Kriter > Dış Politika |

Rusya’nın Büyük Güç Olma Stratejisi


Sekiz sene içerisinde üç askeri müdahalede bulunan Rusya, 1991’den günümüze ABD’den sonra en fazla savaşan aktör haline geldi. Gürcistan müdahalesinden sonra Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyarak bunlarla güvenlik anlaşmaları imzaladı ve Güney Osetya ve Abhazya’da önemli etkiye sahip oldu. Kırım’ı ilhakıyla Karadeniz’de stratejik pozisyonunu korudu.

Rusya nın Büyük Güç Olma Stratejisi

Uluslararası politikayla ilgilenen okur ve akademisyenlerin merak ettiği konulardan biri Rus dış politikası ve küresel stratejisidir. Orion Yayınları’ndan Kasım 2020’de bendeniz imzasıyla çıkan “Rusya’nın Büyük Güç Olma Stratejisi” adlı eserde, bu konuya dair akıllara gelen sorulara cevap aranmaya çalışılmıştır.

Rus dış politikası uluslararası ortamda yaşanan değişimlere, fakat bu değişimlerin Rusya için meydana getirdiği güvenlik tehditlerine göre şekillenmektedir. Büyük güç statüsüne erişmek isteyen ve ulusal çıkarlarını korumak adına sert güce öncelik veren Rusya üst üste gerçekleştirdiği askeri müdahalelerini de bu çerçevede yapmıştır.

Soğuk Savaş döneminde iki süper güçten biri olan ve Doğu Avrupa’yı kontrol eden Moskova, iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesinden sonra komşusu olan eski Sovyetler Birliği ülkelerini bile yanında tutmakta zorluk çekmeye başladı. 2008’e gelindiğinde ise 1979 Afganistan müdahalesinden sonra ilk defa Gürcistan’a karşı savaştı. 2014’te Ukrayna’ya askeri müdahalede bulunarak Kırım’ı ilhak etti ve Donetsk ve Lugansk bölgelerinde Ukrayna’ya karşı hibrit savaşını başlattı. 2015’te Şam Yönetimi’nin yanında Suriye’de savaşa girişti.

Sekiz sene içerisinde üç askeri müdahalede bulunan Rusya, 1991’den günümüze ABD’den sonra en fazla savaşan aktör haline geldi. 2008’de Gürcistan’la yapılan beş günlük savaşın ardından Kafkasya’da istikrarsızlık durdurulmuş olsa da 2014 Ukrayna ve 2015 Suriye müdahaleleriyle beraber bu ülkelerde güvenlik sorunları ve istikrarsızlık günümüze kadar devam etti. Böylelikle Ukrayna ve Suriye’de ortaya çıkan güvenlik sorunlarına taraf olan Rusya aynı anda iki cephede silahlı mücadele yürütmektedir.

Askeri müdahalelerle Rusya bazı stratejik avantajlar sağladı. Gürcistan müdahalesinden sonra Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyarak bunlarla güvenlik anlaşmaları imzaladı ve bu bölgelerde önemli etkiye sahip oldu. Kırım’ı ilhakıyla Karadeniz’de stratejik pozisyonunu korudu. Suriye’ye müdahalesiyle ise Akdeniz kıyısındaki Tartus deniz üssünü güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda Suriye’de Hmeymim Hava Üssü’nü etkin bir şekilde kullanmaya başladı.

Diğer yandan ise kaba güce başvurmasıyla Rusya, söz konusu ülkelerde ortaya çıkan sorunların küresel aktörlerin de dahil olduğu uluslararası güvenlik sorununa dönüşmesinde önemli rol oynadı. Askeri gücü öncelikli dış politika aracı olarak görmesi ve askeri kuvvete sıkça başvurma eğilimini göstermesi “Rusya tehdidinin” de ortaya çıkmasına yol açtı. Dünyanın en geniş ülkesine, ABD’yle eşit sayıda nükleer silahlara, kayda değer konvansiyonel silahlara, Çarlık ve Sovyet dönemleri gibi yakın tarihlerde imparatorluk geçmişine sahip olan Rusya’nın diğer ülkelere yönelik politikalarına ilişkin endişeleri daha da artırdı.

Rusya'nın Büyük Güç Olma Stratejisi

Rusya’nın Karşı Koyma Politikası

Rusya tehdidinin artması bölgesel ve küresel aktörlerin dış ve güvenlik politikalarını da etkiledi. Avrupa’daki daha küçük ölçekteki bazı ülkeler, “Rusya tehdidine” karşı kendi güvenliklerini sağlamak adına diğer büyük güçlerle daha fazla yakınlaşmanın yollarını aramaya başladı. Batı ittifakında olan ve tarihsel olarak Rusya’yla sorunlar yaşayan devletler ise hızlıca silahlanmaya başladı. Bazı ülkeler, Rusya ile Batı arasında daha dengeli politikalar izlemenin daha akıllıca olacağı kanısına varsalar da Rusya’dan algıladıkları güvenlik tehdidini hissetmeye de devam ettiler. Rusya ile aynı coğrafyayı paylaşan ve onunla rekabet edebilecek güçte olan bölgesel aktörler Rusya’nın agresif politikasının önüne geçmek ve Kremlin’in kararlarını etkilemek için iş birliği alanları sundular. ABD önderliğinde NATO ise Rusya’nın davranışlarına sınırlama getirmek amacıyla Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan “çevreleme” ve “sınırlandırma” stratejisine tekrar geri döndü. Rusya’yı ekonomik olarak zayıflatmak için yaptırımlar uyguladı, Avrupa’daki stratejik alanını kısıtlamak ve caydırmak için de Avrupa’nın doğu sınırlarındaki askeri gücünü artırmaya gitti. Böylelikle NATO Rusya’yı mücadele edilmesi gereken öncelikli tehditlerden biri olarak saydı.

Gürcistan, Ukrayna ve Suriye müdahaleleri aynı zamanda Rusya’nın ABD hegemonyasına karşı da bir meydan okumaydı. Modern hegemon devletlerin ortak özelliği, jeopolitik etki alanlarına, okyanus aşabilecek yetenekte deniz, kıtalar arası hava ve füze gücüne, uzay teknolojisine ve uluslararası sistemdeki hegemonik yapıyı dönüştürecek savaşı yürütebilme olanaklara sahip olmalarıdır. Büyük güç statüsüne erişmek isteyen devletler, uluslararası sistemin kendi lehlerine olacak şekilde yeniden düzenlenmesini isterler. Bunu kabul ettirebilmek için de mevcut hegemon güce karşı meydan okumayı stratejik tercihlerden biri sayarlar. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Batı demokrasisinin bir üyesi olmaya çalışan, dış ve güvenlik politikalarını buna göre düzenleyen Rusya, zaman içerisinde bu konseptinden vazgeçerek ulusal güvenlik stratejisini yeniden tanımlamaya gitmiştir. Yeni güvenlik stratejisinde askeri gücünü ön plana çıkarmış ve askeri üstünlüğünün diğer devletler tarafından kabul edilmesi için silahlanma, güç gösterisi ve Batı ittifakına karşı ittifak yapma sürecine girmiştir.

Rusya’nın yeni güvenlik stratejisinde ortaya koymaya çalıştığı bu çabası aynı zamanda uluslararası güç hiyerarşisini bozmaya da yönelikti. Rusya Soğuk Savaş’tan sonra kendisine biçilen rolden de rahatsızdı. Komünist ideolojisinden vazgeçerek Batı kapitalist sisteme dahil olmaya çalışan Rusya, aynı zamanda, Batı’ya yönelik askeri tehdit oluşturan araçlarını da en aza indirme yönünde politikalar izlemiş, NATO’nun güvenliğinin Rusya’nın güvenliğiyle özdeş olduğunu ilan etmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve Soğuk Savaş boyunca Avrupa ve dünyada elde ettiği jeopolitik etki alanlarından gönüllü olarak vazgeçmiş, Küresel Ortak Güvenlik Sistemi’nin kurulmasında ABD’yle iş birliği içerisinde hareket etmek istemiştir.

Fakat Rusya’nın bu iyimser beklentisi uzun sürmedi. 1990’ların başlarından itibaren Avrupa’da olmak üzere eski Sovyetler Birliği’nin hakimiyet alanı üzerinde jeopolitik mücadele tekrar başladı. 1993’te Rusya’nın “hayati çıkar alanı” olarak ilan ettiği ve zaman zaman Batı ile yakınlaşma adına pazarlık konusu yaptığı eski Sovyetler Birliği coğrafyası, Batı’nın ekonomik ve güvenlik sistemine dahil edilmeye, Rusya ise bunun dışında tutulmaya çalışıldı. Rusya’ya Batı ekonomik sisteminde tamamlayıcı rol verilmesi ve güvenlik sisteminin dışında tutulması, eski Sovyetler Birliği coğrafyasının Batı ile Rusya’nın mücadele ve çatışma alanına dönüşmesine yol açtı.

Batı’nın ekonomik ve güvenlik anlamında Rusya’dan çok daha küçük ve kontrol edilmesi daha kolay olan ülkelerle iş birliğine öncelik vermeye başlaması, Rusya’nın tepkisini daha da artırdı. Rusya ile Batı arasındaki görüş ayrılığı ve ters düşmeler, bir taraftan Rusya’yı eski Sovyetler Birliği coğrafyası üzerinde tekrar hakimiyet kurmaya iterken, diğer taraftan bu politika nedeniyle komşusu olan ülkelerin Rusya ile ilgili tehdit algısının artmasına ve Rusya’dan uzaklaşarak Batı’ya yakınlaşmalarına neden oldu. Bu durum Rusya’nın etki alanı olarak gördüğü “yakın çevresi” sorununu ortaya çıkardı. Bu etki alanına sahip olma ve bu etki alanlarının diğer büyük güçler tarafından tanınması Rusya’nın öncelikli dış politika hedeflerinden biri haline geldi. Artık Rusya hem eski Sovyetler Birliği ülkelerini kendi yanında tutma ve bu alanlarda Amerikan hegemonyasına karşı koyma gibi iki hedefle ve sorunla karşı karşıya kaldı.

Fakat 1990’lar boyunca jeopolitik sorunların yanında ekonomisinde yaşanan çöküş, Çeçen meselesinden dolayı ikinci bir parçalanma sürecine girmesi, devlet kurumlarının işleyişindeki sorunlar ve devlet otoritesinin zayıflaması, Rusya’nın uluslararası sistem içinde bir “kara delik” olarak görülmesine yol açtı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla iki kutuplu dünya sisteminin ortadan kalkması ABD’yi tek süper güç olarak ortaya çıkardı. ABD liderliğindeki Batı’nın tek kutuplu dünya düzeninden rahatsız olan Rusya, 1990’ların ortalarında dış politikasını revize ederek ABD hegemonyasını dengelemek ve sınırlandırmak için arayışa girdi. 2007’ye gelindiğinde ise Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeninin kabul edilemez olduğunu, çok kutuplu dünya düzeninin kurulmasının zorunlu hale geldiğini dile getirerek ABD hegemonyasına açıktan meydan okudu. 2008’de ise Soğuk Savaş’tan sonra ilk defa Gürcistan’a müdahale ederek Rus dış politikasında yeni dönemi başlattı. 2015 Suriye müdahalesiyle ise, “hayati çıkar alanı” olan eski Sovyetler Birliği coğrafyasının dışına çıkarak ABD’nin çıkar alanı olan Ortadoğu’da savaşın tarafı oldu.

 

Dört Başlıkta Rusya’nın Stratejisi

İşte bu bakımdan “Rusya’nın Büyük Güç Olma Stratejisi” adlı eser, Rusya’nın askeri müdahalelerinin kökenlerini ve nedenlerini sorgulamak üzere yola çıkmış ve uluslararası sistem analizinden yararlanarak ulaşılan sonuçlar çerçevesinde bir cevap üretmeyi amaç edinmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde “Güç, Güç Dengesi ve Savaş” kavramlarının teorik açıklamaları yapılmıştır.

İkinci bölümde, Soğuk Savaş’ın bitiminden günümüze kadarki dönemde küresel güç dengesinde yaşanan değişim ve dönüşümün Rus dış politikasına etkileri ele alınmıştır. Burada başta Rusya olmak üzere, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi Batı dışı yükselen güçlerin güç kapasiteleri incelendi. Ayrıca Batı kampında olup da ABD etkisinden kurtulmak isteyen Avrupa ve Japonya da ele alındı. Rusya’nın hem Batı’yla hem de Batı dışı güçlerle ilişkisine yer verildi. Çin’le kurduğu stratejik ortaklık ve Avrasya üzerinde inşa etmeye çalıştığı hakimiyet ve bunun Rus dış politikasına etkileri değerlendirildi.

Üçüncü bölümde Avrupa’da yaşanan jeopolitik mücadele ve Rusya’nın buna tepkisi ve almaya çalıştığı önlemler incelendi. Silahlanma politikasının iflas etmesi ve yeniden silahlanma yarışına nasıl geçildiği, Gürcistan ve Ukrayna dış politikası, Rusya’yla ilişkileri, Rusya’nın bu ülkelere yönelik politikası ve sonunda gerçekleştirdiği askeri müdahaleler ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

Dördüncü bölüm Rusya’nın Suriye politikasına ayrılmıştır. Suriye müdahalesi ayrıntılı bir şekilde incelenmiş, nedenleri ele alınmış, Türkiye’yle ilişkilerine yer verilmiştir. Sonuç olarak Rusya’nın “büyük güç olmak” için izlediği strateji ve elde ettiği sonuçlara cevap verilmeye çalışılmıştır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası