Kriter > Medya Kritik |

Değişim ve Durağanlık Arasında Koronavirüs Meselesi


Küresel ve ulusal bağlamda öne çıkan pandemi yorumlarından koronavirüs sonrası dünyada ne gibi değişiklikler yaşanacağına dair kesin sonuçlara ulaşamasak da modern dünya düzeninde farklılıklar yaşanacağını net olarak söyleyebiliriz. Pandemi, öncelikle modernizmin temel taşlarından olan bireysellik fikrine “herkes iyi olana kadar kimse tam anlamıyla güvende değil” sloganıyla karşı çıktı.

Değişim ve Durağanlık Arasında Koronavirüs Meselesi

Birçok düşünür pandemi ile başlayan sürecin dünya düzenini değiştireceğini söylemekle beraber bu değişimin olumlu mu olumsuz mu olacağı üzerine net bir kanıya varamıyor. Dolayısıyla siyasi, ekonomik ve toplumsal anlamda birçok farklı uygulama ve alışkanlığın doğduğu pandemi günlerinin uzun vadede ne gibi izler bırakacağı birçok araştırmacı ve düşünürün çalışma konusu oldu. Bu bağlamda hem Türkiye’den hem de uluslararası arenadan önemli araştırmacı ve düşünürlerin pandemi yorumlarını bu yazıda derledik.

“Terrabayt” isimli sitede yayınlanan yazısında Sabahattin Şen, koronavirüs hastalığını Jacques Derrida’nın, La dissémination (Dağılım) kitabının bir bölümünü oluşturan Platon’un Eczanesi’ndeki “pharmakon” zehrine benzetmekte. Bu zehir hem hastalığın sebebi hem de panzehiri olarak ifade edilmekte. Şen, benzer şekilde pandemi sürecinin de ya kapitalist iktidarı yıkan bir panzehir ya da insanların kısıtlı özgürlük imkanlarını da elinden olan bir zehir olabileceğini öne sürüyor.

 

Kaçınılmaz Dönüşüm

Sürece dair önemli görüşler belirten düşünürlerden Giorgio Agamben ise karamsar bakış açısı ile dikkat çekiyor. Agamben’e göre pandemi sürecinde ortaya çıkan ve sosyal izolasyona dayanan bu olağanüstü hal, artık insanoğlunun normali haline gelecek ve bu durum kişileri ötekine karşı körleştirecek. Örneğin okulların kapanması ve derslerin sadece online platformlardan takip edilmesi, iletişimin makinalara teslim edilmesi gibi durumların doğmasına sebep oldu. Agamben’e göre bu düzen pandemi sonrası da varlığını koruyacak ve zamanla birbirine yabancı kişilerle örülü toplumsal bir yapının inşa olmasına neden olacak. Agamben, ortaya çıkan bu zehirli halin panzehirinin de yine kendi içerisinde olduğunu söylüyor. Oldukça kısa bir zamanda geniş kitlelerin sosyal izolasyona ve ayrışmaya dayanan sert ve despotik şartlara uyum sağlamış olmasını aslında önceki “normale” dair büyük bir hoşnutsuzluğun işareti olarak yorumluyor. Bu durumun insanları önceki yaşam tarzlarının ne kadar doğru olduğunu sorgulamaya itmesiyle birlikte olumlu sonuçlar doğurabileceğini söylüyor. Türkiye’de yaşananlar örneklem olarak incelendiğinde özellikle büyükşehirlerde yaşayan insanların bir kısmının uzun bir süre için, bir kısmının ise işlerini bile terk ederek tamamen taşraya ve köylere hızlı bir dönüş yapması bu tezi doğrular nitelikte. Nitekim metropolleşmenin tamamlandığı İstanbul, Ankara ve İzmir bu şehirlerin başında gelen ve en fazla insan kaybına uğrayan yerler oldu.

 

Geleceğin Pharmakonu: Koronavirüs

Yine önemli düşünürlerden Zizek ise pandeminin neden olduğu toplumsal psikolojinin ve siyasal-ekonomik adımların olumlu sonuçlar doğurabileceği görüşüne sahip. Zizek, koronavirüsü konu alan “Koronavirüs, Kapitalizme ‘Kill Bill-vari’ Bir Darbedir, Komünizmin Yeniden İcat Edilmesine Yol Açabilir” başlıklı yazısında, pandemi sürecinin kapitalizme karşı bir darbeye neden olacağını savunmaktadır. Bu yazısında Zizek, Kill Bill’in son sahnesinde dövüş sanatlarındaki en ölümcül darbe olan “Beş Noktadan Kalbi Patlatma Tekniği”ni uygulamasını bir metafor olarak kullanır. Zizek, bu tekniğin uygulanmasıyla Bill’in oturduğu sürece sohbet edebileceğini ancak yürümeye başlarsa 5 adımda öleceğini bilmesini, Çin’in bu olaylar sonrası izleyebileceği politikalara benzetiyor. Bu benzetmeye göre Çin ve hatta pandemi ile tanışmış ve toplumsal, psikolojik ve sosyolojik olarak değişimlere maruz kalmış tüm devletler, ya oturduğu yerden sadece gözlem yapıp tedbirlerin üzerinden geçecek ya da yaşanan dönüşüm neticesinde gerçek bir toplumsal değişimin yaşanmasına izin verecektir. Zizek’e göre bu durum bazı yerlerde rejim değişikliği ile bile sonuçlanabilir bir ihtimali kapsamakta.

