Kriter > Dosya > Dosya / Yunanistan |

Sorunlarla Birlikte Yaşayabilmek


Sorunlarla birlikte yaşamak iki ana boyut üzerinden düşünülmeli. Sorunlara rağmen pozitif bir gündem belirleyip, bunu devam ettirebilmek ve sorunları idare edebilmek, yani tartışmaların krizlere, krizlerinse çatışmaya dönüşmemesi için çalışmak. Aynı zamanda politikaların duygusal ve tepkisel kaynağını teşkil eden karşılıklı şüphelerin giderilmesi de büyük önem taşıyor.

Sorunlarla Birlikte Yaşayabilmek
(AA)

Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar yeni değil. 1989’da basılan ve iki ülke uzmanlarının yazılarını içeren Türk-Yunan Uyuşmazlığı adlı kitabın önsözünde Mehmet Ali Birand, “Türk-Yunan sorunları çözümlenemez… artık bu sorunlarla birlikte yaşamayı öğrenme zamanımızın geldiğini düşünüyorum” diyordu. Aradan geçen 33 yıla ve uluslararası siyasetteki onca gelişmeye rağmen bugün de hemen hemen aynı noktadayız. Hatta kitapta geçen tartışmaların içeriği, bugünkü tartışmalarla şaşırtıcı biçimde örtüşüyor.

Sorunlar bu kadar eski olsa da her iki ülkenin medyasında hala “karşı taraf ne yapmaya çalışıyor?” sorusunun sıklıkla sorulduğunu görüyoruz. Bu durum basitçe gösteriyor ki Türkiye ve Yunanistan hala birbirini yeterince tanıdığını düşünmüyor. İki taraf da birbirine karşı ciddi miktarda şüphe duyuyor ve niyetlerinden emin olamıyor. Günümüzün belirsiz jeopolitik ortamında her iki ülke diğeriyle ilişkili olarak gitgide artan ölçüde tehdit algılıyor. Başvurulan söylem ve politikalar diğer taraftaki güvensizliğin daha da artmasına yol açıyor. Tam anlamıyla bir güvenlik çıkmazı diyebileceğimiz bu durum iki komşu ülke arasındaki sorunların çözülmesini imkansız kıldığı gibi iş birliği alanlarını da büyük ölçüde kısıtlıyor.

 

Yunanistan’ın Türkiye’den Tehdit Algısı

Türkiye, Yunanistan’da agresif ve revizyonist bir ülke olarak algılanıyor. Başbakan Kiryakos Miçotakis, 14 Haziran’da devlet kanalı ERT’ye verdiği röportajda 2019’da Libya ile imzalanan mutabakat muhtırasını, Şubat-Mart 2020’de sınırda yaşanan göçmen krizini, Nisan 2022’de Türk savaş uçaklarının Ege adaları üzerinde uçuşlar yapmasını ve Türkiye’nin Ege adalarının statüsünü tartışmaya açmasını kendi hükümeti döneminde Türkiye’nin attığı endişe verici adımlar olarak saydı. Türkiye’de son birkaç yıldır kullanılan “Mavi Vatan” söylemi de Yunanistan tarafında kaygılar oluşturuyor. İzlenen resmi politikaya bakıldığında “Mavi Vatan” aslında Türkiye’nin temel tezlerinin sahada kararlı bir biçimde savunulmasını öngören bir söylem. Bununla beraber Türk medyasında bunu olduğundan farklı tanımlayan ve sunan görüşler, Yunanistan’da yankı buluyor ve sanki Türkiye’nin Yunanistan üzerinde gizli emelleri varmış gibi anlaşılıyor.

Bu sebeplerle Yunanistan, Türkiye’nin attığı her adımı potansiyel bir risk olarak değerlendiriyor. Dış politika ve güvenlik stratejilerini belirlerken Türkiye’yi merkeze alıyor. Gayri safi yurt içi hasılasının iki katından fazla dış borcu bulunmasına rağmen büyük meblağlara varan askeri anlaşmalar yapmaktan çekinmiyor. Türkiye’nin Yunanistan’ın egemenlik haklarını kullanmasını “savaş tehdidi” yoluyla engellediği ve bazı egemenlik alanlarını ele geçirmek istediğini iddia eden Yunanistanlı yetkililer, bütün bu adımların meşru müdafaa hakkı çerçevesinde atıldığını iddia ediyorlar. Ayrıca ikili ilişkilerdeki en ufak pürüz ve fikir ayrılığını Türkiye’nin yayılmacı ve revizyonist olduğu iddiasıyla uluslararası platformlara taşıyor. Gerek Miçotakis gerekse Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, “Türkiye tehdidine karşı” aktif diplomasiyi bilinçli bir politika olarak yürüttüklerini ve bundan vazgeçmeyeceklerini birçok kez dile getirdi.

Yunanistan’ın son yıllardaki hamlelerinden, Türkiye ile çeşitli konularda sorunlar yaşayan üçüncü ülkelerle uzun vadeli diplomatik ağlar ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri geliştirmeye yönelik bir strateji uyguladığı açıkça anlaşılıyor. Yunanistan bunu tamamen savunmacı bir anlayışla yaptığını iddia etse de Türkiye’nin diplomasi ve güvenlik alanlarında yalnızlaşması durumunda Yunanistan’ı ve onu destekleyen aktörleri kendisine yönelik birer tehdit olarak göreceği çok açık.

 

Türkiye’nin Yunanistan’dan Tehdit Algısı

Her ne kadar Miçotakis, Türkiye’nin Yunanistan gibi nispeten küçük bir ülkeden tehdit algılamasının akıl dışı olduğunu söylese de Türkiye’de de Yunanistan’ın revizyonist emellerle hareket ettiğine yönelik görüş hakim. Özellikle son yıllardaki girişimleri Yunanistan’ın oldubittiler yoluyla Ege ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri kendi lehine çevirmek için zemin hazırladığını düşündürüyor. Bunun için Yunanistan’ın Türkiye’yi yalnız başına karşısına alması beklenmese de atacağı tek taraflı bir adım uluslararası destek bulduğunda, başarı elde etmesi mümkün olabilir.

Yunanistan, yürüttüğü aktif diplomasi ve bazı Batılı devletlerin çıkar ve tercihlerinin kendininkilerle örtüşmesi sonucu son yıllarda dışarıdan daha güçlü diplomatik ve askeri destek bulmaya başladı. Türkiye ise bu durumu Batı dünyasıyla başka konularda yaşadığı sorunlarla beraber düşündüğünde yalnızlaştırılma ve Yunanistan aracılığıyla kendisine gözdağı verilmesi şeklinde okuyor. Diğer bir deyişle Yunanistan’ın yürüttüğü dış politika ve savunma stratejisinin yalnızca kendi güvenliğini sağlamaya yönelik olmadığını, kuracağı ittifak ve ortaklıklar yoluyla bölgedeki dengeleri kalıcı olarak değiştirmeyi hedeflediğini düşünüyor. Yunanistan’da kurulan yeni ABD üsleri, geçtiğimiz yıl akdedilen Yunanistan-Fransa Savunma İş Birliği Anlaşması ve askerden arındırılmış olması gereken Doğu Ege adalarının daha çok tahkim edilmesi gibi hamleler, Türkiye’nin Yunanistan’dan ziyade Batı dünyasından duyduğu şüpheleri ve tehdit algısını besliyor. Kısacası, Türkiye’nin Yunanistan ile alakalı tehdit algılamalarında büyük ölçüde Batı dünyasına olan güvensizlik rol oynuyor.

 Yunanistan’a geçmek isteyen göçmenler Yunanistan’ın sert müdahalesiyle karşılaştı.
2020’de Türkiye’nin sınır kapılarını açmasıyla Türkiye’den Yunanistan’a geçmek isteyen göçmenler Yunanistan’ın sert müdahalesiyle karşılaşmıştı. (Gökhan Balcı/AA, 1 Mart 2020)

 

İkili İlişkilerde Zamanın Ruhu

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Yunanistan ile ilişkilerin genel seyrine baktığımızda çoğunlukla şüphe ve uyuşmazlıkların ağır bastığını görmekteyiz. Bununla beraber iki komşu ülke arasında sorunların görmezden gelindiği bazı dönemler de yaşandı. Bu dönemlerdeki olumlu hava ise ikili ilişkilerin kendi dinamiklerinden ziyade bölgesel düzeyde bir ortak tehdidin ya da ortak bir gelecek vizyonunun ortaya çıkmasından kaynaklandı. 1930’larda Bulgaristan ve İtalya’nın, 1940’ların ortalarından 1950’lerin ortalarına kadar da Sovyetler Birliği’nin her iki ülke için meydana getirdiği tehdit, Türkiye ve Yunanistan arasında yakınlaşma ve beraber hareket etme adımlarının zeminini oluşturdu. Öyle ki Yunanistan’ın 1930’larda karasularını altı, hava sahasını da 10 mile çıkarmasına, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından On İki Ada ve bağlı adacıkların asker bulundurulmaması kaydıyla Yunanistan’a bırakılmasına, 1950’lerin başlarında da Ege Denizi’nin neredeyse tamamı üzerindeki sivil uçuşların Atina Uçuş Bildirim Bölgesi’ne (FIR) bağlanmasına Türkiye itirazda bulunmadı.

İki ülke arasındaki bir diğer kayda değer yakınlaşma dönemi ise 1999’dan itibaren başladı ve 2010’ların ortalarına kadar sürdü. Bu süreçte ise dönemin uluslararası jeopolitiğine uygun olarak iki ülke ve aynı zamanda Kıbrıs ve Balkanlar gibi yakın coğrafyalar için Avrupa-Atlantik kurumları altında ortak bir gelecek vizyonunun bulunması etkiliydi. 2000’lerin ikinci yarısına gelindiğinde Kıbrıs sorununun çözülememesi ve Türkiye’nin AB üyelik sürecinin sekteye uğraması bu süreci yavaşlatsa da iki ülke arasındaki olumlu hava bir süre daha devam etti. Fakat uluslararası siyasetteki dengelerin değişmesi Türkiye ve Yunanistan’ın ortak jeopolitik vizyonunu zayıflattıkça, iki ülke arasındaki sorunlar yeniden su yüzüne çıktı.

 

Tarihin Getirdiği Bagaj

Geçmişteki yakınlaşma süreçlerinde siyasi aktörlerin oynadıkları rolün (örneğin Atatürk-Venizelos, Özal-A.Papandreu, Cem-Y.Papandreu) altı birçok kez çizilmiştir. Bu aktörlerin aldıkları inisiyatif ne kadar değerli olursa olsun, iki ülke arasındaki sorunların çözülmesi bir yana, ilişkilerin kalıcı olarak düzeltilmesi için bile aktörlerin kendi başlarına büyük ilerleme kaydedemediği görülüyor. Bunun belki de en önemli sebebi, iki ülkede karşı tarafa duyulan şüphe ve tehdit algılarının büyük ölçüde geçmişte yaşanmış husumetler tarafından şekillendirilmesidir. Yunanistan toplumundaki Türk korkusunun temelinde yatan en önemli tarihsel öncüller arasında topraklarının yüzyıllar boyunca Türkler tarafından yönetilmesi ve 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı bulunuyor. Buna karşılık modern Yunanistan devletinin kuruluşundan itibaren adım adım Osmanlı aleyhine genişlemesi, 1922’de Anadolu’nun işgali, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına yönelik bitmek bilmeyen hayaller ve bu yönde 1974’teki darbe başta olmak üzere atılmış fiili adımlar, Türkiye’de Yunanistan’ın revizyonist hedeflere sahip olduğu hakkında oldukça güçlü bir algı meydana getiriyor. Karşılıklı endişeler birbirini besliyor ve geriye çevrilemeyecek bir sarmala dönüşüyor. İki taraf da diğerine tepki verdikçe gerginlik tırmanıyor; sorunlar daha fazla kökleşip karmaşıklaştığı gibi yeni tartışma alanları da ortaya çıkıyor. Kısacası tarihsel bagaj, iki ülke ilişkilerinin geleceğini esaret altında tutuyor.

 

Karşılıklı Gerilimde Yatan Riskler

Yunanistan için gerginliği artırmak tehlikeli bir oyun. Her ne kadar Türkiye’ye karşı bugün Batı dünyasının desteğini alsa da bu desteğin ne kadar süreceğini ve Yunanistan’ın her şartta desteklenip desteklenmeyeceğini kimse bilmiyor. Örneğin geçtiğimiz yıl Fransa ile yapılan savunma ve güvenlik anlaşması yalnızca Yunanistan’ın altı millik karasularını kapsıyor. Bu durumu ana muhalefet lideri Aleksis Çipras, “Mısır’la imzaladığımız Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını yarın Türkiye ihlal etse Fransa’nın bize yardım zorunluluğu var mı? Cevap hayır” diyerek eleştirmişti. Hava sahası ihlalleri, karasularının 12 mile çıkarılması ve Doğu Ege adalarının askerileştirilmesi gibi gelecekte girişebilecekleri hamleler karşısında Türkiye’nin vereceği tepkilere Yunanistan’ın ne kadar dış destek sağlayabileceği kendileri için de meçhul.

Bütün sorunlarına rağmen Türkiye’nin Batı dünyasıyla ilişkileri hala oldukça güçlü. Dolayısıyla Batılı ülkelerin Ege veya Doğu Akdeniz’deki meseleler için Türkiye’yle köprüleri atması beklenebilir değil. Nitekim Yunanistan’da bazı gözlemciler, Türkiye’nin elindeki çeşitli kartları (örneğin NATO üyeliği) kullanarak Batı’dan taviz alabildiği ya da çeşitli ortak çıkar ya da tehditler (ör. uluslararası göç ve terörizm) sebebiyle Batı ülkeleriyle ilişkilerini her an düzeltebilme potansiyeli olduğunu belirterek, Türkiye ile tehlikeli bir oyuna girmenin riskli olduğunun altını çiziyorlar. Bu riski vurgularken geçmişte 1897, 1922 ve 1974’te Batı’nın kendilerini “yüzüstü bırakmasını” da tarihsel referans olarak öne sürüyorlar.

Türkiye tarafına bakacak olursak Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan dolayı Batı dünyası için stratejik önemi artan Türkiye’nin bu ortamda kontrollü bir gerilim politikasıyla Yunanistan’a bazı konularda geri adım attırması mümkün. Yine de böyle bir politikanın Türkiye için barındırdığı riskler de var. Türkiye’nin Batı dünyasıyla ve Mısır ve İsrail gibi Doğu Akdeniz ülkeleriyle yaşadığı sorunlar devam etmekteyken Yunanistan’la gerilimin artması bu devletin uluslararası alanda daha fazla destek bulmasına, bu da Yunanistan’ın jeopolitik önemini Türkiye aleyhine artırmasına yol açabilir. Kaldı ki son yıllarda söz konusu ülkelerle Yunanistan arasındaki enerji ve güvenlik iş birliğinin gözle görülür biçimde artması böyle bir sürecin başlamış olduğunu düşündürüyor.

 

Sorunlarla Yaşamayı Öğrenmek

Türkiye ile Yunanistan arasındaki temel sorunların karmaşıklığı ve iki tarafta da milli dava olarak görülmesi nihai bir çözümün mümkün olmadığını gösteriyor. Bununla birlikte Türkiye ve Yunanistan iki komşu ülke olarak varlığını sürdürdüğü gibi gerek ikili gerekse çok taraflı zeminlerde diplomatik, ekonomik, sosyal, kültürel, sportif, vb. bağlarını devam ettirmek durumunda. İkili ilişkiler kötü gittiği müddetçe iki taraf yeni iş birliği imkanlarından mahrum kaldığı gibi gerginliklerin getirdiği risklerle de yüzleşmek durumunda kalıyor. Kaldı ki dünyada benzer sorunlar yaşayan tek komşu ülkeler Türkiye ve Yunanistan değil. AB’ye üye ülkeler de dahil olmak üzere aralarında çözümlenmesi zor sorunlar bulunan birçok ülke var ve bu sorunlara rağmen ilişkilerini sağlam bir zeminde sürdürmeye çalışıyorlar.

Bu durumda Birand’ın yıllar önce yazdığı gibi iki ülkenin sorunlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Bu konuda bugüne değin ne kadar ilerleme kaydedildiği hakkında net bir şey söylemek zor. Özellikle 2020’de önce Meriç’te, daha sonra da Doğu Akdeniz’de yaşananlar, ilişkilerin kırılganlığı hakkında yeterince fikir veriyor.

Sorunlarla birlikte yaşamak iki ana boyut üzerinden düşünülmeli. Bunlardan birincisi, sorunlara rağmen pozitif bir gündem belirleyebilmek ve bunu devam ettirebilmek. Geçtiğimiz yıl iki ülke dışişleri bakanlarının üzerinde anlaştığı Ortak Eylem Planı’nda sınırlı da olsa ilerleme kaydedilmesi sevindirici olmakla birlikte yaşanan her tartışma ve kriz bu tür adımları kesintiye uğratıyor ve birçok konuda yeniden başa dönülüyor. İkinci boyut ise sorunları idare edebilmek, yani tartışmaların krizlere, krizlerinse çatışmaya dönüşmemesi için çalışmak. İki ülke arasında karşılıklı bağımlılığı tesis edecek mekanizmalara önem vermek, yani krizlerin tırmanmasını rasyonel temelde caydırmak bunun bir yolu. Aynı zamanda politikaların irrasyonel, yani duygusal ve tepkisel kaynağını teşkil eden karşılıklı şüphelerin giderilmesi de çok büyük önem taşıyor. Bunun için hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da siyasetçilere, resmi yetkililere, medyaya, aydınlara ve hatta sosyal medyada kişisel görüşlerini beyan eden sıradan vatandaşlara dahi sorumluluklar düşüyor. Temel sorunlar yıllarca çözülemese ve ikili ilişkilerde zaman zaman iniş-çıkışlar yaşansa bile en azından gelecekte referans alınacak yeni tarihsel husumetlere meydan verilmemeli.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası