. Türkiye’nin baskıları İsveç’te zemin bulmuş, hatta İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström, PKK'nın Türkiye ile İsveç arasındaki anlaşmazlığın ve İsveç'in şu anda onay alamamasının başlıca nedeni olduğunu açıklamak zorunda kalmıştır. Billström, PKK'nın İsveç'teki faaliyetlerini "kapsamlı" olarak tanımlayarak, İsveç'te toplanan para ve finansmanın PKK tarafından Türkiye'ye karşı terör faaliyetleri için kullanıldığını da kabul etmiştir. Dahası, Türkiye'yi samimiyetine ikna etmek ve terörizmle mücadelede İsveç'in yaklaşımını pekiştirmek amacıyla İsveç, terörle mücadele yasalarında kritik bir değişiklik yapma kararı almıştır. Hatta, Başbakan Ulf Kristersson, yeni yasayı tanıtmak için Financial Times'ta bir makale kaleme almıştır.
Yeni yasal düzenlemeye göre, bir terör örgütüne katılım suç sayılmakta ve temel terörizm suçları için 4 yıla kadar, kritik suçlar için ise 2-8 yıla kadar ceza verilmektedir. Terör örgütü liderleri ise 2 yıldan müebbet hapse kadar cezalandırılabilmektedir. Kristersson mevzubahis yasal düzenlemeyi, terör örgütüne üye olma ve söz konusu örgütü destekleme suçları hususunda İsveç hukuk sisteminde yer alan bir boşluğu kapatmak adına atılmış bir adım olarak nitelendirmektedir. İsveç hukuk sisteminde terör örgütü üyeleri veya sempatizanları sadece eylemlerinin belirli bir terör eylemiyle ilişkilendirilebilmesi durumunda yargılanabiliyorlardı. Terör eylemine doğrudan katılmayan ancak lojistik, idari veya mali yollarla destek veren terör örgütü üyelerine ise cezai işlem uygulanmamaktaydı. Bir kişinin bir terör örgütünü finansal olarak desteklemesi, paranın belirli bir terör eylemi için kullanıldığının kanıtlanması durumunda suç olarak kabul ediliyordu. Yeni düzenlemenin yasalaştırılmasının akabinde, İsveç bir kişi hakkında terör örgütünün finansmanı suçlamasıyla yasal süreç başlatmıştır. Söz konusu şüpheli Türk vatandaşı, Şubat’ta PKK'ya para toplama gerekçesiyle bir başka kişiyi silahla tehdit etmek suçuyla gözaltına alınmış, Almanya ve Fransa'daki PKK üyeleriyle temas halinde olduğu hatta bunlardan birinin "Avrupa'daki PKK'nın para toplama faaliyetlerinin üst düzey lideri" olduğu tespit edilmiştir.
Görünen o ki, PKK terör örgütü kuruluşundan itibaren Avrupa sahasını örgütün Türkiye’ye karşı yürüttüğü yıpratma savaşının stratejik cephelerinden biri olarak tasavvur etmektedir. Örgütün günümüzde eriştiği Avrupa’daki sosyo-ekonomik ve politik örgütlenme modeli ve ağı, Avrupa toplumu tarafından görmezden gelinmekte, örgütün kriminal faaliyetleri ve terör eylemleri arasındaki ilintinin idrak edilememesi örgüte güç vermektedir. Türkiye örgütün Avrupa’daki faaliyet alanını sınırlandırmak, terör örgütü ile mücadeleyi Avrupa’da politik bir gündeme dönüştürebilmek adına etkili mücadele mekanizmaları geliştirmeye devam etmektedir.