Noam Chomsky de sürecin getireceği ihtimalleri olumlu ve olumsuz olabilecek perspektiflerden tartışarak her ihtimalde küresel bir dönüşümün yaşanacağını söyleyenlerden… Chomsky’e göre şu an salgının daha tehlikeli boyutlara varmasına neden olan ve genel olarak dünya düzeni için en büyük tehlike “neoliberalizm”. Neoliberalizmin vatandaşa özgürlük vaat etmediğini ve oldukça otoriter ve kötü sayılan devlet politikaları ile uyum içerisinde çalıştığını öne süren düşünür, bu ideolojinin pandemi sürecini de olumsuz etkilediği kanaatini taşımakta. Neoliberal politikalarla yönetildiği düşünülen Amerika’nın Trump yönetimiyle beraber dünya için büyük tehlike taşıdığını savunan düşünür, pandeminin dünyanın başına gelen son felaket olmadığını iddia etmektedir.

 

Daha İyiye mi Daha Kötüye mi?

Salgından en çok etkilenen ülkelerden İtalya’da doğmuş büyümüş ve komünist görüşü savunan düşünür Franco Berardi, pandemiye dair görüşlerini sürecin başından itibaren günlük formatında tuttuğu yazıları aracılığıyla paylaştı. Berardi’nin ifadelerinden virüsün hem toplum psikolojisini hem devletlerin yönetim tarzlarını dönüştüreceğine kesin gözüyle baktığı ancak bu dönüşümün olumlu mu olumsuz mu sonuçlanacağına dair net bir yorumunun olmadığı anlaşılıyor. Pandemi sürecini “toplumsal bedeni etkisine alan psiko-salgın” olarak ifade eden Berardi, yazılarında salgının büyük sermaye sahiplerinin dayattığı kapitalist yaşam tarzını sekteye uğratacak kadar güçlü olduğunu belirtmiş. Ancak bu durumun sistemi yeniden inşa etmeye mi yoksa devletleri toplumları kontrol altında tutmak için daha totaliter ve ırkçı bir çizgiye mi iteceği sorusunun yanıtı henüz bulunmamaktadır. Pandeminin toplumları içe dönük, edilgen, yavaş ve eşitlikçi bir düzene mi iteceği yoksa kapitalizmin kendisini bedensel bir denetim üzerinden inşa ettiği yeni bir versiyona geçerek şekil mi değiştireceği sorusu Berardi’nin duruma yönelik aklındaki temel şüpheleri oluşturuyor.

İlginç olan şeylerden biri ise Berardi’nin 19 Mart 2020’deki yazısında yer alan güçlü devletlerin “ırkçı” politikalara kayabileceği öngörüsünün, 25 Mayıs 2020’de Amerika’da öldürülen siyahi George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle gerçek düzlemde gündeme gelmiş olmasıdır. Amerika bu olayın ardından birçok ırkçılık karşıtı gösteri ve protestoya ev sahipliği yaptı. Bu olaylarda en çok konuşulan noktalardan biri ise Trump’ın tavrı oldu. Amerika’nın en önde gelen medya araçlarından New York Times, Trump’ın göstericilere ve siyahilere yönelik sert tavrını eleştirerek ülkenin giderek ırkçı bir çizgiye kaydığını iddia etti. Voice of America ve the Guardian gibi mecralar ise ırkçılık karşıtı göstericilerin kimi yerlerde pandemi nedeniyle sokağa çıkma yasağını delmesine dikkat çekti. Gösterilerin bir kısmının Floyd’un ölümünün yanı sıra pandemi sürecinde Amerika’nın tavrını “özgürlük kısıtlaması” olarak değerlendirerek bu duruma bir tepki olarak gerçekleştirildiği söylendi. Bu durum Berardi dahil birçok düşünürün öne sürdüğü gibi toplumların devlet tarafından biyopolitik sebeplerle daha fazla kontrol edilebilir ve baskılanabilir olma korkusuna sahip olduğunun açık bir göstergesi.

Salgının bireylere kazandırdığı ya da öğrettiği en önemli şey ise herkes iyi olmadan kimsenin tek başına “iyi” kalamayacağı... Modern toplumun dayattığı bireysellik hali koronavirüs sonrası yerini kolektif bilincin yükselişine bırakacak gibi duruyor. Her ne kadar sosyal izolasyon ile fiziksel mesafeler önceye nazaran artsa da bu durum bilinç düzeyinde ötekini daha fazla önemser kıldı. Hastalık, kişinin sadece kendi sağlığını koruyarak üstesinden gelebileceği bir şey değil çünkü. Bu durum aslında modern toplumlarda yükselen demokrasi inancının aksine kaybedilen eşitlik duygusunu canlandırmak için de bir panzehir olabilme ihtimalini taşımaktadır. Öyle ki “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” sorusunu soran şehirli insan artık sağlığıyla ilgili endişelerden tamamen kurtulmak ve pandemi öncesi rutin hayatına dönebilmek için gecekonduda oturan vatandaştan dağdaki çobana kadar herkesin eşit derecede hastalık riskinden uzak olmasını istemek zorunda.

 

Psiko-Deflasyon Günlükleri

Kapitalizm Güçleniyor mu?

Koronavirüs sürecinin kapitalizmi yok edip etmeyeceği tartışmaları sürerken pandemi psikolojisinin toplum üzerinde yarattığı korku ve endişe halini yine kapitalizmi besleyen bir unsur haline getirme çalışmaları da devam etmekte. Özel dikim kıyafete uygun maskeler, maske takma aygıtları, renkli eldivenler ve özel dezenfektanlar gibi birçok ürünün kapitalizmi besleyecek şekilde piyasa sürüldüğü görülüyor. Bu bağlamda ekonomi ve siyaset stratejisti Cenk Sidar, Deutsche Welle Türkiye’ye verdiği röportajda pandemi psikolojisinin dünya ekonomik sistemini yeniden şekillendireceğini söylüyor ve kapitalizmin bu sürecin sonunda daha da güçleneceğini savunuyor.

Biyopolitik çalışma alanının önemli düşünürlerinden İtalyan asıllı Roberto Esposito da sürece dair birçok dikkat çekici yorumda bulundu. Esposito salgınla güçlü şekilde mücadele eden devletlerde otoriterleşmeye gidilebileceği söylemlerine katılmadığını belirtmekte. Araştırmacı, koronavirüsün otoriter tavrı ile tanınan Çin’den dünyaya yayıldığının unutulmaması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca İtalya üzerine de yorumlarda bulunan düşünür bir kez daha kaotik durumun totaliter bir rejimin güçlenmesine değil tam tersine daha büyük ölçekli bir değişimin yaşanmasına sebep olacağını iddia ediyor. Biyopolitika kavramı her ne kadar Foucault gibi düşünürlerle beraber tanınır hale gelse de koronavirüs sonrası daha fazla ön plana çıktı. Esposito da biyopolitika kavramına dikkat çekiyor. Bu bağlamda Esposito’nun yazılarında Foucault’un “panoptikon” hapishane modelindeki sosyal izolasyon ile pandemi sürecinde uygulanan sosyal izolasyon ile karşılaştırma imkanı da sunulmuş.

Habermas ise sürecin belirsizliğine dikkat çekiyor ve bu belirsizliğin yalnızca salgın tehlikesinin üzerine olmayıp, aynı zamanda tamamen öngörülemeyen ekonomik ve sosyal davranışların gözlemlenmesi ile ilgili olduğunu ifade ediyor. Salgının devlet yapısına etkisine vurgu yapan düşünür, toplumların pandemi korkusunun devlet korkusunu öldürdüğünü ve devlete olan bağlılıklarını arttırdığını ileri sürüyor. Liberal politikaların önemini kaybettiği ve “sağlıklı olmak için güçlü devlet” ihtiyacının doğduğu bir düzenin ortaya çıktığını vurgulayan Habermas, ekonomik olarak neoliberal politikaları savunan devletlerin bile bu süreçte önce kendilerini koruma ve güçlendirme adımları attığını iddia ediyor.

Siyaset bilimci Joseph S. Nye, Eric Rose ile gerçekleştirdiği röportajda pandeminin neden olduğu krizle baş etmenin en doğru yolunun liderlerin vatandaşlarını sakinleştirmesi ve toplumsal dayanışma kurabilmesi olduğunu söylüyor ve bugün dünyanın içerisinde bulunduğu panik havasını liderlerin kötü politikaları olarak yorumluyor. Nye, özellikle dünyanın en güçlü ülkeleri kabul edilen Amerika ve Çin’in liderlerini, koronavirüs ile karşılaştıklarında sorunu halkı eğiterek ve bilgilendirerek değil reddederek çözmeye çalıştıkları gerekçesiyle eleştirmekte. Uzun süre sorunu görmezden gelmenin ise sadece krizin izlerini ve etkilerini derinleştirmeye yaradığına değinen Joseph S. Nye, hem Trump’ın hem Şi’nin bu süreci ülkelerin sadece kendi çabalarıyla değil global bir dayanışmayla çözebileceklerini anlamayarak bir güç savaşına çevirdiklerini ifade ediyor.

 

Zizek

Devlet Olabilme Vasfı Kurtarıcı

Türkiye’den de önemli isimler pandeminin siyaset, ekonomi ve toplum üzerindeki olası etkileri üzerine tahmin ve yorumlarda bulundu.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Genel Koordinatörü Burhanettin Duran pandemi sonrası özellikle ekonomik anlamda ülkelerin karşılaşabileceği sorunlara dikkat çekiyor ve her ülkenin kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğunun altını çiziyor. Bu görüş ulus-devlete olan ihtiyaç ve bağlılığın tekrar yükseleceği fikri ile de paralellik taşıyor. Pandemi sürecini “Düzensizliğe doğru hızla giden bir trenin içinde gibiyiz” sözleri ile ifade eden Duran, Türkiye’nin ise bu belirsizliğin doğmasında önemli etkisi olan liberal düzeni iyi ve adil bulmadığını ancak dünyada bir düzensizlik istemediği için uluslararası kurumlara destek verdiğini söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci’ye göreyse korku ortamında asıl odaklanılması gereken soru; bir dönemin sonu mu yoksa yeni bir dönemin başlangıcı mı olduğu... Kireçci, küresel bir boyut kazanan bu sorunla mücadele etmek için küresel bir iş birliğinin kaçınılmaz olduğu görüşünde. Her ne kadar küresel iş birliği şartları oluşmuş olsa da bu adımı atacak siyasi lider eksikliğinin Batı’da pandemi sonrası doğan krizleri derinleştireceği görüşünü taşıyan Kireçci, salgının toplumsal boyutuna ise daha pozitif bir pencereden bakmakta. Kireçci, pandemi psikolojisinin insanların bir diğerine ne kadar ihtiyaç duyduğunu anlamalarına yardım ettiğini söylüyor ve küçük alanlara sıkışmak zorunda kalan kişilerin birbirlerini yeniden keşfetmeye başladığına, bunun da daha insani ve daha vicdani bir yaşama kodu üretmeye yardımcı olacağına inandığını belirtiyor.

Türkiye’nin sayılı felsefe hocalarından Prof. Dr. Teoman Duralı da, Avrupa’nın pandemi nedeniyle maddi-manevi büyük zarar görmesini “devletin” güç kaybı ile ilişkilendiriyor. Farklı söyleşilerde “devletliliğin” “devletsizlikten” evla olduğunu belirten Duralı, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin büyük kayıplar vermesini zayıflayan ve güç kaybına uğraya “devlet” ile açıklıyor. Avrupa’da kurulmak istenen tüm Avrupa uluslarını kapsayan “devlet” fikrinin ise bir “hayal” olduğunu düşündüğünü belirtiyor. Her ne kadar Avrupa Birliği ile farklı milletlerden topluluklar aynı çatı altında toplanmak istense de homojen bir kültüre gebe bir birliğin olmadığı ifade ediyor. Duralı’ya göre devletlerin en önemli görevlerinden biri milletin birlik ve beraberliğini tesis etmesi. Türkiye’yi başkanlık sisteminin gelmesiyle birlikte devletçilik anlamında daha da güçlü bir konumda gören düşünür, pandemi sürecinde insanların devletin zarar görmesi durumunda ne büyük felaketlerle karşılaşabileceklerini daha iyi anladığını söylüyor.

Küresel ve ulusal bağlamda öne çıkan pandemi yorumlarından koronavirüs sonrası dünyada ne gibi değişiklikler yaşanacağına dair kesin sonuçlara ulaşamasak da modern dünya düzeninde farklılıklar yaşanacağını net olarak söyleyebiliriz. Pandemi, öncelikle modernizmin temel taşlarından olan bireysellik fikrine “herkes iyi olana kadar kimse tam anlamıyla güvende değil” sloganıyla karşı çıktı. Ancak İtalyan düşünür Esposito, koronavirüs sonrası değişmeyecek olan tek şeyi söylüyor; “Kaderimizin aynı anda hem hayata yorucu bir şekilde bağlı olması hem de kaçınılmaz bir şekilde ölüme mahkum olması.”


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası